28 Temmuz 2018 Cumartesi

RAMAZAN PİDESİNİN KOKUSUNA HASRET GİTTİLER


Tarihler 1955’i gösteriyordu.
Eylül’ün 6’sı.
Akşam saatleri.
Fener Balat’ta Zehra Hanım bütün Rum komşularını uyarmaya başladı.
“Evinize kapanın, ışıkları yakın ve mümkünse pencerelerinize Türk bayrağı asın.”
Rumlar şaşkındı.
Ne olduğunu, ne olacağını anlamamıştı.
Bazıları Zehra hamını dinledi.
Evine çekildi, lambayı yaktı, penceresine Türk bayrağı astı.
Bazıları ise oralı bile olmadı.
Bir iki saat sonra mahalleyi eli sopalı adamlar bastı.
Sopalar tek tornadan çıkmıştı.
İstanbul’un diğer semtleri Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı, Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek Moda, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy gibi Balat da devlet destekli milisler tarafından basılmıştı.
Bağırıyorlardı.
“Türkiye Türklerindir.”
“Gavurlar defolun.”

*.  *.  *

Kin ve nefret dolu kalabalık sokakta gördüğü Rum’u, yahudiyi, her azınlığı dövüyor, ışığı yanmayan evi taşlıyordu.
Ellerinde benzin şişeleri vardı.
Azınlıkların önce camlarını kırıyor sonra pencereden içeriye benzin şişelerini atıp yakıyorlardı.
O sırada uzakta Yedikule Kilisesi yanıyordu.
Evlerinde korkuyla bekleyen Rumlar kilisenin kubbesindeki kurşunların erimesini gözyaşlarıyla izliyordu.
Gözü dönmüş kalabalığın en büyük tepkisi mahallenin bakkalı Bodoz’a idi.
Bodoz biraz kazıkcıydı.
Dükkanını yağmadılar, ne varsa talan edip, ateşe verdiler.
Dükkan yanarken bağırıyorlardı.
“Al sana Bodoz, al sana Bodoz”
Ama Bodoz'u bulamadılar.
O çoktan kayıplara karışmıştı.



Andon o yıl 8 yaşındaydı,
Kurtuluş’ta yaşıyordu.
İki gün boyunca eve hapsolmuştu.
Olaylar biter bitmez anne ve babasıyla anneannesi Katina’nın Balat’taki evinde aldı soluğu
Bakın gördüklerini nasıl anlattı.
“Anneannemin evine gittiğimizde ev dört duvar kalmıştı. Anneannem karşıdaki komşusu Zehra Hanım’a gitmişti. Evini yıktıkları zaman komşusu Zehra bayrağı tutuyor, anneannem de alkışlıyormuş ki belli olmasın Rum olduğu. Kendi evinin yıkılışını alkışlayarak izlemiş yani.  Evde hiçbir şey kalmamıştı. Büyük bir çaydanlığı vardı, bakır.  Onun üstünde bile tepinip tepsi gibi dümdüz etmişlerdi.”

*.  *.  *

Angel ile Angelica Maschas o günlerde 20 yaşlarında bir çiftti.
Yeni evliydiler.
Onlar da Balat’ta yaşıyorlardı. 
Ailelerinin yardımıyla bir yuva kurmuşlardı.
Mutluydular.
Hep el eleydiler.
Yüzlerindeki gülümseme hiç eksik olmazdı.
Mahallenin sevilen insanlarıydılar.
Ama 6-7 Eylül olaylarında onlar da zülum gördü.
Evleri talan edildi.
Ölümden zor kurtuldular.

Ülke genelinde olayların yatışmasından sonra 
Angel Maschas ve eşi Angelica Maschas 150 bin İstanbul Rum’u gibi Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı.
Yeni vatanları artık Yunanistan'dı.
Atina.
Nice zorlukları aşıp, yeni yuvalarında hayata tutundular.
Ama İstanbul’u hiç unutmadılar.
O mis gibi kokan Ramazan pidesini.
Kandil simidini.
Komşuları Zehra hanımın ilgisini.
Beyoğlu’nu, İstiklal Caddesini, Pier Loti’yi.
63 yıl Atina’da sürgünde gibiydiler.
Yaşlanınca, evlatlarına yük olmamak için Atina yakınlarında bir yaşlı evinde kalmaya başladılar.
Ama yine mutluydular.
Yine yüzlerinden gülümseme eksik olmuyordu.
Geçen hafta yürekleri sarsan o feci yangından kurtulamadılar.

Cesetleri birbirlerine sarılmış vaziyette bulundu.
Angel Maschas ve Angelica Maschas.
İki İstanbul Rum’u. 
İki güzel insan.
Ramazan pidesinin kokusuna hasret gidenlerden.

PEPUK KUŞLARININ HİKAYESİ


Baharın gelmesiyle Munzur'da kengerler yerden bitmeye başlar.
Kenger papatyagillerden dikenli bir ottur.
Yemeği, sakızı, kahvesi yapılır.
Kengerlerin yeşermesiyle de Pepuk kuşları acı acı ötmeye başlar.
Pepuk kuşu, guguk kuşudur.
Acı acı ötmesinin elbet bir nedeni vardır.


*. *. *


İki kardeştiler.
Biri kız, biri erkek.
Abla kardeş.
Yaşları daha 15 bile değildi.
Anneleri öldü.
Babaları başka bir kadınla evlendi.
Üvey anne iki kardeşi hergün çalıştırıyor, dövüyor, kötü davranıyordu.
Bir bahar sabahı Munzur'a sürdü onları.
'Gidin, kenger toplayın, gelin' dedi.
Sonra da ekledi.
'Toplamazsanız dayak var!'
İki kardeş tırmandı Munzur'a.
Topladılar kengerleri.
Çuvalı erkek kardeş sırtladı.
Hava kararmadan dönüşe geçtiler.
Abla birara çuvaldan şüphelendi.
'Dur' dedi kardeşine..
Açtı çuvala baktı, içinde hiç kenger yok.
'Eyvah' dedi, 'üvey anne dövecek.'
Sonra kardeşine bağırdı.
'Sen yedin kengerleri.'
Kardeş yemin etti..
'Ben yemedim, yeminle ben yemedim..İstersen yar karnımı bak.'
Abla inanmadı kardeşine.
Karnını yardı.
Ama midesi boştu.
Sonra bir çuvala baktı.
Çuvalın altı delikti.
Kengerler delikten düşmüştü.
O sırada karnı yarılan kardeş öldü.
Abla deliye döndü.
Kendini yerden yere attı.
Kardeşine inanmamış, onun katili olmuştu.
Hemen bir ağıt yaktı orada.


"Keko-Pepo
Kam kıst?.
Mı kıst..
Kam şüt?
Mı şüt.
Kam dardwe?.
Mı dardwe. "


Gözyaşları sel oldu..
Sonra Allah'a yalvardı.
"Allah'ım beni Pepuk kuşu yap.. Bu dağlara bırak.. Bırak da dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım!."
Ablanın duaları kabul oldu.
O an Pepuk kuşu olup havalandı.
Ogün bugün her kengerler yeşerdiğinde Pepuk kuşları acı acı öter..

"Keko-Pepo
Kim öldürdü?
Ben öldürdüm.
Kim yıkadı?
Ben yıkadım.
Kim kaldırdı?.
Ben kaldırdım."


*. *. *
Ünlü bir Dersim efsanesidir Pepuk Kuşu'nun hikayesi.
Dayak korkusuyla kardeş katili olan birinin acı öyküsüdür bu.
Ders alınacak bir öyküdür.
Benim ülkemde yıllardır kardeş kardeşi öldürüyor.
Cenazelerin ardı arkası kesilmiyor.
Her cenaze töreninde analar gözyaşı dökerken,
Dağlarda, ağaçlarda Pepuk kuşları acı acı ötüyor..
Neden?
Emperyalizmin kirli oyunlarından.
Egemenlerin yarattığı binbir çeşit korkudan.
Kardeşine inanmamaktan.
Üveylerin baskısından.
Oysa kardeş katili olmaya da.
Pepuk kuşu gibi ağlamaya da gerek yok.
Tek ihtiyacımız barış.
Barışla kalın.

Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...