5 Ocak 2025 Pazar

BU SOHBETE BAYILACAKSINIZ


Datça yarımadasının üç yakasında, üç ayrı köyden üç dost... Çocukluktan tanırlar birbirlerini. Aynı toprağın kokusunu içlerine çekmiş, aynı dereden su içmiş, aynı rüzgârın savurduğu papatyalara takılmış gözleri.
Batı Datça'dan(Yazı Köy) Sinyor Günay Kaptan, Doğu Datça'dan(Emecik) Bekir Cümen ve Orta Datça'dan(Reşadiye) Y. Ziya Özalp.
Onlar, birbirinden farklı aksanları, şiveleri ve tabii ki birbirinden ayrı kahkahalarıyla Datça'nın renkli mozaiğini oluştururlar.

Günlerden bir gün, bu üç eski dost Reşadiye meydanındaki kahvede buluşur. Ortalık cıvıl cıvıl, herkes kendi gündemiyle uğraşırken, onlar masanın köşesinde hararetli bir tartışmaya tutuşmuşlardır.
Konu: “NEREYE GİDİYORSUN?” sorusunun en güzel şekilde nasıl söyleneceğidir. Çünkü her biri, kendi şivesinin diğerlerinden daha doğru ve tabii ki daha "ince" olduğuna emindir.

Sinyor Günay Kaptan, bir elini bardağındaki çaya, diğerini burnunun altındaki bıyığa götürerek konuşmaya başlar:

Bakın şimdi, esas ‘nereye gidiyorsun?’ şöyle söylenir: ‘NEREYE GİDİİYRUUUN?’ Böyle bir uzatma, böyle bir ahenkle Datça’nın rüzgârını, denizin dalgasını içinde hissedersin. Bu, şivemizin asaletidir!

Bekir Cümen, sandalyesini ileri kaydırır ve parmağını masaya vurur.

Yok ya! Hadi ordan! En doğalı, en samimisi benim söylediğimdir: ‘NEREYE GİDİCİSİN?’ Hem kısa, hem net. Lafı dolandırmadan, mertçe sorarsın. Bir kere Datça’nın efeliği bu konuşmada var.”

Y. Ziya Özalp, diğer iki dostuna bakarak hafifçe gülümser. Her zamanki gibi sözünü sakınmaz.

İkiniz de yanılıyorsunuz, ağalar. Esas güzellik, ‘NEREYE GİDİPDURUUUN?’ demekte. Bir düşünün! Hem soruyorsun hem de karşı tarafın haliyle meşgul olduğunu hissettiriyorsun. Biz Reşadiyeliler, karşıdakinin halini hatırını göz ardı etmeyiz.”

Üçü de kendi söyleyişini birbiri ardına tekrar ederken, meydanda toplanan kalabalık kahkahayla izlemeye başlar.
Biri, "Bunlar bu tartışmayı kırk yıldır yapıyor!" derken, bir diğeri, "Gene başladılar!" diye ekler. Ama kimse müdahale etmez. Çünkü bu üç Datçalı'nın dostluğu, köylerin ayrılığına rağmen Datça’nın ruhunu temsil eder.

Akşamüstü, kahveci çay ocağını kapatırken, üç arkadaş hâlâ “nereye gidiyorsun” üzerine tartışmaktadır. Sinyor Günay, Cümen ve Yusuf Ziya… Bu üç Datçalı, ne kadar farklı olsalar da aynı gökyüzünün altında büyümenin güzelliğini bilir.
Onlar, Datça’nın üç rüzgarıdır; biri kuzeyden eser, biri doğudan, biri batıdan. Ama nihayetinde aynı denize ulaşırlar.

Ve o akşam Datça’da bir kez daha gülüşmeleri yankılanır:
Ee hadi bakalım, nereye gidiiyruuun? Nereye gidicisin? Nereye gidipduruuun?”

YAZIKLAR OLSUN HEPİMİZE

Yağmur kesildi.
Sular çekildi.
Belgeselci arkadaşım Orhan Soylu çekti bu fotoğrafları.
Ortaya çıkan tablo, insanlığın doğaya karşı işlediği en büyük suçlardan birinin sessiz ama bir o kadar da sarsıcı bir belgesi.

Her yer çöp. Plastik torbalar, kimyasal kalıntılar, inşaat artıkları.
Tonlarca kilometrelerce atık.
Üstelik bunların büyük bir kısmı doğrudan denize karıştı,  güzelim koylar zehirle kaplandı. Denizin mavisi, insanın açgözlülüğünden ve umursamazlığından griye dönüştü.

Dünyayı tekne ile dolaşan ilk denizcilerimizden Sadun Boro, yaşamının son günlerinde bu duruma dikkat çekmişti. Onun şu sözleri hâlâ kulaklarımızda yankılanıyor:

"Dünyanın hemen hemen tüm koylarını gezdim. Doğaya bizim kadar kötü davranan bir toplum görmedim. Daha beş nesil önce birbirini yiyen yamyamlar bile çevreye bizden daha duyarlı."

Bu cümleler bir utanç vesikası gibi önümüzde duruyor. İnsan eliyle yaratılan bu yıkımı görmek, yalnızca doğaya değil, kendi vicdanımıza karşı da işlenmiş bir suçun itirafı gibi.

Ama asıl soru şu: Biz buna nasıl izin verdik? 
Kendi yaşadığımız toprakları, berrak denizleri, yemyeşil doğayı çöplüğe çeviren bu kör düzeni nasıl görmezden geldik? 
Sessizliğimizle bu suça ortak olmadık mı?

Sadece kirliliği değil, kendi kayıtsızlığımızı da sorgulamalıyız. Eğer doğa böyle acı çekiyorsa, bunun suçlusu sadece bizi yönetenler, atıkları bırakanlar değil, aynı zamanda onlara ses çıkarmayan, tepki göstermeyen hepimiziz.
Hesap sormayan biziz!
Yazıklar olsun bize.

Doğayı tüketirken, aslında kendi geleceğimizi, çocuklarımızın yaşamını ve ortak değerlerimizi de tüketiyoruz. Eğer bu kısır döngüye bir son vermezsek, çöplükte yaşamayı hak eden bir toplum olarak tarihe geçeceğiz. Ve o zaman, doğanın bize "lanet olsun" deyişini gerçekten duyacağız.

Öne çıkan

KARANLIĞI DELEN IŞIĞIN ÇOCUĞU

Fırtına, geceyi delip geçen şimşeklerle Hırvatistan Smiljan köyünün ufkunu aydınlatıyordu. Küçük bir taş evin içinde bir kadın s...