Demokrasiler, özgürlüklerin gölgesinde büyüyen birer çınar ağacı gibidir. Bu ağacın en sağlam köklerinden biri de basın özgürlüğüdür.
Fakat Türkiye topraklarında, bu kökün zaman zaman kurşunlarla parçalandığını, kalemlerin kanla susturulduğunu gördük.
Özgürlük, çoğu zaman bir bedel ister ve bu bedeli gazeteciler çoğunlukla hayatlarıyla ödemiştir.
Hasan Fehmi Bey’in 1909 yılında Galata Köprüsü üzerinde vurulmasıyla başlayan bu sessiz direnişin öyküsü, bir asrı aşkın süredir yazılmaya devam ediyor. Sabahattin Ali'nin karanlık bir gecede Edirne yakınlarında öldürülmesi, yalnızca bir yazarın değil, bir halkın vicdanının susturulmasıydı.
Kirkor Zohrab, Ahmet Samim, Ali Şükrü Bey, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Hrant Dink, Metin Göktepe, Musa Anter ve daha niceleri. Her biri gerçeğin izini sürerken, kurşunların, işkencenin, linçin hedefi oldu. Son yüzyılda 70'den fazla gazeteci sinsi pusularda katledildi. Failleri, aslında biliniyordu ama hep meçhul kaldı!
Gazetecilik, yalnızca haber yazmak değildir; hakikatin ışığını karanlığın içine taşımaktır. Fakat bu ışık, çoğu zaman bir tehdit olarak görülür. Kalem tutan elleri hedef alan saldırılar, yalnızca bir kişiyi değil, bir halkın bilme ve sorgulama hakkını da öldürür. Her gazeteci cinayeti, demokrasinin bir parçasını daha alıp götürür.
Bugün, Türkiye'de basın özgürlüğü hâlâ ağır bir sınavdan geçiyor. Gazeteciler gözaltına alınıyor, sansür baskısıyla boğuluyor ve ekonomik güvencesizlikle mücadele ediyor. Özellikle yerel basın iktidar gücüyle susturuluyor. Uluslararası sıralamalarda basın özgürlüğü açısından gerilerde yer almak, yalnızca bir istatistik değil, bir toplumun özgürlükler adına verdiği mücadelede karşılaştığı engellerin aynasıdır.
Demokrasilerde basın özgürlüğü, yalnızca bir hak değil, bir zorunluluktur. Gazeteci, bir toplumun gözü, kulağı ve vicdanıdır. Susturulan her gazeteci, hakikatin bir köşesinin karanlığa terk edilmesidir. Fakat karanlık, ışığı sonsuza kadar engelleyemez.
Türkiye’nin öldürülen gazetecileri, sadece birer isim değil, birer semboldür. Onlar, hakikatin bedelini kanlarıyla ödedi ama, susturulamadılar. Çünkü gerçeğin sesi, bir kez duyuldu mu, onu ebediyen susturmak mümkün değildir.
Basın özgürlüğü, yalnızca gazetecilerin değil, bir toplumun onurudur. Susturulan her kalemle, bir milletin sesi biraz daha kısılır. Fakat özgürlük ve hakikat, er ya da geç yeniden yeşerir. Çünkü gerçek, hiçbir zaman sonsuza kadar hapsedilemez.
Bu yazı, hakikati haykıran ve bedel ödeyen tüm gazetecilere bir saygı duruşudur.
Bugün "10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'" ymüş.
Kutlayana, kutlu olsun!
#özgürbasınsusturulamaz