28 Mart 2025 Cuma

SAMET; BU ÇAĞIN ADI

Samet daha 19 yaşında bir üniversite öğrencisi. Henüz bahar mevsimini bile tam yaşamamış bir ömrün ilk cümlelerinde, kendi hikayesini yazmaya çalışan bir genç.
Hayalinde özgür, adaletli, onurlu bir yaşam var. Bir ülke düşlüyor; sabahlarının umutla başladığı, akşamlarının korkuyla bitmediği.

Bu düşle, Saraçhane'deki eylemlere katıldı. Yanında, onun gibi inatla hayal kuran arkadaşları vardı. İçindeki öfkeyi sloganlara yükleyerek boşaltmaya çalıştı. Ne bir taş attı, ne bir cam kırdı. Sadece sesini duyurmak istedi. Ama duyulmadı. Onun sesi, biber gazının dumanında boğuldu, çığlığı copların gürültüsünde kayboldu.
Devletin şiddetli ve soğuk yüzüyle orada tanıştı. Bedenine inen darbelerden çok, ruhunda yankılanan adaletsizlik canını yaktı. O gün gözaltına alınmadı belki ama korku onunla birlikte evine döndü. Kıyısında yaşadığı zulmün merkezinden yara almıştı. Ve sonra, Aposto'dan gazeteci Ayça Örer’e anlattıkları bu topraklarda binlerce gencin feryadına dönüştü.

"Bu ne ya? Polis benim polisim, ben bu devletin vatandaşıyım ama dayak yemem de normal. Ne yapmışım ben? Yurtta yer bulamamışım, öğrenci evinde iki arkadaşımla aynı odayı paylaşırsam ancak kalabiliyorum, sabah akşam poğaça makarna yemekten kabız olmuşum, babam bana ayda 10 bin lira gönderirse onlar memlekette darboğaza giriyor, mezun olunca yüzbinlerce işsizden biriyim, fotokopicide aylığı 18 bin liraya sabah 8'den akşam 8'e kadar fotokopi çekiyorum. Korkuyorum ya, geleceğimden korkuyorum. Parasızlıktan değil ömrümü böyle geçirmekten, yabancı bir ülkeye gitmek zorunda bırakılıp orada üç kuruşluk işçi olmaktan. Bunu söyleyince de dayak yiyorum."

Samet’in sözleri yalnızca bir şikayet değil, bir çağrının yankısı. Duvarlara çarpa çarpa yankılanan, cevap arayan, adalet dileyen bir çağrı. Onunki sadece bireysel bir serzeniş değil, yüzbinlerin içine düştüğü kolektif bir yorgunluğun ifadesi. Çünkü bir nesil artık yalnızca geçinememekten değil, var olamamaktan mustarip. İnsanca yaşamak gibi temel bir hak, onlar için lüks bir hayal olmuş durumda.
Oysa istedikleri zaten olması gereken. Sadece emeklerinin karşılığını almak, hak ettikleri gibi yaşamak, geleceğe güvenle bakmak. Mülakat odalarında ezilmek değil, liyakatle yükselmek istiyorlar.  Bir yurt köşesinde değil, yurtlarında huzurla yaşamak istiyorlar.
Ama ne zaman seslerini duyurmak isteseler, karşılarında ya bir barikat ya da bir cop buldular. Çünkü bu ülkede hayal kurmak bile lüks artık. Özgürlük istemek, ekmek istemek, eşitlik istemek; hepsi birer "tehdit" sayılıyor.
Samet’in hikayesi burada bitmiyor. Çünkü Samet, bir kişi değil; bir çağın adı. O, yarım kalmış cümlelerde, bastırılmış haykırışlarda, unutulmuş geleceklerde yaşıyor. Ve belki bir gün, bu topraklarda birileri onun sesini duyar. Belki bir gün, hayaller suç olmaktan çıkar.
Ve belki bir gün, Samet gibi gençler başka ülkelerin değil, kendi ülkelerinin umudu olurlar.
Çünkü umut, her zaman en son söylenendir.
Ve bu hikayede, daha son söz söylenmedi.

Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...