30 Mart 2018 Cuma

BAK ARKADAŞIM...




“Bu coğrafyayı çok seviyorum."

Doğru söylüyorsun.
Çünkü gözler yalan söylemez.
Burayı gerçekten seviyorsun ve burada çok mutlusun değil mi?

“Gökova ve Datça yarımadası bir cennet. Koyları, ormanları, denizi, güneşi, çiceği, böceği, herşeyi farklı. İyi ki, buradayım. Burada yaşadığıma her gün şükrediyorum.”

Ne mutlu sana, bu ülkenin şanslı insanlarındansın. Peki çok sevdiğin, çok mutlu olduğun bu güzel coğrafyada ne yapıyorsun?

“Geziyorum, yürüyüşler yapıyorum, denize giriyorum, dağların, ovaların, çiceğin, böceğin, iklimin tadını çıkarıyorum.”

Başka.

“Balını, bademini, balığını yiyorum.”

Başka.

“Daha ne olsun ki! Bir insan başka ne yapabilir?”

Bak arkadaşım! Bak seni çok mutlu eden, çok sevdiğin bu güzelim koylar,  doğal SİT alanları bir bir imara açılıyor. Daha iki gün önce Gökova'da denizi bile imara açtılar. MUÇEV adında sözde vakıf ama özde bir limited şirket aracılığıyla koyları işadamlarına kiralıyorlar. Yakında denize parayla gireceksin. Kıyılarda denize sıfır dev oteller dikiyorlar, etrafını duvarlarla çeviriyorlar. Sana girmek yasak. Okluk koyunun halini biliyorsun. Yol yapılıyor diye asırlık ağaçları kesiyorlar. Ekolojik dengeyi bozuyorlar. Onlarca endemik tür yok oldu bile. İmar planlarına küçük dokunuşlarla siteleşmenin önünü açıyorlar. Bir kaç site yapıldı zaten. Sağımızı solumuzu baz istasyonlarıyla, rüzgar tirbünleriyle doldurdular. Gökova’nın kuzey kıyısını termik santrallerle zehire boğdular. O zehirli gazlar rüzgarla seni de, beni de zehirliyor. Yakında jeotermal saha için ihale açacaklar, Emecik tarafını delik deşik edecekler.  Dünya Ralli Şampiyonası’nın parkurunu bu güzel koylardan, doğal yaşamın içinden geçirecekler. Yakında kokusu çıkacak. Kısacası senin yaşamaktan mutlu olduğun, çok sevdiğin bu coğrafyaya bir yağma soyu gibi saldırıyorlar. Karşı durulmazsa buralar yakında Bodrum, Çeşme gibi olacak. Peki tüm bunlara karşı sen ne yapıyorsun? Sadece eleştirmekle mi yetiniyorsun? Oysa, insan sevdiğine değer verir değil mi? Peki, sen sevdiğin coğrafyaya ne kadar değer veriyorsun? 

“Verdiğim değeri nasıl gösterebilirim?”

Sahiplenerek. Biliyorum bu yazdıklarıma sen de karşısın. Sen de eleştiriyorsun. İyi de çözüm önerin ne? Hep eleştirmek, moral bozmak ve sonunda geri çekilmek değil midir?  Üstelik karşısındakinin amacını da biliyorsun. O bunu sürekli yapıyor zaten. Peki sen ne yapmalısın? Bu coğrafyaya verdiğin değeri nasıl göstermelisin?
Bak, bu yağmaya direnen, karşı çıkan insanlar var. Sivil toplum kuruluşları var. Onlar sana sesleniyor. Onların senin gibilerine ihtiyaçları var. Elini taşın altına sokmalısın. Yükün bir kısmını omuzlamalısın. Ancak, o zaman bu coğrafyaya sevginin gösterebilirsin. Kurubük’ü düşün.  O yasal direniş olmasaydı, o karşı duruş olmasaydı orası bugün bir işadamınındı ve bu yaz orada denize parayla girecektin. Bak bu sabah bir grup insan Ilıca deresindeki çöpleri temizledi, kablumbağaları ölümden kurtardı. Bir grup insan Esenada’daki harabe hükümet konağıyla ilgilendi. Bir grup insan Datça ve çevresini korumak için çareler tartıştı.  O insanlar yarın da, ertesi gün de, daha ertesi gün de bunları yapacaklar. Yaşadıkları çevreye sahip çıkmak için emek ve zaman ayıracaklar. Mesela yarın Muğla Çevre Koruma Platformunun Datça ayağının toplantısı var. Haberin var mı? Sen bu işlerin neresindesin?

Yılmaz Güney'in sözlerini hatırladın mı?
Ne demişti.
"Arkadaşlar dışarıda bir şeyler oluyor, farkında mısınız?
Uykuda olanları sarsın, uyandırın.
Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir.
Karanlıkta ne yapacaksınız?"

Diyeceksin ki, ama ben iyi insanım. 
Doğru.
Diyeceksin ki, ama ben doğa severim, hayvanseverim. 
Doğru.
Diyeceksin ki, ama ben kendi çıkarımı gözetmem.
O da doğru.
Ama ben de sana diyeceğim ki; Bertolt Brecht’in şu mısralarını oku,

"Anladık iyisin,
Ama neye yarıyor iyiliğin.
Seni kimse satın alamaz,
Eve düşen yıldırım da
Satın alamaz.
Anladık dediğin dedik,
Ama dediğin ne?
Doğrusun, söylersin düşündüğünü,
Ama düşündüğün ne?
Yüreklisin.
Kime karşı?
Akıllısın,
Yararı kime?
Gözetmezsin kendi çıkarını,
Peki gözettiğin kimin ki?
Dostluğunu diyecek yok ya,
Dostların kimler?"

TUTKU ÇİCEĞİ


İskoçya Glasgow'da bir heykel.
Clyde Caddesi'nde.
Bir kadın heykeli.
Siyah giysili.
Pelerinli.
Heybetli.
İki elini yukarıya kaldırmış.
Başı dik.
Bakışlarında umut, kararlılık, direniş var.
Adı, Le Pasionaria.
Şöyle yazıyor altında.
"Dizlerinin üzerinde yaşamaktansa, ayakta ölmeyi yeğle."

*. *. *

1936 yılıydı.
İspanya'da iç savaş vardı.
Cumhuriyet rejimini yıkmak isteyen faşist general Franco'nun silahlı güçleri Madrit kapılarına dayanmıştı.
Halk faşistleri Madrit'e sokmamak için direniyordu.
Bir kadın çıktı radyoya.
Siyah giysili bir kadın.
Çoşkulu, umutlu ve net konuşuyordu.
"Dizlerimiz üzerinde yaşamaktansa ayakta ölmeyi yeğleriz.No Pasaran(Geçit Yok) "


Dolores İbarruri'ydi bu kadın.
İspanya halkının onuru, işçi sınıfının yılmaz savunucusuydu.
İspanyollar " Le Pasionaria" diyorlardı ona.
"Tutku çiceği" demekti.
Onun bu konuşması Madrit halkını Franco faşizmine karşı kenetlendirdi..
Kadın, erkek.
Yaşlı, genç..
Basklar, Katalanlar ve diğer halklar.
Cumhuriyetçiler, sosyalistler, komünistler, anarşistler tek yumruk oldular.
Koşulsuzdular..
Bilgilerini ve deneyimlerini, kanlarını ve yaşamlarını, umutlarını ve arzularını direnişe verdiler.
Farklı ideolojilere, farklı dinlere, farklı deri rengine sahiptiler ama hedefleri tekti.
Hedefleri, Dolores İbarruri'nin sözleriydi.
"Dizlerimiz üzerinde yaşamaktansa ayakta ölmeyi yeğleriz.. Geçit Yok!"
Bir anda tüm Madrit sokakları Geçit Yok(No Pasaran) afişleriyle doldu.
"No Pasaran" artık faşizme karşı mücadelenin sloganıydı..
Onların bu onur savaşına dünyanın çok ülkesinden devrimciler de katıldı..
Glasgow'daki o heykel, İskoçya'dan Madrit'e giden devrimciler anısına dikilmişti.
Nazım Hikmet bir şiirini onlara adamıştı.
"Ne mâveradan ses duymak;
ne satırların nescine koymak o “anlaşılmayan şeyi”
ne bir kuyumcu merakıyla işlemek kafiyeyi;
ne güzel lâf ne derin kelâm
çok şükür
hepsinin
hepsinin üstündeyim bu akşam.
…ne kadar güzel şey yaratacaklarsa
yani o korkunç hasreti daüssılâsı içimin
güzel gözlerindedir
Madrit kapısındaki nöbetçimin."

*. *. *

Madrit halkının faşizme karşı direnişi tam 3 yıl sürdü..
Kana kan..
Dişe diş..
Yüreklerinde betimsiz sevdalar taşıyanlara ölümün hükmü yoktu..
Tıpkı Franco faşistlerinin kurşuna dizdiği İspanyol şair Garcia Lorca'nın mısralarındaki gibi.
"Özgür olmayan insan nedir?
Söyle bana Marina.
Söyle seni nasıl sevebilirim.
Özgür olmazsam..?
Sana kalbimi nasıl açabilirim.
Bu yürek benim değilse?"
Özgürlükleri için direndiler.
Ayaklarının üstünde öldüler.
Çünkü savaş mert değildi.
Düşman güçlüydü.
Amerika, Hitler Almanyası, Mussolini İtalyası, Salazar Portekiz'i Franco'yu destekliyordu..
Asker ve silah yağdırıyorlardı.
Ve maalesef Türkiye Cumhuriyeti.
Türkiye tarafsız gibi görünse de, Karadeniz’den İspanya’ya cumhuriyetçilere yardım götüren Sovyet gemilerinin İstanbul Boğazı’ndan geçmesine izin vermedi.
1937 yılında bir kararname ile Madrit halkına Türkiye'den gönüllü katılımları yasakladı.
Ekrem König isimli bir İçişleri Bakanlığı çalışanı, sahte evrak ve imzalarla Kanada'dan Türkiye adına uçak alıp, İspanya'ya gönderdi.
Uçakları cumhuriyetçilere mi, yoksa faşistlere mi sattığı hiç açıklanmadı..
Sonunda Madrit düştü.
Ama, İspanya halkının üç yıl süren bu onur direnişi tarihin altın sayfalarında yerini aldı.

*. *. *

Dolores İbarruri işte bu direnişin sembolüydü..
1895'te Bask'ta doğmuştu.
Yoksul bir madenci ailenin çocuğuydu.
Parasızlık nedeniyle okuyamamıştı.
Balık satarak, hizmetçilik yaparak büyümüştü.
1917’de İspanya Sosyalist İşçi Partisi’ne üye oldu.
1920’de, İspanya Komünist Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı.
1930’da İspanya Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne seçilen ilk kadındı.
1933’te İspanya parlamentosuna milletvekili seçildi.
1934’te Paris’te düzenlenen Dünya Kadın Kongresi’nde ülkesini temsil etti.
1936'da temsilciler meclisine başkanlık etti.
1939'da Madrid’in düşmesiyle önce Paris’e, ardından da Sovyetler Birliği’ne sığındı.
1944'de İspanya Komünist Partisi’nin genel sekreteri oldu..
1960'da partinin başkanlığını üstlendi.
1975'de Franco ölünce ülkesine geri döndü.
1977'de tekrar milletvekili seçildi.
1989'da 93 yaşında öldüğünde İspanya Komünist Partisi'nin başkanı olarak mücadeleyi sürdürdü
Dizlerinin üzerinde yaşamaktansa, ayakta ölmeyi tercih etti.
Ve o sözü hiç unutulmadı.
No Pasaran!
Geçit Yok!


*. *. *



İskoçya Glasgow'da bir heykel.
Clyde Caddesi'nde.
Bir kadın heykeli.
Siyah giysili.
Pelerinli.
Heybetli.
İki elini yukarıya kaldırmış.
Başı dik.
Bakışlarında umut, kararlılık, direniş var.
Adı, Le Pasionaria.
Şöyle yazıyor altında.
"Dizlerinin üzerinde yaşamaktansa, ayakta ölmeyi yeğle."

Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...