30 Mart 2025 Pazar

ÖLÜM BAZEN BİR TÜRKÜDE YANKILANIR, YÜZYILLAR BOYU..


O, bir dağ çocuğuydu.
Sislerin ardında saklı Maçka’nın yamaçlarında doğdu.
Yüreği, "Göklerde Kartal Gibiydim" dercesine hürdü. Sesi, rüzgarın öfkesini taşıyan bir ağıt gibiydi.
Daha küçücükken anladı. Bu dünya, sadece yaşanacak değil; hissedilecek, direnilecek bir yerdi.

Henüz beşikteyken, Karadeniz’in hoyrat türkülerini ezberlemiş gibiydi. Annesinin ninnileriyle değil, horon sesleriyle uyurdu. Büyüdükçe, yüreği de Karadeniz gibi büyüdü, dalga dalga taştı.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nin konservatuvar kapısından içeri adımını attığında, yanında sadece bağlaması değil, binlerce yıllık halk ezgilerinin yükü de vardı. O, müziği sadece çalmakla kalmadı, "Aleni,Aleni" yaşadı, yaşattı.
Ne hissediyorsa söyledi, ne söylediyse hissettirdi.
Onun sesi duyulduğunda,
Trabzon’un yaylaları ayağa kalkar, rüzgarlar bile hüzünlenirdi.
"Cerrahpaşa" gibi bir şarkıyla, insanların en mahrem acılarına dokundu.
Sözlerinde hüzün vardı, gözlerinde Karadeniz’in köpüklü yalnızlığı ve o hırçın dalgaların asiliği.
O, yalnızca bir türkü söylemiyordu,
"Ben Karadeniz’im" diyordu her ezgide, "Efulim" diyordu.
Bir sevgiliye, bir memlekete, bir halkın unutulmuş masalına...

Ama sadece bir türkücü değildi. O, çocuklara umut, gençlere burs, memleketine ışık olmuştu. Her kazandığını bölüştü, paylaştı. Çünkü derdi yalnızca müzik değildi, bir memleket yarasıydı o, bir halk sevdası..
"Tren Gider" ama onun verdiği umutlar durakta beklemeyi hiç bırakmazdı.

Yıllar geçtikçe büyüdü adı.
Artık sahnelerde sadece türkü söylemiyor, binlerce insanın içindeki en kuytu yaraya ses oluyordu.
Ama kimse bilmiyordu, her türkünün içinde biraz kendi hüznü, her mısranın ardında biraz kendi vedası vardı.

Dün gece.
30 Mart 2025.
Famagusta’nın sıcak rüzgarı, bir anda soğudu. Volkan Konak sahnedeydi yine. Yüzlerce kişiyle birlikte, 'Mimoza'yı söylüyordu belki de.
O an bir seyirci seslendi.

"Volkan abi sivri konuşma içeri atarlar seni de!"

Önce güldü, sonra kükredi.

"Devrimciler korkmaz!"

Ve sonra sessizlik.
Sahne çöktü, yürekler çöktü.
Kuzey’in Oğlu, son türküsünü orada söyledi.

Ölüm, sadece sessizlik değildir bazen. Yankısı yüzyıllar sürecek bir türküde gizlidir.

YENİ BİR KOLEKTİF BİLİNCE Mİ İHTİYACIMIZ VAR?

Bir slogan, bazen bir yumruk, bazen bir haykırıştır ama her zaman bir hedef gösterir.
Tarihin belirli anlarında, kelimeler silaha dönüşür. Duvarlara, pankartlara yazılır, megafonla haykırılır, marş olur. Kimi zaman bir yürüyüşte binlerce ağızdan çıkar, kimi zaman bir duvar yazısında tek bir kişinin öfkesine tanık oluruz.
Özellikle 70’ler ve 80’lerde,  Türkiye'nin siyasi hafızasında sloganlar, sadece söz değil, yaşanmışlık, acı, umut, direnişin ta kendisiydi. “Kahrolsun Faşizm” ya da “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye” gibi haykırışlar, o dönemin siyasal tansiyonunu özetleyen kısa cümlelerdi. Sloganlar, bir neslin belleğinde yumruk gibi yer etti.
Ancak zaman değişti. Sokaklar sessizleşti, meydanlar bariyerlendi. Mücadele sokaklardan çok sosyal medyaya, dijital platformlara taşındı. Duvarlardaki boyalar yerini hashtag’lere, megafonlar yerini tweet'lere bıraktı.
Ama bir şey değişmedi; İnsan hala direnmek istiyor. Hala söyleyecek sözü var.
Bugün artık sadece “ne söylediğimiz” değil, “nasıl söylediğimiz” de önemli. Bu yüzden yeni çağın sloganlarının neye benzediği anlamak gerekiyor.

Evet sloganlar değişti, çünkü dünya değişti.
Ama değişmeyen bir şey var:
İnsan, haksızlığa karşı hala bir şeyler söylemek istiyor.
Kimi zaman bunu bir pankartla yapıyor, kimi zaman bir tweet’le. Bazen bir şarkı sözüne, bazen bir podcast cümlesine dönüşüyor o isyan.
Ama özünde aynı. Hala direniyor.
Bugünün sloganları daha ironik, daha yaratıcı, daha çok katmanlı.
Ama aynı zamanda daha kırılgan. Çünkü geçmişteki gibi kolektif değil her zaman.
Kimi zaman yalnız, kimi zaman yankı odasında, kimi zaman algoritmalara çarpıp kayboluyor.
Bu yüzden belki de yeni bir görevimiz var.
Sadece yeni sloganlar üretmek değil, yeni bir kolektif bilinç dili kurmak.
Geçmişin haykırışını bugünün mecralarında taşıyabilecek, hem anlaşılan hem hatırlanan bir dil.
Çünkü,
Sloganlar da hafızadır.
Ve hafızası olmayan toplumlar, her dönemde aynı zulmü yeniden yaşar.
Sokaktan sosyal medyaya uzanan bu yolculukta belki en çok ihtiyacımız olan şey şu.

“Anlamın peşinde, ritmin içinde, birlikte söylemek.

Öne çıkan

BUNCA İNSANI KAPATTIYSAK KİMİ ÖZGÜR BIRAKTIK?

Bir ülkenin en kalabalık şehirleri artık metropoller değil, cezaevleri. Hücreler dolup taşarken, sessizlik her zamankinden daha...