Kayıtlar

Mart 16, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MEVSİMLERDEN ÇAĞLA BAHARI

Resim
Şimdi "Çağla" zamanı. Süre çok kısa. Topu topu 15-20 gün. Yedin yedin.. Yemedin önümüzdeki seneye. Çağla, bademin çiğ hali. Çağla badem, ham iken yenilen ender meyvelerden. Bu hali, bana göre en leziz hali. Tuza batır, katır kutur. Datça yarımadasında bir ay önce patlayan badem çiçekleri yerini çağlalara bıraktı. Ağaçlar yeşeren yapraklarıyla birlikte meyveleri vermeye başladı. Baharın müjdesi bu. Kar beyazı çiçekler yerini yeşile bıraktı. Bugünler her yer yemyeşil. Ve bugünler hasat zamanı. Köylü özenle topluyor çağlaları. Kilosu 15 liradan toptancıya veriyor. Toptancı büyük kentlerde yarım kilosu 100 liradan satışa sunuyor. Yüzde 1300 kar. Ne güzel iş değil mi? Kilo kilo al, gram gram sat. Paraları cebe at. Sonra yangel yat. Bize dayatılan ekonomi işte bu. "Serbest Piyasa Ekonomisi" diye yazılıyor, "Harami düzeni " diye okunuyor!. Yersen.. Çağla badem deyip geçmeyin. Çok derde devadır. Antioksidandır. Liflidir. Magnezyumu boldur. E vitami

İŞTE BELGELERİYLE KNİDOS SOYGUNU

Resim
Canlı tanıklar  anlatıyor 1974  yılıydı. Yaz ayları. Yunan cuntası Kıbrıs ’ta darbe yapmıştı. EOKA , adayı Helen Cumhuriyeti ’ne ilhak ettiğini açıklamıştı. Türkiye’nin tepkisi sertti. Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’a harekata hazırlanıyordu. Türk-Yunan düşmanlığı hat safhadaydı. İki ülkenin gazeteleri, siyasileri birbirlerine nefret kusuyordu. Artık savaş kaçınılmazdı. İşte o günlerde  Tilos Adas ı’ndan  Knidos’ a bir yat yaklaştı.. Yat, Yunanistan bayraklıydı.. Knidos ’ta kazı vardı.. Jandarma hemen alarma geçti.. Jandarma çavuşu kazıyı denetleyen bakanlık yetkilisi  Ercan Çokbankir ’e koştu.. “Efendim ” dedi,  “Yunan bandıralı bir yat geldi, ne yapalım?. ” Ercan Çokbankir , “ bu ortamda gelebiliyorlarsa demek ki, art niyetli değiller ” diye cevap verdi. Jandarma yatın limana girmesini onayladı. Gelenler bilim insanı, akademisyendi. Çevreyi gezdiler, Knidos kazısını izlediler.. Akşam kendilerine iyi misafirperverlik gösteren bakanlık yetkilisi  Ercan Çokbanki r’i yatta yemeğe da

KARGA BOKU

Resim
Köy yerinde ikindi vakti. Çıt yok. Herkes susmuş, sessizlik konuşuyor. Zaman durdu sanki. Birden bir damlama sesi. "Şıp... Şıp!." Alt mahalledeki çeşmenin musluğu bu. Tamir gerekli O arada yan arsaya bir  karga  kondu. Tedirgin ama ürkek değil. "Gakk!" Biraz etrafı kolaçan etti. Sağa sola baktı, yere pisledi. Sonra kanatlandı, gitti. Gece bir domuz girdi o arsaya. Karganın pislediği yeri eşeledi. Domuz eşeledikçe toprağın üstündekiler alta indi. Aylar sonra bir fidan bitti orada. Karganın pislediği yerde. Yavaş yavaş büyüdü. Dal oldu, yaprak oldu. Ve bir ağaç oldu.. İncir ağacı. Önce karıncalar sardı ağacı. Sonra sinekler, sonra börtü böcekler. En son da kuşlar. Böcekler ağacın filizlerini, meyvalarını yedi, kuşlar böcekleri. Alakargalar da incirleri. Hayvanlar alemi o ağacın çevresinde bir dünya kurmuşlardı kendilerine. Karganın pisliğiyle harcı karılan, domuzun eşelemesiyle temeli atılan bir dünya. O yan arsada yaşam böyle süregiderken, bir insan çıktı ort

CENNETİ ARAYAN CEHENNEM ÇOCUKLARI

Resim
Hiç düşündünüz mü?. Biz kimiz? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Stephen Hawking şöyle tarif etmişti bizi. " Biz, oldukça ortalama bir yıldızın ufak bir gezegenindeki gelişmiş maymun türleriyiz. Fakat evreni anlayabiliyoruz. İşte bu bizi çok özel kılıyor." Sizce sıradan bir insanın tarifi bu mu?. Biz gerçekten doğayı, evreni anlayabiliyor muyuz?. Doğada bizi diğer canlılardan özel kılan tek şey aklımız. Aklımız düşünceyi üretiyor, düşünce de bilgiyi. Google CEO'su Eric Schmidt 'e göre uygarlığın başlangıcından 2003 yılına kadar ürettiğimiz bilgi miktarını, günümüzde her iki günde bir üretmekteyiz. İnanılmaz bir istatistik. İnsanlık hiçbir dönemde bugünkü kadar fazla düşünce üretmedi. Ama insanlık bugünkü kadar da çalkantılı bir dönem yaşamadı. O halde şu soruyu sormak gerekmiyor mu? Düşünce ve bilgi insanoğluna mutluluk getirdi mi?.  Ya da düşünce ve bilgi insanların mutluluğu için kullanıldı mı? Bilgisayarlar, akıllı telefonlar, televizyonlar bize ne verdi?. Ardı

KARADUTUM, ÇATAL KARAM, ÇİNGENEM

Resim
Adı, Mari Gerekmezyan 'dı. Türkiye'nin ilk kadın heykeltraşlarından biriydi. Ermeni asıllıydı. Güzel Sanatlar Akademisi'nde misafir öğrenciydi. Çok başarıydı. Okulda bir asistana aşık oldu. Asistan ünlü bir ressam ve şairdi. Üstelik de evliydi. Delice sevdiler birbirlerini. Dillere düştüler. Sevdiği adamın büstünü yaptı. Ünlü ressam da onun portrelerini çizdi. Günlerce aylarca büyük bir aşk yaşadılar. Birbirlerine seranat yaptılar. Mari' nin kaşı kara, gözü kara, bahtı da karaydı. Ailesi ve Ermeni toplumu onu terketti. İtinayla yalnızlaştırıldı. Dönemin basını, Ermeni olduğu için Ankara’daki Resim Heykel sergilerinde üst üste aldığı ödüllerde adını bile geçirmedi. Buna ragmen sevgilisini hiç terketmedi. Ta ki hastalanana kadar. 1947 yılında tüberküloza yakalandı. İstanbul Alman Hastanesi ’ne yatırıldı. Durumu ağırdı. Antibiotik gerekiyordu. Ama dünya savaşı yeni bitmişti. Ülkede ilaç yoktu. Ünlü ressam sevgilisini kurtarmak için tablolarını sattı. İlaç için h

NEYİ ARIYORSAN, SEN OSUNDUR.

Resim
Yıl 1905 'di. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Theodore Roosevelt, rezervasyonlardaki kızılderililerin şikayetleri üzerine bir toplantı düzenlemişti. Kızılderili şefleri trenle New York'a getirildi. Bir heyet kendilerini karşıladı. Konuklara toplantı öncesi kenti gezdiriyorlardı. Sokaklardaki insan seli, arabaların, iş makinalarının gürültüsü kızılderilileri şaşırtmıştı. Birara Oglala Lakhotaları'nın şefi ve şamanı Hehaka Sapa (Kara Geyik) bir Ağustos böceğinin şarkısını duyduğunu söyledi. Yanındaki diğer reisler onayladı. Ama beyaz adamlar inanmadı. Kentte Ağustos böceğinin olmayacağını, olsa bile bu gürültüde duyulamayacağı söylediler. Kara Geyik ısrar etti. Arabayı durdurdu. İndi, ilerideki parka gitti ve bir ağaçta Ağustos böceğini gördü. Amerikalılar şaşırmıştı. "Olamaz " dediler, " Sende doğaüstü güçler var." "Hayır" dedi Karageyik, "Ağustos böceğini duymak için doğaüstü güce ihtiyaç yok." Amerikalılar, " O zaman

KIYILAR HALKINDIR, KİRALANAMAZ

Resim
Sadece direnenler kazanır İtalyan yazar Luciano de Crescenzo der ki; "Biz hepimiz tek kanatlı melekleriz, ancak birbirimize sarılırsak uçabiliriz." Datçalılar Kurubük 'ün kiralanmasına karşı çıkarak birbirlerine sarıldılar. Uçtular. Ve hedefe ulaştılar. Kurubük'ün sermayeye peşpeş çekilememesinin nedeni Datçalılar'ın kararlı mücadelesindendir. Birlikte bir sinerji oluşturarak Kurubük'ü Türkiye'nin gündemine taşıdılar. Onların  bu  yasal, onurlu mücadelesine Datça Belediyesi, Kent Konseyi, Kıyı Çalışma Grubu, MUÇEP Datça ve diğer sivil toplum örgütleri büyük destek verdi. Ayrıca başta Habertürk olmak üzere, Sözcü, Hürriyet, NTV, CNNTürk, Foxtv, Vatan, T24, Haber Hürriyeti, Egenin Sesi, Muğla Devrim gibi yayın kuruluşları sayfalarını, ekranlarını  bu  onurlu direnişe ayırdılar.   Ülkenin çeşitli yerlerinde yaşayanların sosyal medya aracılığıyla verdiği destek de Datçalılar 'ın gücüne güç kattı. Sonuçta kazanan Datça oldu, Tü

AH O PALAMUT AĞACI

Resim
Eskiden palamut ağaçlarıyla doluymuş, Datça'nın güzel koyu. O yüzden Palamutbükü denmiş. Zamanla kesilmiş o palamutlar. Yerlerine badem dikilmiş. Şimdi parmakla sayılacak kadar azlar. Ama dev palamutlar. Tepelerde. Kumyer Köyü'nde. Zamana meydan okur gibiler. Heybetliler. Aşağıda güzelim Palamutbükü 'nü seyrediyorlar. Atinalı tarihçi Thukidides ile sanat tarihçisi George E.Bean 'a göre onların bugün durduğu yerlerde antik çağın çok önemli bir kenti vardı. Adı Triopion 'du. " Üç yöne bakan" demekti. En yukarıda görkemli bir akropolisi. Asklepios kutsal alanı. Ve gür suyu olan bir pınar. Pınarın üzerinde de muhteşem bir köprü. Hayat vardı o palamut ağaçlarının altında. Kim bilir kaç aşık oturmuştu onların altına? Kaç ozan şarkılar söylemişti? Kimler piknik yapmıştı kim bilir?. Triopion 'da Dor Hexapolisi ( Altı kent birliği) nin Doreia festivalleri düzenlenirdi.. Müzikal ve sportif yarışmalar yapılırdı.. Sporcular kazandıkları madalyaları Apollon

KARTALI VURAN KENDİ TÜYÜNDEN YAPILMIŞ OKTUR

Resim
1955 yılının ılık bir bahar sabahıydı. Yakima kızılderili rezervasyonunda şaman Khe-tha-a-hi ( Kartal Kanadı ) bir yandan kutsal adaçay ı(sage) ile tütsü yapıyor, bir yandan da dua ediyordu. "Gete anishinaabe Anami ewin, O'o gichi Manidoo, O'o ogondaamaan noodinong." "Ey Büyük Ruh, Sesini rüzgarlardan işittiğim, Bütün dünyaya yaşam nefesini veren, duy beni!. Senin bilgeliğine ve gücüne ihtiyacım var." Henüz duası bitmemişti ki, bir anda nefes nefese torunu geldi. "Dede, dede!. Beyaz adam boz tepenin arkasında bir şeyler yapıyor. " Şaman kızdı. Homurlandı. Torununa sert bir ifadeyle "G it sor bakalım, ne yapıyorlar? " dedi. Küçük çocuk koşa koşa boz tepeyi aştı. Beyaz adamlara sordu. " Burada ne yapıyorsunuz? " Güldüler önce.. Sonra " Geceleri gökyüzünde parlayan davulu biliyor musun?" dediler, çocuğa. " Ay mı?" diye sordu. "Evet" dediler, " Buraya NASA üssünü kuruyoruz..İ

DUMANLI DAĞLARIN GÖZYAŞI: GERONİMO

Resim
Amerikalı General Philip Sheridan şöyle demişti. "The only good Indian is a dead Indian" En iyi Kızılderili, ölü Kızılderilidir. Sheridan'ın dediği gibi yaptılar. Çoluk çocuk öldürdüler. Hatta öldürmekle kalmadılar. İnsanlık tarihinin en acımasız zulümünü uyguladılar. “Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar.” İspanyol tarihçi Bartolome de Las Casas böyle anlatır, bu zulumu. 1858 yılının 28 Ağustos'uydu. New Meksiko'da dumanlı dağların eğilmeyen başı kaçak yaşıyordu.. O gece yarısı gizlice evine döndüğünde Bartolome de Las Casas'ın gördüğü manzaranın aynısıyla karşılaştı. Eşi, annesi ve 3 çocuğu İspanyollar tarafından vahşice öldürülmüştü.. Annesinin ve eşinin memeleri kes

BORNOVA'DAN SAKIZ'A BİR REÇELİN ÖYKÜSÜ

Resim
Binlerce yıllık İzmirli'ydiler. Dededen toruna. Panatiokis Korakis. ..Ve güzel eşi Rena. Bornova'da yaşıyorlardı. Eski adıyla Burunova'da. "Osmanlı Rumu"ydular. Biz de Rum denilence akla hemen Yunanlı gelir. Oysa Rum öz Anadolu insanıdır. Tarihte Anadolu Doğu Romadır. Rum, Doğu Romalı'dır.. Mevlana Celalettin Rumi mesela. Rum diyarının Mevlanası'dır. Erzurum mesela. Erzen-i Rum ( Rum merkezi ) 'dur. *. *. * Korakis çifti Bornova'daki iki katlı kavgir evlerinde reçel yapıyorlardı. Mahallede ünlendiler. Zamanla bu uğraşı ticarete döktüler. Çeşitli meyvelerden reçeller yaptılar. Çok tutuldular.. Özellikle Sakız adasından gelen sakızlardan yaptıkları en gözdeydi. İşleri tam yoluna girmişti ki, mübadele başladı. Lozan anlaşmasına göre Yunanistan'daki müslümanlar Türkiye'ye gönderilecek, Türkiye'deki ortodokslar da Yunanistan'a gidecekti.. Bir değiş, tokuştu bu. Bu nedenle binlerce insan evinden yurdundan edildi. Hatta Karam

DATÇA'NIN EVLİYA ÇELEBİ'Sİ..

Resim
Bizim meslekte bir söz vardır. " Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur" derler. Datça'da böyle biri var. Gazeteci olmamış ama. Gazeteci doğmuş. Muzaffer Özgen o. Çoğumuzun Muzaffer hocası. Meslekten değil, yürekten gazeteci. Asıl mesleği resim öğretmenliği. Ama yüreğindeki işi yapıyor. Kendi internet sayfasında yazan bir muhabir. Datça 'nın habercisi. Yarımada'nın Evliya Çelebi 'si. Elinden düşmeyen fotoğraf makinası.. Arkadaşı Ekrem İpek ile, dağ taş, dere tepe aşındırır durur.. Hiç durmaz. Basmadık yer bırakmaz. En ilginç olaylar onun kalemindendir. En güzel fotoğrafları onun objektifi yakalar. En bilinmeyen onun sayfasından okunur. En merak edilenleri o paylaşır. Datça Yarımadası ’nın sosyal, kültürel, tarihsel , doğal, tüm özellikleri ondan sorulur. Köyler.. Koylar.. Camiler.. Kiliseler.. Şapeller.. Sarnıçlar.. Deniz fenerleri.. Yel değirmenleri.. Dağlar.. Bağlar.. Mağaralar.. Şelaleler.. Çiçekler.. Böcekler.. Ağaçlar.. Bitkiler.. Hayvanlar..

KNİDOS'A SAVRULAN KÜLLER.

Resim
Dr.Peter J.Reynolds İngiliz bir arkeologdu.. Antik çağ kentlerine meraklıydı.. Heykellerle, tapınaklarla değil kentlerin yerleşimi ve doğasıyla ilgilenirdi.. Bir Datça hayranıydı.. Özellikle de Knidos 'a.. Knidos'un onun hayatında ayrı bir yeri vardı.. Ege ve Akdeniz 'in buluştuğu topraklarda kurulan bu antik kent onu adeta büyülemişti.. 20 yıl boyunca defalarca geldi.. Arkadaşlarını getirdi.. Panellerde, televizyon programlarında Knidos'u dilinden düşürmedi.. Ölmeden kısa bir süre önce Knidos'ta kızı Jemma'ya, " Buraya aşığım, küllerimi buraya savurun" demişti.. 2001 yılında yine bir Knidos gezisinde Türkiye'de öldü.. Kızı Jemma, babasının cenazesini İngiltere'ye götürdü.. Cenaze yakıldıktan sonra külleri alıp tekrar Knidos'a döndü.. Ege ve Akdeniz'in buluştuğu yerde külleri denize savurdu.. Dr.Peter J.Reynolds artık sonsuza dek Knidos'taydı.. Kızı Jemma vasiyeti yerine getirmenin huzuru içindeydi. Son gorevi yerine getirm