Kayıtlar

Nisan, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

1 MAYIS, 1 MEKTUP.

Resim
"Çocuklarım. Bu kelimeleri yazarken adlarınızın üstüne göz yaşlarım damlıyor. Bir daha hiç karşılaşmayacağız. Ah, sevgili çocuklarım, nasıl içten, derinden seviyor sizi babacığınız. Sevdiklerimize yaşamakla gösteririz sevgimizi ve gerektiğinde sevdiklerimiz için ölmekle de gösterebiliriz sevgimizi… Benim hayatımı ve doğal olmayan haksız ölümümü başkalarından öğreneceksiniz. Babanız, özgürlük ve mutluluk uğruna gönüllü olarak canını vermiş bir kurbandır. Size miras olarak şerefli bir ad ve tamamlanacak bir görev bırakıyorum… Onu koruyun, bu yolda yürüyün. Kendinize karşı doğru olun, o vakit başkalarına karşı sahte olamazsınız. Yaratıcı, uyanık ve neşeli olun… Anneniz!. O kadınların en yücesi, en şereflisidir. Onu sevin, sayın ve öğütlerine uyun. Çocuklarım, değerli varlıklarım; bu mektubu yalnız sizin için değil, daha doğmamış çocukları için ölen bir çok kişinin ölüm yıldönümlerinde de okumanızı istiyorum. Yavrularım, elveda.” Albert Persons, 11 Kasım 1887 *. *. * Tarih

BİR 23 NİSAN MASALI!

Resim
Tarih 23 Nisan 1937' ydi. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı İstanbul'da çoşkuyla kutlanıyordu. Yüzlerce öğrenci bando eşliğinde Taksim'e yürüyor, halk sevgi gösterilerinde bulunuyordu. Öğrencilerin ellerinde ilginç pankartlar vardı. Birinde şöyle yazıyordu. "Temiz ve muazzam gıda."  Ama aynı tarihlerde Türkiye'de çöplerden yemek yiyen çocuklar da vardı. O günlerde çıkan gazetelerde sık sık şu haberlere rastlanıyordu. "İstanbul'da çocuk dilenciler günden güne artıyor."  "Kış geldi, havalar soğudu, buna rağmen sokaklarda yalın ayak, çıplak baş gezen bir çok sefil çocuk var."  "İstanbul sokaklarında çürüyen bir nesil var." "Kimsesiz çocuklara sahip çıkınız. Vereceğiniz para azdır diye düşünmeyin, 10 kuruşun bile kıymeti çoktur." "14 yaşındaki çete reisi çocuk rakı masasında yakalandı."  Aradan yıllar geçti. Ogün bugün çocuklar için çok şey değişmedi. UNİCEF 'in raporlarına göre Türkiye'

DATÇA'DA BİR KADIN, BİR FİLOZOF, ARILAR VE DÜNYA GÜNÜ.

Resim
Yedi sekiz yıl öncesi. Kızılbük ’te  Bizim Cennet ’te kahvaltıdayım. Denizin hemen kıyısı. Tatilciler doldurmuş masaları. Kimi mayolu, kimi bikinili. Bazıları denizden yeni çıkmış. Hafif bir rüzgar ve havada taze bahar kokusu. Doğa çiceğe vermiş kendini. Etrafta kelebeklerle, arıların dansı var. Dalga sesleri  Chopen ’in ilkbahar valsi gibi. Yüzler gülüyor, sohbetler neşeli. Herkes afiyetle yiyor taze ekmekleri,  yumurtaları. körpe domates ve salatalıkları. Ama ileride bir masa var ki, farklı. Full makyaj bir hanımefendi. En pahalı kokudan sürünmüş. En buram deodoranttan dökünmüş. Bacım sanki  Etiler Nusret ’te akşam yemeğinde! Parfümün kokusu kızarmış ekmeğin kokusunu bastırıyor yeminle. Bir anda arılar çevirdi kadının etrafını. Hem de ne çevirme. Yüzlerce.  İstila gibi. Dertleri ne kadın, ne kahvaltı tabağı. Onları cezbeden parfümün kokusu. Vızır vızırlar. Kadın deliye döndü. El, kol, ayak, ortalığı ayağa kaldırdı birden. Bir

70 YIL ÖNCE TÜRKİYE'NİN BUGÜNÜNÜ GÖREN ADAM..

Resim
Yıl 1950 'dir. Demokrat Parti iktidara gelmiştir. Menderes Hükümeti 'nin yaptığı ilk iş Türkçe ezanı tekrar Arapça'ya çevirmek olmuştur. Bunu CHP de desteklemiştir. Merkez medya büyük çoğunlukla kararı över. Karşı çıkanlar azınlıktadır. Bunlardan biri de şair Orhan Veli 'dir. 15 Haziran 'da Yaprak Dergisi' nde bir yazı kaleme alır.. O yazı 70 yıl önce bugünkü Türkiye' nin yaşayacağı kabusu anlatır. İşte büyük şairin o yazısından bir bölüm. "Ezanın Türkçe okunması Atatürk`ün isteği ile kanunlaşmış olmasaydı da ezan Arapça okunsaydı bugün ezan meselesi diye bir meselemiz belki de olmayacaktı. Bu konuda belki bugün düşündüklerimizi düşünmeyecektik. Ama ileriye doğru olduğundan şüphe etmediğimiz bir karardan geriye dönülünce iş değişiyor. Salt bir ezan meselesi olmaktan çıkıyor iş. Daha bir sürü geriliğin başlangıcı, daha bir sürü geriliğe göz yummanın işareti oluyor. Bu düşüncemizin doğru olup olmadığını anlamak için belki de biraz beklemek gerekec

COVİD-19 VE ZAKKUM ÇİCEĞİ

Resim
Bugün   iki yazı dikkatimi çekti. Biri Uğur Dündar ’ın Sözcü ’deki köşe yazısı. Dündar, “ Son Çicek için ayağa kalkın ” başlıklı yazısında, İzmirli yılmaz kalem, ustam Okan Yüksel ’in kendisine anlattığı bir öyküyü kaleme almış. Öyküde, Amerikalı yazar James Thuber , çok sayıda dünya savaşının ardından yeşeren bir çiceğin insanlar üzerindeki mucizevi etkiyi ve yaşamın o korkunç savaşlara rağmen nasıl yeniden canlandığını anlatıyor. İkinci yazı ise İzmirli eskimeyen dostum Atilla Köprüoğlu ’na ait. Köprülüoğlu da 9 Eylül Gazetes i’ndeki köşesinde  Yunanlı ünlü edebiyatçı Nikos Kazancakis ’in yaşam felsefesini kaleme almış. Köprülüoğlu yazısını “ Dünyada, çiçek, çocuk, kuş olduğu  sürece korkma; yaşam yolunda demektir!’ ’ cümlesiyle tamamlamış. Şu Korona günlerinin çaresizliğinde, çicek ve umut, çicek ve yaşam. Uğur Dündar, Okan Yüksel ve Atilla Köprülüoğlu ’nun çicek metaforu, bana da gerçek bir çicek mucizesini hatırlattı. X  X X  Cennet gibi bir

KORONA, DEVLET, DATÇA, MASKE, ÇORBA VE DAYANIŞMA

Resim
Ticaret Bakanımız Ruhsar Pekcan hanımefendi övüne övüne açıklamış. Halka maske satacaklarmış. Evet devlet halka maske satacakmış! Tanesi 5 liradan hem de. Tek kullanımlık üstelik. 4 saatlik  4 saat kullanıp, atılacakmış. Sonra? Sonrası ver 5 lira daha. El insaf. Devlet şirket midir? Yoksa şirketlerin devleti midir? Koskoca devlet kasaba tüccarlığına soyunup, fırsattan istifade vatandaşına para ile maske satar mı? Satmamalı. *.   *.   * Devlet maskeyi halka parayla satmanın planlarını yaparken, yaşadığım yer Datça 'dan güzel haberlerim var sizlere. Datça 'da  bedava maske ve çorba seferberliği var. Mesudiyeli kadınlar müthiş bir dayanışma sergileyerek maske dikmeye başladılar. Kumaşlar alınıyor, provolar çıkarılıyor ve evlerde yüzlerce maske dikiliyor. Maskeler güvenli. Sağlıkçılara danışılarak üretildi. Üstelik tek kullanımlık değil. Yıkanabilir. Kullan, yıka, yine kullan. Köyümüzdeki yaşlı insanlara birer tane dağıtıl