14 Ocak 2025 Salı

BİR MİNİCİK BEBEK KADAR MASUM BİR UMUT


Hava ağırdı. Soğuk, kemiklere işleyen türdendi. Engebeli Atlantik dalgalarının ortasında, insanlarla dolup taşan, her an alabora olmaya mahkûm bir şişme bot, çaresizlik ve korkunun sembolü gibiydi. Gökyüzü ile denizin sınırları birbirine karışmıştı. Karanlık, ufku da, umudu da yutmuştu. Bu karanlıkta, ölümle yaşam arasındaki ince çizgide bir kadın çığlık attı.

Awa Keita'nın çığlığıydı bu. Sahrayı geçip Fas'a varmış, oradan
da Avrupa'ya ulaşma hayaliyle bir botun içine sığınmıştı. Ancak bu hayal, kaçış hikayesinin her adımında biraz daha ezilmiş, biraz daha kararmıştı. Henüz genç bir kızken kendisine zorla dayatılan evliliğe hayır diyerek Mali'den kaçmıştı. Ama bu kaçış, onun için güvenli bir geleceğin değil, daha büyük tehlikelerin kapsını aralamıştı.

Awa, kendisini takip eden savaşın gölgesinde büyümüştü. Cunta ve cihatçılar arasındaki çatışmalar, evlerini yakıp yıkarken, ona kalan tek şey annesinin "Sen daha çocuksun" diyerek kollarına sıkıca sarılmasıydı. Ama bu masumiyet çok uzun sürmedi. Zorla evlilikle tehdit edildiğinde, kendisini koca bir çölde yürürken buldu. Ayakları kan içinde, yüreği ise korkuyla doluydu.

Fas'a vardığında, bir tarlada biber toplamaya başladı. Çalışma
saatleri erken başlıyor, geç bitiyordu. Kadınlar akşam olduğunda evlerine korkuyla dönüyordu, çünkü sokaklar güvenli değildi. Bir akşam, Awa yalnız yürümek zorunda kaldı. Sessiz bir köşede durduruldu, ardından bir eve sürüklenerek hayatı bir kez daha paramparça edildi. Tecavüze uğradı. Yaşam, sanki ona durmaksızın yük yükleyen bir ceza gibiydi.
Hamile olduğunu öğrendiğinde, karnında taşıdığı can için
mücadele etmeye karar verdi. O can, Awa'nın yaşama tutunma sebebi olmuştu artık. Sahra çölünden Atlantik'in öfkeli dalgalarina uzanan bu uzun yolculukta, umut kadar çaresizlik de ona eşlik ediyordu.

Bot, çırpınan bir yaprak gibiydi. insanlar sıkış tepiş bir arada, her biri kendi korkusuna hapsolmuştu. O sırada Awa'nın kasılmaları başladı. Ne olduğunu anlamıyordu; ne su vardı, ne ilaç, ne de doğru düzgün bir ışık. Botta bulunan birkaç kadın, içgüdüleriyle ona yardım etmeye çalıştı. Ağrılar arasında, bir çocuğun ilk nefesi duyuldu. Dalgaların içinde, ölümün tam kenarında, bir yaşam filizlenmişti.

İspanyol Sahil Güvenlik, bota ulaştığında kaptan Domingo
Trujillo, atmosferin garip bir şekilde huzurlu olduğunu
hatırlıyordu. Sanki deniz bile bu yeni doğmuş bebeği korumak
için sakinleşmişti. Anne ve bebeği Lanzarote'ye götürüldü.
Awa'ya antibiyotik verildi, bebek Aisha ise temiz kıyafetlerle
sarıldı. Hastane hemşireleri ona "la bonita" diyordu, güzel kız.
Awa, kızına bakarken, hayatında ilk kez korunduğunu hissetti.

Awa artık güvende. Ama geçmişin yaraları, taşıdığı yükler kadar derin. İspanya'da sığınma başvurusu yapmaya hazırlanıyor. Çünkü Aisha'nın geleceği, onun umutlarının en somut hali. "Bu dünya adaletsiz" diyor içinden, "ama belki kızım için daha iyi bir yer olabilir."
Atlantik'in dalgaları arasında başlayan bu hikaye, göçmenlerin
yaşadığı insanlık dramını bir kez daha gözler önüne seriyor. Her dalga bir yaşamı, her rüzgar bir kaderi taşıyor. Ama her şeye rağmen, insanlık o minicik bebek kadar masum bir umuda tutunmaya devam ediyor.

Fotoğraf: SALVAMENTO MARITIMO/REUTERS

KURTLARLA KOŞAN KADINLAR

Bir zamanlar Anadolu topraklarında, efsanelerle gerçeğin sınırında yaşayan bir halk vardı: Amazonlar.
Onlar, cesaretleriyle, özgün yaşam tarzlarıyla ve mücadele ruhlarıyla tarihe kazınmış savaşçı kadınlardı. İsimlerini, “memesiz” anlamına gelen a-mostos kelimesinden almışlardı; çünkü mitolojiye göre, ok atarken hareketlerini kısıtlamasın diye sağ göğüslerini kesiyorlardı. Bu fedakârlık, onların savaşmaya ve hayatta kalmaya ne denli adanmış olduklarını simgeliyordu.

Ata binmekte ustaydılar; rüzgârı yoldaş edinerek uçsuz bucaksız ovalarda özgürlüğe at sürerlerdi. Bedenlerini dövmelerle süsler, hikâyelerini derilerine kazırlardı. Bugün pantolon olarak bildiğimiz giysinin mucidi de onlardı. Onların ellerinde dikişle biçimlenen bu giysi, savaş meydanında özgürce hareket edebilmelerinin anahtarıydı.
Tarihin babası Herodot’a göre, Thermodon’da Yunanlılarla çarpışmış, kaybettiklerinde ise asla teslim olmamışlardı. Esir alınmalarına rağmen boyun eğmek yerine, düşmanlarını öldürerek gemileri ele geçirmişlerdi. Troya Savaşı’nda Truvalılar’ın yanında dövüşmüş, cesaretleriyle destanlara konu olmuşlardı. Herkül gibi yarı tanrılara bile meydan okuyacak kadar gözü karaydılar. Dahası, efsaneye göre İzmir’in kurucuları arasında yer almışlardı.

Uzun yıllar boyunca sadece birer efsane olarak anıldılar. Ancak 1990’larda Ural steplerinde bulunan mezarları, Amazonların gerçekliğini ortaya koydu. Silahlarıyla gömülmüş, savaşçı kimliklerini ölümden sonra bile koruyan bu kadınların mezarlarında, her biri tarih kadar eski bir hikâye saklıydı. Sürekli at sürdüğü belli olan bir Amazon’un mezarında, sol yanında demir bir hançer, sağında ise 40 bronz uçlu oku olan bir yay duruyordu. Diğer mezarlar da aynı öyküyü fısıldıyordu; savaş, onlara yalnızca bir görev değil, bir yaşam biçimiydi.

Yunan mitolojisi, Amazonları vahşi, erkek düşmanı savaşçılar olarak tanımlar. Ancak gerçek, bundan çok daha derindi. Onlar, savaş meydanında kan dökerken bile barışı arzulayan bir halktı. Stratonikeia’daki Hekate Tapınağı’na girdiklerinde silahlarını dışarıda bırakan bir erdemle yaşadılar. Ancak milattan önce 6. yüzyılda, Atina’ya yenildiklerinde, bu topraklarda kadınların yeri erkeklere devredildi. Güç dengesi değişti ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

Bugün, dünya onların hatırasına daha çok ihtiyaç duyuyor. Amazonlar, yalnızca birer savaşçı değil, aynı zamanda direnişin, adaletin ve eşitliğin sembolüydü. Tarih kitaplarında anlatılan efsaneler değil, yaşamlarıyla toplumlara ilham verebilecek gerçek birer kahramandılar. Dünya, onların mirasını hatırlayarak yeniden güçlü, özgür ve eşit bir gelecek inşa edebilir. Çünkü bugün tüm toplumların, yeniden doğacak Amazonlara ihtiyacı var.

Öne çıkan

NE GÜLÜP DURUYORSUN TERBİYESİZ PAPAĞAN?

Asırlar evvel, Libya 'nın sıcak ve sessiz topraklarında bir adam yaşardı. Adı Apsethus ’tu. Derin bir yalnızlıkla çevrili bu...