6 Mart 2025 Perşembe

DALDA VAR İKİ ÇAĞLA BİRİ SANA, BİRİ BANA

Zaman, her meyvenin olgunlaşmasını beklemez. Kimi meyveler vardır ki, en güzel halleri henüz hamken yaşanır. Çağla badem de böyle. Hayatın bize sunduğu ham güzelliklerden biri, sabır istemez, beklemek gerekmez. Topu topu 15-20 gün sürer bu şölen. Yedin yedin, yemedin önümüzdeki bahara. 
Bu hali, en leziz hali. Tuzun içine batır, dişlerinin arasında katır kutur. Tazeliğin çıtırtısı kulaklarında yankılansın. 

Datça yarımadasında bir ay önce patlayan badem çiçekleri, şimdi çağlalara dönüştü. Beyazdan yeşile geçen bir döngü… Doğanın hiç şaşmayan ritmi. Gökyüzü nasıl maviliğini bırakmazsa, toprak da bereketini eksik etmez. Ama insan gözü açtır. Doğa armağanlarını cömertçe sunarken, onun karşısında fırsatçılar bekler. Toptancı köylüden kilo kilo aldığını kat kat fazlasıyla büyük kentlerde gram gram satar. 

Ama biz çağlanın fiyatına değil, felsefesine bakalım. Çağla badem, insanın doğayla kurduğu en eski dostluklardan biridir. Henüz tam olmadan, yeşilken, ekşiyken bile albenilidir. İçinde taşıdığı acımsı tat, hayatın kendisini hatırlatır. Her şeyin en tatlı anı, olgunlaşmadan az önce değil midir zaten? Güzelliği, geçiciliğinde saklıdır. Zaman akar, çağla büyür, içindeki badem olgunlaşır ve bir kabuğa saklanır. Sonra onu kırmak gerekir. Doğa, insanı her aşamasında sınar. Şimdi çağla yeme zamanı, ama bil ki çok geçmeden o da geride kalacak. 

Çağla sadece bir meyve değil, bir öğreti. Sabretmeyi bilene, zamanın değerini hatırlatana, paylaşmayı öğretendir. Onun salatası, mezesi, böreği, yemeği olur. Hatta cacığı bile yapılır. Tıpkı hayat gibi, her halinden tat almak mümkündür. Yeter ki sen onu tanıyıp hakkını veresin. 

Ve işte bir Ankara plakalı araba Ovabükü yollarında… İçinde dört kişi, çağla badem peşinde. Mesudiye’deki çağlalar henüz küçük, Palamutbükü’ndekiler ise tam yemelik. Köylü Ana, onlara bahçelere izinsiz dalmamaları gerektiğini söylerken, bir de mani patlatıyor: 

"Dalda var iki çağla,
Biri sana, biri bana.
Bu çağlalar komşunun,
Helal etmez vallaha." 

Bir çağla için bile helal-haramı gözeten bir kültürden, vicdanı para ile ölçen bir düzene… Ne çok şey değişti, değil mi? Ama doğa hâlâ bildiğini okuyor. Çağlalar büyüyor, çiçekler soluyor, mevsimler dönüyor. Önemli olan, hayatı ıskalamamak. Çünkü bazı lezzetler vardır ki, vakti geçince bir yıl daha beklemek gerekir. 
Şimdi çağla zamanı… Kaçırma.

OY'UNU VERMEK SERBEST, OY'UNA GELMEK YASAK

Bazen bir film yasaklanır ve biz asıl hikayenin perdede değil, perde arkasında oynandığını anlarız.
"OY’una Geldik" filmi, adından da anlaşılacağı gibi, politik bir oyun sahnesine dönüşmüş durumda. Üstelik bu kez başrolde sadece İlyas Salman değil, Kültür ve Turizm Bakanlığı da var.
Yönetmen Kazım Öz, seçimlerde sandık oyunlarını anlatmak için kamera arkasına geçmişti, ama görünen o ki asıl oyun kurucular, filmi göstermek yerine sansürlemeyi tercih etti.

Bu devirde bir filmi yasaklamak, dijital çağın ironisiyle, onu çok daha fazla izlenir ve konuşulur hale getirmek anlamına geliyor. Ama belki de mesele bu değil. Mesele, bir hikayenin hiç anlatılmaması. Çünkü sansür artık sadece neyi izleyip izleyemeyeceğimizi belirlemiyor; neyi konuşup konuşamayacağımızı, hatta neyi düşünebileceğimizi de şekillendiriyor. Sanki birileri, "Düşünme, izleme, sus!" diyor. Ama ironik olan şu ki, tam da bu yasak, insanları daha çok düşünmeye ve konuşmaya itiyor.

Bakanlık karar metnine bakınca, kelimeler sanki Orwell'in "1984" romanından çıkmış gibi.

"Oybirliğiyle uygun bulunmamıştır."

Bu, distopik bir cümlenin gerçek hayata sızmış hali. Peki, neye "uygun" bulunmamıştır? Gerçeklere mi? Eleştiriye mi? İroniye mi? Yoksa sadece yanlış insanları güldürme ihtimaline mi? Belki de "uygun bulunmamak", aslında "gerçeklerin rahatsız edici olduğu" anlamına geliyor. Ne de olsa, gerçekler bazen en büyük komedidir ve en büyük trajedi.

Filmin hikayesine gelince.
Ovacık’ta sol adaylar uzlaşamıyor ve sağ görüşlü biri başkan seçiliyor. Sonrası mı? Koltuğunu korumak için türlü numaralara başvuruyor. Ne büyük tesadüf! Bu öykü, bir film senaryosu değil de, herhangi bir seçim döneminin perde arkası olamaz mıydı? Sansür belki de bu yüzden devreye girdi. Gerçek, bazen kurmacadan çok daha fazla can yakıyor. Ve kimse, özellikle de iktidardakiler, canlarının yanmasını istemiyor.
Bu yasak, bir sinema filmine değil, düşünen, sorgulayan, gülen insanlara getirilmiş bir yasak. OY’unu vermek serbest, ama "OY"una gelmek yasak. Sanki birileri, "Oy verin, ama oyunuzun sonuçlarına fazla takılmayın" diyor. Ne de olsa, demokrasi sadece sandıkta bitmiyor ama sansür, her şeyi bitirebiliyor.

Böyle bir çağda, sansür sadece bir yönetmelik maddesi değil, bir zihniyet meselesi. Ancak unutulan bir şey var: Hikayeler, onları anlatanlardan bile uzun yaşar. Yasaklar gelir geçer, ama iyi bir mizah ve sağlam bir eleştiri, sansürü delip geçer. Çünkü gerçek sanatı engelleyemezsiniz, en fazla ona daha büyük bir seyirci kazandırırsınız. Ve belki de bu, sansürün en büyük ironisi: Yasakladığınız şeyi, daha da güçlü hale getirmenizdir.
Çünkü sansür, her zaman kendi kuyusunu kazar. Ve bu kuyuda, gülenler hep en sona kalır.

Öne çıkan

ÇAĞLAR ÖTESİNDEN GELEN BİR MASALIN SON SATIRLARI

Zaman, bazı coğrafyalarda durur. Ya da biz durduğunu sanırız. Çünkü aslında akan zamandır, biz ona ancak belirli noktalarda doku...