ZAMAN DEDİĞİMİZ NEDİR Kİ AHMET ABİ?




“Ah güzel Ahmet Abim benim,
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket.”
* * *
1926’ın baharında Kayseri’de doğmuştu.
İşçi bir babanın çocuğuydu.
Zor yıllardı o yıllar.
Sıtmalı, hastalıklı yıllar..
Doktor yoktu, kocakarı ilaçları vardı.
Tavşan pisliği toplanır, sidik içirilirdi.
Muska ve ip bağlanırdı sıtmaya karşı.
Bal sürerlerdi yaralara.
Yaşam doğaya ve toprağa, kadere ve alın yazısını bağlıydı.
Baskılar çoktu.
Din, ahlak, devlet.
Baskılarla ve korkularla yoğruluyordu insanlar.
O da böyle büyüdü.
Zorlukla bitirdiği ilk, orta ve sanat okulundan sonra halkevleri ile tanıştı.
Resme, tiyatroya meraklıydı.
Kayseri Halkevi’nde rejimi eleştiren bir tiyatro oyununda rol aldı.
Fişlendi.
Kayseri Emniyet Müdürlüğü'nün hakkında hazırladığı rapor siciline işlendi.
O artık devlet için potansiyel bir tehlikeydi.
Komünist’ti!
Oysa o yaşlarda ne sağı, solu biliyordu.
Ne Marks’ı, Kapital’i.
Resme olan yeteneği nedeniyle Eskişehir Tayyare Fabrikası'nda teknik ressam olarak iş buldu.
Ama Kayseri’de işlenen sicili hiç peşini bırakmadı.
Bir sabah iş arkadaşlarıyla fabrikaya giderken, “Karşı dağda ufuk kızarıyor, ne güzel bir renk” dedi.
“Kızılı övüyor” diye rapor ettiler.
Bir başka gün fabrika kantininde arkadaşlarına “gülün çocuklar, eğlenin” dedi.
“Ey Lenin dedi” diye rapor ettiler.
Oysa Lenin’in kim olduğunu bile bilmiyordu.
Raporlar birikince tutuklayıp hapse attılar.
Siyasi suçlularla birlikte yattı.
İçeride öğrendi Marks’ı, Lenin’i, gerçeği.
11 ay yattıktan sonra çıktı.
Çıktığında artık gerçekten bir komünistti.
1951 yılında TKP davasından tutukladılar.
Önce cumhuriyetin işkence merkezi İstanbul Sansaryan Han’a götürdüler.
Lanet bir yerdi orası.
İnsanlığın öldüğü yer.
Kurallara uymayanları pencerelerden aşağı atıyor, sonra ‘kendi atladı’ diyorlardı.
Geceleri işkence feryadları duyulmasın diye tüm radyoları sonunu kadar açıyorlardı.
Koridorlardan allah, peygamber sesleri yankılanırdı.
Üç ay kaldı orada.
Bir insan boyu tabutlukta.
Ve hep ayakta.
Günde sadece bir dilim kuru somun verdiler.
Üç ay sonra Harbiye Cezaevi’ne götürdüler.
Mapus arkadaşları Ruhi Su ile Vedat Türkali idi.
Bir süre sonra hepsini topluca Adana Cezaevi’ne gönderdiler.
Yolda elleri bileklerinden birbirine zincirliydi.
Komutan emir vermişti.
Bunlar tehlikeli adamlardı.
Adana’da cezaevine girene kadar zincirler çıkarılamayacaktı.
Tuvalete bile birlikte gireceklerdi.
Biri yapacak, digerleri ayakta onu bekleyecekti.
Zincir bilekleri kanatıyor, yaralıyordu.
Hasan Dağı’ndan geçerken derin bir “of” çekti.
O anda Ruhi Su’ya ilham geldi.
Ünlü “Hasan Dağı” türküsü orada doğdu.
“ Hasan Dağı, Hasan Dağı.
Eğil, eğil, bir bak.
Sıkıyor zincir bileği,
jandarmada din, iman yok.
Gidiyor kalktı göçümüz
Gülmez, ağlamaz içimiz
İnsan olmaktı suçumuz
Hasan Dağı, insan olmak.”

(https://www.youtube.com/watch?v=Jh8-2c_lEs8)
5 yıllık mapus bittikten sonra Malatya’ya sürgün edildi.
20 ay sonra Kayseri’ye dönebildi.
Ama fişliydi, vatan haini(!) idi.
İş vermediler.
Tabelacılık yaptı, resim çizdi.
Kaynak ve Yedigün dergilerinde şiirler yazdı.
Evlenmeye karar verdiğinde bu kez şehirden kız vermediler.
Ailesi dışarıdan bir kız buldu.
Kızın babası da kendisi gibi içeride yatmış bir vatan hainiydi(!)
'O da iyi bir dünya istiyor, ben de istiyorum' dedi, kızı verdi.
Çoluk çocuğa karışıp, İstanbul’a yerleşti.
Yıllar sonra bir bahar akşamı Çicek Pasajı’nda dostlarıyla demleniyordu.
Masaya bir şair geldi.
Edip Cansever.
Tanıştılar, dost oldular.
İçki masalarında buluştular, İstanbul’u karışladılar.
Edip Cansever sosyalist değildi.
Ama ondan çok etkilenmişti.
“Mendilimde Kan Sesleri” şiirini onun için yazmıştı.
Her yere yetişilir,
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla..
Ahmet Abi sen de bağışla.
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil.. 
Ah güzel Ahmet abim benim,
İnsan yaşadığı yere benzer..
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer..
Suyunda yüzen balığa,
Toprağını iten çiçeğe,
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine,
Konya'nın beyaz,
Anteb'in kırmızı düzlüğüne benzer.
Göğüne benzer ki, gözyaşları mavidir
Denize benzer ki, dalgalıdır bakışları.
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına..
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine,
(Yani bir cep aynası alım - satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer.
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne,
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına.
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına.
Minibüslerine, gecekondularına hasretine, yalanına benzer.
Anısı işsizliktir,
Acısı bilincidir,
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan.
Gülemiyorsun ya,
Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir..
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden,
Dirseğin iskemleye dayalı,
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben. --
Cıgara paketinde yazılar resimler,
Resimler: cezaevleri,
Resimler: özlem,
Resimler: eskidenberi..
Ve bir kaşın yukarı kalkık,
Sevmen acele,
Dostluğun çabuk,
Bakıyorum da şimdi,
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi?
Biz eskiden seninle,
İstasyonları dolaşırdık bir bir..
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar,
Nazilli kokardı,
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası,
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında,
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen..
Kadının ütülü patiskalardan bir teni,
Upuzun boynu,
Kirpikleri,
Ve sana Ahmet Abi,
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki,
Sofranı kurardı..
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı,
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi..
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi..
O çocuklar büyüyecek,
O çocuklar büyüyecek,
O çocuklar..
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi,
Umudu dürt,
Umutsuzluğu yatıştır..
Diyeceğim şu ki;
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler.
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi..
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse,
Çocuklar, kadınlar, erkekler..
Trenler tıklım tıklım,
Trenler cepheye giden trenler gibi..
İşçiler,
Almanya yolcusu işçiler,
Kadınlar,
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi..
Ellerinde bavullar, fileler, kolonyalar, su şişeleri, paketler..
Onlar ki, hepsi bir tutsak ağaç gibi, yanlış yerlere büyüyenler..
Ah güzel Ahmet Abim benim,
Gördün mü bak?
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket..
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile..
Gelse de
Öyle sürekli değil..
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün..
O kadar çabuk,
O kadar kısa,
İşte o kadar..
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar?
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar?
MENDİLİMDE KAN SESLERİ..
Edip CANSEVER’e “Mendilimde Kan Sesleri”ni, Ruhi SU’ya “Hasan Dağı’nı yazdıran Ahmet abi, Ahmet GAYRETTİ idi.
Devletin taktığı isimle; KOMÜNİST AHMET.
İki yıl önce, 89 yaşında aramızdan ayrıldı..
Gazetelere verdiği son röportajındaki şu sözleri unutulmadı;
"Ben görmeyeceğim ama güzel günler gelecek. İnsanlığın başka türlü yaşamasına imkan yok çünkü. Artık o dönüşme zamanı gelmiştir."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHMET KAYA İLE FİKRET KIZILOK TAŞLAMASI

..VE O ANDA GÖKTEN BİR GEYİK DÜŞTÜ.

TÜRKİYE'NİN BİR NUMARALI KADINININ SIRLARLA DOLU YAŞAM ÖYKÜSÜ.