12 Ocak 2025 Pazar

ADALETİN PUSLU AYNASI

Datça’da 5 ay öncesi, serin bir eylül gecesiydi. Milli basketbolcu İlkan Karaman, yeni taşındığı evin önünden geçen sessiz yolda yürürken, yıllarca peşinden koştuğu topun aksine bu kez hayatında ilk defa gerçekten durup dinlenmiş gibi hissediyordu kendisini. 
Fenerbahçe, Beşiktaş, Karşıyaka gibi bir çok takımda geçirdiği o yorgun yıllardan sonra belki de ilk kez yıldızlarla dolu gökyüzüne baktı, ayaklarının altındaki taşların çıkardığı çıtırtılar bile huzurun bir parçası gibiydi. Kısa bir an, o gece hayatını değiştirebilecek hiçbir işaretin olmadığını düşündü. Ama hayat, işaretleri her zaman göstermiyordu.
O sırada birkaç kilometre ötede, Emre Ali Önder, arabanın direksiyonundaydı. Bütün günün yorgunluğu üzerine alkol almış, zihnindeki karmaşayı dağıtmak için geceyi kucaklayarak annesine bir uyku ilacı götürmeye karar vermişti. Direksiyona geçtiğinde, bu kararın ne kadar ağır sonuçları olabileceğini bilmiyordu. Kafasında yankılanan düşünceler ve alkolün tatlı sersemliği, frene bastığı an yerini soğuk bir gerçekle değiştirdi. Araba kaydı, refüjü aştı, kontrolsüz bir hızla yolun karşısına geçti ve bir hayatın tam ortasında durdu.
İlkan’ın bedeni yere serildiğinde, gecenin sessizliği bir çığlık gibi yankılandı. Emre, arabadan indi, etrafına bakındı. Elindeki tüm mazeretler birdenbire bu sessizlikte anlamını yitirmişti. Ama korku, insanın kararlarını bulanıklaştıran en güçlü histi. Kaçtı. Hedefi hastaneye gitmekti, ama vicdanını oraya ulaştırmak için yeterince hızlı olamayacağını çoktan anlamıştı. 

Polis onu Datça Devlet Hastanesi'nin önünde buldu. Emre’nin kanındaki 1.19 promil alkol, İlkan’ın hayatını kaybettiği noktaya kadar dökülen kanın nedeniydi. Tüm olan bitenin ardından, Emre'nin söyledikleri basitti. 

"Amacım kaçmak değildi. Alkollüydüm, hata yaptım, üzgünüm.” 

Adaletin soğuk duvarları arasında, İlkan’ın ailesi hayatın onlardan aldığı oğullarını geri almayı umarak bekliyordu. Karşılarında, çaresizlikle ayakta durmaya çalışan Emre vardı. Avukatı, onun da bir insan olduğunu, bir hata yaptığını, ama bunu telafi etmek için bir fırsat verilmesi gerektiğini söyledi. İlkan’ın ailesinin gözlerindeki hüzün, bu telafinin hiçbir zaman mümkün olamayacağını haykırıyordu. 

Hakim kararını verdi. Emre tahliye edilecekti. Haftada iki gün imza verecek, yurt dışına çıkamayacaktı.
 "Adalet yerini buldu," dedi birileri. Ama İlkan’ın annesi, bu kelimelerin onun için hiçbir anlam ifade etmediğini sessiz bir çığlıkla anlatıyordu. Oğlunu kaybettiği günden beri gece yastığa başını koyduğunda hep aynı soruyu soruyordu: “Adalet kime göre, neye göre?” 

Şimdi Datça sokakları, adaletin sorgusuzluğunu sorguluyor. Çünkü bazen en yüksek çığlık, bir insanın içindeki derin sessizlikte yankılanır.
İlkan Karaman, yalnızca hayatını değil, adaletin ne kadar kırılgan olduğunu da kanıtlayarak bu dünyadan ayrıldı. Geriye, yıldızlarla dolu bir gece ve o yıldızlara bakıp, “Gerçekten adil bir dünya mümkün mü?” diye soran sessiz tanıklar kaldı.

FUTBOLUN PERDE ARKASINDA GİZLENEN İGRENÇ YÜZÜ

Amad Diallo, Manchester United’la yaptığı yeni sözleşmeyle manşetlerde yerini aldı. Fildişi Sahili’nden gelen bu genç yıldız, bir zamanlar tozlu sahalarda top koştururken kurduğu hayallerin gerçek olduğunu gösterecek şekilde Liverpool’a attığı unutulmaz golle bir kez daha sahneye çıktı. Diallo’nun hikayesi, bir başarı ve zafer masalı. Ancak aynı hikaye, binlerce Afrikalı çocuğun paylaştığı daha karanlık bir gerçekliğin yalnızca küçük bir parçası.

Dünyanın dört bir yanında, futbolun büyüsü binlerce genci ve ailelerini kendine çekiyor. Ancak bu hayallerin peşinde koşanların çoğu, dolandırıcı menajerlerin kurduğu tuzaklara düşüyor. Sahte vaatler, uydurma denemeler ve hayaller uğruna ödenen birikimler, bir anda kabusa dönüşebiliyor. Çoğu genç, ya kaderine terk ediliyor ya da daha kötü senaryoların kurbanı oluyor.

🔳Karanlık Yüz: Futbol ve İnsan Ticareti

Her yıl, Batı Afrika’nın tozlu futbol sahalarından on binlerce genç, Avrupa’nın zengin kulüplerine transfer olma vaadiyle yola çıkarılıyor. Ancak çoğu kez bu yolculuk, trajediyle sonuçlanıyor. Foot Solidaire adlı yardım kuruluşunun tahminlerine göre, her yıl yaklaşık 15.000 çocuk sahte belgelerle yurtdışına çıkarılıyor. Gerçekleşmeyen hayallerin altında ise, modern köleliğin en acımasız yüzü yatıyor.

Watford’un eski orta saha oyuncusu Al Bangura’nın hikayesi, bu karanlığın en çarpıcı örneklerinden biri. Sierra Leone’den kaçarak bir Fransız’ın yardımıyla İngiltere’de futbol kariyerine adım atacağını sanan Bangura, kendini insan tacirlerinin ellerinde buldu. “Sadece futbol oynamak istiyordum,” diyor Bangura. “Ama kendimi hayatımın en karanlık anlarının ortasında buldum.”

Bangura, yaşadığı dehşetten kaçarak futbol dünyasında bir yer edinmeyi başardı ve Watford’la Premier Lig sahnesine çıktı. Ancak bu hikayenin bir istisna olduğunu biliyor. Bugün, insan ticaretiyle mücadele eden yardım kuruluşlarıyla çalışan Bangura, kendi hikayesinin farkındalık yaratmasını umuyor.

🔳Hayal Tacirlerinin Tuzağı

Afrika’da, futbol akademileri adı altında binlerce genç, sahtekar menajerlerin vaatlerine kanıyor. United, Real Madrid, Paris Saint-Germain gibi büyük kulüplerin isimleri kullanılarak ailelerden binlerce dolar talep ediliyor. Ancak vaat edilen denemeler asla gerçekleşmiyor. Çocuklar ya terk ediliyor ya da seks ticareti gibi korkunç gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyor.

İspanya’da futbol oynama hayaliyle kandırılan Ginelilerden biri olan Tidiane, ailesinin tüm birikimlerini Barcelona’daki bir akademiye kabul edilmek için sahte menajerlere verdiğini söylüyor. "Belgelerle geldim, ama hiçbir şey gerçek değildi" diyor Tidiane.

🔳FIFA’nın Çıkmazı

FIFA, uluslararası genç oyuncu transferlerini yasaklayan 19. maddeyle bu ticareti kontrol altına almaya çalışsa da, bu yasağın çevresinden dolaşanlar için hala boşluklar mevcut. Kulüpler, aileleri futbol dışı sebeplerle başka bir ülkeye taşınmış gibi gösterecek sahte senaryolar yaratıyor. Bu durum, modern futbolun karanlık tarafının sadece bir yüzünü oluşturuyor.

🔳Bir Hayalin Bedeli

Futbol dünyası, Diallo gibi başarı hikayeleriyle parıldarken, bu parlak ışıklar altında gölgede kalan binlerce genç var. Onların hikayeleri, modern köleliğin ve hayal tacirlerinin izlerini taşıyor. Amad Diallo’nun attığı goller gibi unutulmaz anlar yaratmak isteyen çocuklar, çoğu zaman geri dönüşü olmayan yollara itiliyor.

Futbol, bir sporun ötesinde, bir umut kaynağı. Ancak bu umudun suistimal edilmesine göz yummak, hayalleri kabusa dönüştüren bir düzeni beslemek demek. Bu yüzden futbol dünyasının sadece zafer hikayeleriyle değil, sahne arkasında yaşanan trajedilere de ışık tutması gerekiyor. Diallo’nun zafer dolu hikayesi, bir uyarı niteliği taşımalı: Hayalleri gerçekleştiren bir sistem, aynı zamanda binlerce çocuğun hayallerini de yıkmamalı.

İTİBAR


Bir devlet adamı düşünün ki saraylar yerine küçük bir çiftlik evinde yaşamayı seçmiş, zenginlik yerine sade bir hayatı kucaklamış olsun. José Alberto Mujica Cordano, nam-ı diğer Pepe Mujica, dünyanın belki de en mütevazı liderlerinden biri olarak tarihe geçti. Onun hikâyesi, sadece Uruguay’ın değil, tüm dünyanın yönetici sınıflarına bir ders niteliğinde.

Mujica, başkanlık döneminde maaşının %90’ını bağışlayarak "dünyanın en fakir devlet başkanı" unvanını kazandı. Ancak bu fakirlik yalnızca maddi ölçütlere dayanıyordu. Onun kalbi ve idealleri, herhangi bir servetin ölçemeyeceği kadar zengindi. Çünkü Mujica, gerçek zenginliğin gösterişte, servette değil; sade bir yaşamda, insanlık onurunda ve halkına adadığı bir ömürde saklı olduğuna inanıyordu.

Hayatı boyunca makam araçlarını reddetti, lüksü ve şatafatı küçümsedi. Halkıyla aynı sofrada oturdu, aynı zorlukları paylaştı. Kendi elleriyle ektiği çiçekleri sularken, sadece Uruguay için değil, dünya için de bir örnek oluşturdu. Onun en büyük mirası, dürüstlüğü, alçakgönüllülüğü ve halkına olan sevgisiydi.

Ama şimdi, hayatının son demlerinde, ölümün soğuk gölgesinde dahi, Mujica’nın mesajı dimdik ayakta. Bizlere hatırlattığı şey şudur.
Bir liderin itibarı, sahip olduğu güçle değil, o gücü nasıl kullandığıyla ölçülür. Saraylara kapanmak yerine halkının yüreğine dokunan bir lider, gerçek bir liderdir. İnsaniyetin değerini mal mülkten üstün tutan bir yönetici, gelecek nesillere ışık tutar.

Mujica, yaşamıyla devlet yöneticilerine sadece bir model değil, aynı zamanda ahlaki bir çıta bıraktı. Gücün yozlaştırıcı cazibesine kapılmadan, halkı için yaşayan bir liderin hikâyesi, modern dünyanın kaotik arenasında yıldız gibi parlamaya devam edecek.

Kanser gibi acımasız bir hastalığın pençesinde, günlerinin sayılı olduğunu bilmek belki de onu korkutmuyor. Çünkü ardında bıraktığı miras, ölümsüzdür. José Mujica, sadeliğin içinde bulunan zenginliğin ne demek olduğunu tüm dünyaya öğretti. Ve bu ders, insanlığın kalbine kazınacak kadar güçlüdür.

Bir gün hayat sona erdiğinde, arkamızda ne bıraktığımız önemlidir. José Mujica, yalnızca Uruguay için değil, dünya için de bir ışık oldu. Onun öğretileri, saraylardan değil, mütevazı bir çiftlik evinden yayılan bir aydınlanma çağrısıdır. Ve bu çağrı, tüm devlet yöneticilerine sesleniyor: "Unutmayın, güç halkınız için bir hizmettir, kendiniz için bir hak değil."

Öne çıkan

NE GÜLÜP DURUYORSUN TERBİYESİZ PAPAĞAN?

Asırlar evvel, Libya 'nın sıcak ve sessiz topraklarında bir adam yaşardı. Adı Apsethus ’tu. Derin bir yalnızlıkla çevrili bu...