15 Mart 2018 Perşembe

DATÇA’DAN ZORLA GÖTÜRÜLEN TARİHİ ESERLER DATÇA’YA GERİ GELMELİ


Yıl 1998’di.
Yağışlı,fırtınalı bir kış günü.
Ege ve Akdeniz'in hırçın dalgaları Knidos sahillerine vuruyor.
Berbat bir hava.
Ören yerinde in cin top atıyor.
İşte böyle bir havada Apollon Tapınağı’nın hemen yanından 600 kilo ağırlığında bir sunak taşı çalınıyor.
Kimsenin olmadığı bir anda koskoca mermer sunak bir kamyona yüklenerek kaçırılıyor.
Özellikle Yazıköylüler olaya büyük tepki gösteriyor.
Olay ulusal basına yansıyor.
Gazeteler hırsızlığı deştikçe ilginç ayrıntılar ortaya çıkıyor.
Hırsızlığın olacağı aylar önce jandarmaya bildirilmişti.
Ancak nedense tedbir alınmamıştı.
Bunun üzerine dönemin Muğla Valisi Kültür Bakanlığı’na başvurarak, “biz Knidos’tan çıkan tarihi eserleri koruyamıyoruz, bunları buradan alın” diye bir resmi yazı gönderiyor.
Aradan bir kaç ay geçiyor.
Bir sabah yine esrarengizbir kamyon Kdinos’a geliyor.
İçinde şapkalı bir kadın ve 4-5 işçi var.
Marmaris’ten geliyorlar.
Bakanlık talimatıyla Knidos’tan çıkan tarihi eserleri Marmaris Müzesi’ne götürecekler.
Haberi duyan Yazıköylüler ve Datçalılar olay yerine koşuyor.
Kamyona yüklenen tarihi eserleri geri indiriyorlar
Köylüler “devlet bu eserleri koruyamıyorsa, biz koruruz” diye yetkililere de rest çekiyorlar.

(1999 Yılında Datça Balıkaşıran Gazetesi'nde çıkan haber)

Herkes artık olayın kapandığını sanıyor.
Datça’ya turist gelmesini sağlayan tarihi eserler artık Knidos’ta kalacaktı.
Ancak, iki ay sonra bir sabah vakti, bir bölük jandarmanın eşliğinde yine bir kamyon ören yerine geliyor.
Jandarma çevrede olağanüstü güvenlik almış.
Yolları bile kesmişler.
Bunu gören köylüler dağ tepe aşarak Knidos’a ulaşmayı başarıyor.
Bazılarının elinde sopalar var. 
Kadınlar ve erkekler.
Yazıköy'de kalanlar Knidos’a giren kamyonun kaçamaması için köyün otobüsünün tekerleğini söndürerek yolu kapatıyor.
Knidos’ta tam bir arbede yaşanıyor.
Marmaris müzesinden gelenler tarihi eserleri kamyona yüklemeye, köylüler de engellemeye çalışıyor.
Önce kadınlar jandarma ile kavgaya tutuşuyor, sonra erkekler.
Devlet ve vatandaş birbirine giriyor.
Jandarma dipçikle müdahale ediyor.
Ancak, köylüler pes etmiyor.
Bir anda komutandan “ateş” emri geliyor.
Jandarma havaya ateş açıyor.
Sonra Komutan bağırıyor.
İşimizi engellemeye kalkan olursa vururuz!”
Datçalılar’ın artık yapacak bir şeyleri yok.
Kendi topraklarına ait tarihi eserler bir bir kamyona konularak Marmaris Müzesi’ne götürülüyor.
Bazılarının yolda kırılıyor
Zorla götürülen tarihi miras 18 yıldır Marmaris’te sergileniyor.
Knidos’a meraklı turistler eserleri görmek için Marmaris’e akarken,  Knidos soyulmuş, yıpranmış bir taş yığını olarak kaderine boyun eğiyor.

*.  *.  *

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım sık sık yurtdışına kaçırılmış bazı tarihi eserlerin ülkeye geri gerektiğini söylediler.
Bazılarını da getirdiler
Herakles Lahidi, Altın Taç ve Dağ Keçisi figürü son örnekler.
Peki Datça’dan zorla götürülen Knidos eserleri ne olacak?
Onlar gerçek topraklarına geri dönmeyecek mi?
Datçalılar günlerdir Esenada’daki yıkıntı, harabe hükümet konağının bir kültür sanat merkezi ve müze olması için çalmadık kapı bırakmadı.
İmza kampanyası başlattılar.
Beşbine yakın insan Esenada’nın bir kültür sanat merkezi ve müze olması için imza attı.
Konu ulusal basına taşındı.
Ayrıca kimse heveslenmesin,
Esenada arazisi yıllar önce hazırlanan imar planında kültür ve sanata ayrılmış durumda.
Oraya kimse otel ya da başka bir ticari amaçlı bina yapamaz.
Yasalar izin vermiyor.
Datçalılar hiç vermez.
(Ulusal basında yer alan Esenada haberleri)

Öyleyse daha ne bekleniyor?
Knidos’un tarihi mirası Esenada’da sergilense Datça’nın neler kazanabileceğini düşünebiliyor musun?
Muğla milletvekilleri, Datça’nın yerel yöneticileri!
Datçalılar’ın sesine kulak verme zamanı gelmedi mi?



BU OTOMOBİL OT MU YİYOR VALİ BEY?






Bir Datça Hikayesi


1920’li yıllar.
Datça ülkenin bir ucunda kaderine terk edilmiş bir belde.
Kuş uçmaz, kervan geçmez.
Ne otomobil gelir,  ne vapur.
Oysa toprakları öyle bereketli ki.
İncir, badem, tütün, bakla, fasülye...
Ne eksen fışkırıyor.
Ama satamıyor Datçalılar.
Anakaraya yolları yok.
En yakın yer Marmaris.
Marmaris’e giden eski bir Karia yolu var, patika.
Eşşeği sürken, ayak diretir.
Çünkü sarp ve yalçın kayalar izin vermez.
Tabana kuvvet desen, en az 18-20 saat.
Sandal çekerek kayıkla gitmeyi denesen, Marmaris’e ulaşmak zor iş.
Hele kışın kayıkla denize açılayım dersen, o da akıllı adamın yapacağı iş değil.
Anlayacağınız, yolsuzluk ciddi sıkıntı.
Datçalılar yol sorunun çözülmesi için çalmadık kapı bırakmaz.
Sonunda seslerini “Muğla’da Halk Gazetesi” duyar.
Gazete 27 Mayıs 1929 tarihli sayısında şöyle bir haber yapar.

“Dadya kazası dahilinde yol namına hiç bir şey yoktur. Hiç olmazsa Marmaris’e kadar bir hayvan ve araba yolu açmak lazımdır. Hiç olmazsa kışın sahillerden kayıkla gidilemediği vakit bu yol işlemelidir. Kışın şiddetli fırtınalar hüküm sürdüğü vakit, Dadya’nın dünya ile muvasalası (ilişkisi)  kesilmektedir. Zaten vapur da uğramadığından ne resmi muamelat, ne de hususi işler görülür. Halk mefluç (felç olmuş) bir halde kalır.”

Muğla gazetelerinde çıkan bu tür haberler dönemin hükümetini Datça’ya yol açmak için harekete geçirir.
Ancak ödenek yoktur.
Yıl 1935’tir.
Datça Kaymakamı sorunu çözmek için halkla toplantılar yapar.
Kendi iplerini kendilerinin kesmek zorunda olduğunu anlatır.
Datçalılar işi gücü bırakıp, Marmaris yolunu yapmak zorundadır.
İmece, tüm halk için bir vazifedir.
Erkekler ancak önemli bir mazeret gösterirse işten muaf tutulacaktır.
Aksi taktirde büyük para cezaları verilecektir.
Köylüler daha önce de emirle köy yolları açmıştırlar.
Bu işe "süresiz angarya" derler.
Çünkü yolun ne zaman biteceği belirsizdir.
Sonunda emir demiri keser.
Kaymakam emriyle herkes işe soyunur.
Elde kazma, kürek..
Bileğe kuvvet.
Zaman zaman dinamit patlatarak haftalarda, aylarca çalışırlar.
Balıkaşıran’daki kayaları parçalamak için gecelerini gündüzlerine katarlar.
Herkes kan ter içinde yolun bir an önce bitmesi için çaba harcar.
Erkekler çalışırken, kadınlar eşek sırtında onlara yemek getirir.
Kirlenmiş elbiselerini alarak, yenilerini verirler.
Aylar sonra yol nihayet biter.
Toplam 90 kilometre uzunluğunda, sarp, engebeli ve çok virajlı toprak bir yoldur.
Arabayla 5-6 saatte gidilebilen bir yol.


Yıl 1936’dır.
Datça halkının imece usulüyle yaptığı bu yol Muğla Valisi Recai Güler tarafından resmen açılacaktır.
Vali Güler makam aracıyla yolu ilk kullanan insan olur.
Marmaris’ten 6 saatte Datça’ya ulaşır.
Valinin otomobili Datça’ya gelen ilk motorlu taşıttır.
Halk meraklı gözlerle izler.
Çocuklar otomobilin peşinde koşar.
Vali Recai Güler, Datça girişi mola verdiği yerde köylülerle sohbete başlar.
Bir köylüyle arasında şu konuşma geçer.

-Bu bindiğin nedir?
-Otomobil.
-Bu otomobil otla mı beslenir?

Bu konuşma zamanla Datçalılar arasında bir fıkraya dönüşür.

Abartılmış olsa bile bu olay, o tarihte Datça halkının yaşadığı kültür şokunun bir göstergesidir.

Kaynak: Türkiye Kırsalında Kliyentalizm ve Siyasal Katılım, Datça Örneği: 1923-1992 / HORST UNBEHAUN

Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...