5 Mayıs 2020 Salı

İDAM SEHPASINDA KONÇERTO...



Adı Joaguin Rodrigo Vidre idi.
22 Kasım 1901’de İspanya’nın Valencia kentinde doğmuştu.
Henüz 3 yaşındayken, difteri salgını nedeniyle gözlerini yitirdi.
Ancak müziğe çok meraklıydı.
Bunu farkeden ailesi çocuklarını 8 yaşında keman ve piyano eğitimine başlattı.
Daha 18’ine girmeden armoni ve kompozisyon dersleri aldı.
Kısa sürede notalarla dans etmeye başladı.
Piyano virtüözü olduktan sonra onlarca klasik esere imza attı.
Adı artık duyulmaya başlamıştı.
1925′te yani 22 yaşında orkestra için bestelediği “Beş Çocuk “ parçası ile İspanya Ulusal Ödülü’nü kazandı.
Bu yurtdışında eğitimi için burs demekti.
Burslu olarak Paris’e gitti.
Fransa'da önemli isimlerden dersler aldı.
Dört yıl sonra kendisi gibi piyano virtüözü olan güzel bir genç kıza gönlünü kaptırdı.
Kızın adı Victoria Kamhi’ydi.
İstanbul’dan çok tanınmış bir annenin kızıydı.
Valencia’da evlendiler.
Victoria Kamhi, Rodrigo’nun gözlerinin görmemesi nedeniyle kariyerine son verip, kocasının asistanı olmak zorunda kalmıştı.
Onun bestelerini piyanoda notaya döküyordu.
Tarih 17 Temmuz 1936’ydı.
Rodrido ve eşi Victoria ile Fransa ve Almanya’da müzik çalışmasını sürdürürken, İspanya’da Sosyalistlerin kurduğu  “Halk Cephesi” iktidara gelmişti.
Bu sermaye sınıfı ve emperyalist güçler tarafından kabul edilemezdi.
İspanya bir anda iç savaşa sürüklendi.
Cumhuriyetçiler bir yandan faşist general Franco’nun güçleriyle, bir yandan da onu destekleyen Hitler Almanyası ile Mussolini İtalyasının bombardıman uçaklarıyla savaşıyordu.


Tarihin gördüğü en kanlı iç savaşlardan biriydi bu.
İspanya halkı çeşitli ülkelerden gelen gönüllü devrimci güçlerle faşizme karşı direnirken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  İspanya’ya gönüllü gitmek isteyenleri engelliyordu.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan Konig Ekrem isimli eski bir Nazi sempatizanı,  Türkiye adına Kanada’dan gizlice alınan uçakları devrimcilere bomba yağdırması için Franco’nun ordusuna satıyordu.
Rodrigo gurbette üzüntü ve acıyla izliyordu ülkesinin düştüğü durumu.
Tarih  26 Nisan 1937’ydi.
Faşist  Franco’yu destekleyen Almanya, sosyalistlerin elindeki Guernica kasabasını 28 uçakla bombaladı.
Naziler Guernica’da son teknoloji ile üretilen bombaları deniyordu.
Saatler süren bombalama sonrası Guernica kasabası yerle bir olmuştu.
İki bine yakın ölü, 1000’den fazla da kayıp vardı.
Haberi alan Rodrigo adeta yıkılmıştı.
Acısını, üzüntüsünü notalara döktü.
O bestesini yaparken, 1 Nisan 1939’ta savaş bitti.
Devrimciler kaybetmiş, faşist güçler kazanmıştı.

Rodrigo savaşın her bölümünü ayrı ayrı notalandırmıştı.
Bir konçertoydu bu.
İspanyol halkının acılarını anlatıyordu.
Hüzünlüydü ama aynı zamanda direnişi, başkaldırıyı ve umudu barındırıyordu.
Konçertonun başında baskın gelen ses davuldu.
Davul faşistleri temsil ediyordu.
Sonra bir sessizlik..
Sessizlik yenilgiyi hatırlatıyordu.
Sonra tek bir gitar,
Ardından bir gitar daha.
Ve bir tane daha.
Gitar umuttu.
Gitar direnişti.
Hayatı boyunca asla iyi gitar çalamayan Rodrigo, halkının umudunu gitarla yeşertiyordu.
Rodrigo’nun bestesini İstanbullu eşi Victoria yazıya geçiyor ve piyano başında notaya döküyordu.
1938 yılında konçertoyu taslak olarak tamamladılar.
1939 yılında da İspanya’ya geri döndüler.
1940 yılında Barcelona’da yıllarca emek verdikleri eserlerini ilk kez icra ettiler.
Üç bölümden oluşan konçertonun özellikle ikinci bölümü çok büyük ilgi gördü.
O bölüm bizim “Rodrigo’nun Gitar konçertosu” olarak bildiğimlz bölümdü.
Onlarca müzisyen tarafından icra edildi. 
Paco de Lucía'nın ki en iyisiydi.




Tarih 6 Mayıs 1972’ydi.
48 yıl önce bugün.
Gece yarısı üç genç Ankara Ulucanlar’da idama gidiyordu.
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan.
Suçları, tam bağımsız bir ülke istemeleriydi.
Deniz Gezmiş, günler öncesi idama nasıl gideceğini söylemişti.
"O sahneyi çok iyi somutladım. Bir mitinge gider gibi gideceğim idama. Asılma günü gelip çatınca o sevdiğim giysilerimi giyeceğim. Postallarımı, parkamı... Beyaz ölüm gömleği giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim. Traş falan da olmayacağım. Önce gidip orada oturacak, bir sigara yakacağım. Sonra demli, güzel bir çay içeceğim. Haa bak, Rodrigo'nun o ünlü gitar konçertosunu dinlemek isterim orada.”
Dediğini yaptı.
Traş olmadı.
Sigarasını yaktı, çayını yudumladı.
Ve "Rodrigo’nun Gitar Konçertosu"nu dinlemek istedi.
Hayır, dediler, dinlettirmediler.
Asılacak insanın son isteğini geri çevirdiler.
Ayağa kalktı.
Başı dik, emin adımlarla yağlı urgana gitti.
Ayaklarının altındaki tabureyi teklemeden önce haykırdı.
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi. Kahrolsun emperyalizm. Yaşasın işçiler, köylüler”


TÜRKİYE'NİN BİR NUMARALI KADINININ SIRLARLA DOLU YAŞAM ÖYKÜSÜ.


Adı Sekine Kankotan'dı.
Henüz çocuk yaşta dünyalar güzeli bir kızdı.
Munzur'un eteklerinde Hozat'ta yaşıyordu..
Ağzunik köyünde..
Bir kuzusu vardı..
Hergün onu kovalar, yakalamaya çalışırdı..
Yabani meşe palamutlarının, kengerlerin arasında koşardı.
1937 yılının son aylarıydı..
Bir gün dağlardan kurşun sesleri gelmeye başladı.
Köpek havlamaları silah seslerine karışıyordu.
Munzur'un zirvelerinde tayyareler dolaşıyordu.
Bomba sesleri, pepuk kuşlarını susturuyordu.
Bütün köy Aliboğaz'da bir mağaraya saklandılar.
Mağarada 300 kişi kadardılar.
Ancak askerler buldu onları.
İçeriye bomba attılar.
Dışarı çıkanları zincirle birbirine bağladılar.
Sonra bir çukura götürüp, makinalılarla taradılar.
Kurşun sesleri, çığlık seslerini bastırdı.
Kekik kokuları yerini barut kokusuna bıraktı.
Kız çocukları hariç herkesi öldürdüler.
Olaylar bittikten sonra çevreden gelen yakınları Sekine'yi aradı.
Annesi, babası öldürülmüştü ama Sekine Kankaton kayıptı.
Çukurlara, mağaraya baktılar, yoktu.
Belki de diğer kız çocukları gibi bir subay Sekine'yi evlatlık edinmişti.
"inşallah öyledir" dediler, "inşallah yaşıyordur."
*. *. *
Adı Sekine Muslu idi.
Manisa'nın asma bahçesi Alaşehir'de zengin bir tüccarın en büyük kızıydı.
Bağlarda büyümüş, el üstünde tutulmuştu.
Evlenme yaşına geldiğinde bir subaya aşık oldu.
Ailesi bu ilişkiye karşı çıktı.
Kaçarak evlendi.
Eşi zamanla general oldu.
Önce ordu komutanlığına, sonra genelkurmay başkanlığına yükseldi.
12 Eylül 1980'de de ordu yönetime el koyunca o da Türkiye'nin en yüksek makamındaki kadını oldu.
O Kenan Evren'in eşi Sekine Evren'di.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet başkanının eşi.
Ülkenin "First Lady"'si.
Ama diğer "First Lady"lere hiç benzemiyordu.
Aşırı tutumluydu.
Sadeliği severdi.
Görterişten ve medyadan uzak dururdu.
Kenan Evren'in ısrarına ragmen Çankaya Köşkü'ne taşınmadı.
Lojmanda yaşamayı tercih etti.
Nedenini, vefat ettikten bir süre sonra kızı Şenay Gürvit açıkladı.
"12 Eylül olmuş, annem felçli, Genelkurmay Başkanlığı lojmanlarında kalıyorlar, ev birkaç katlı olduğu için annem inemiyor, dolayısıyla odasından çıkamıyor. Babam "Köşk'e taşınalım mı? Orası düz ayak, salona inebilir, gezebilirsin" diyecek oldu. Konuşamayan annemin boğazından çığlık gibi bir "hayır" koptu ve "darbeyle gelindi, bizim taşınmamızın resmi olması gerekir. Referandum yapılmadan, halk istemeden asla gitmem" dedi. Gururluydu, laf söylenmesini kabul edemezdi. Referandumu göremedi, lojmanlarda öldü."
Sekine Evren, 1982 yılında vefat edene kadar Çankaya Köşkü'ne bir kez bile adım atmadı.
*. *. *
Peki ya Dersimli Sekine.
Sekine Kankotan.
Ona ne olmuştu?
Akrabaları yıllarca aradı, durdu.
Birara Manisa Alaşehir'e götürüldüğü bilgisini aldılar.
Sekine'nin abisinin oğlu Ali Aziz Kankotan Alaşehir'e kadar gitti.
Sordu, soruşturdu ama bulamadı.

1980 darbesinden bir süre sonra Sekine Kankotan'ın akrabalarından Hayri Koç bir gazetede Kenan Evren ve eşi Sekine Evren'in fotoğrafını gördü.
"Bu bizim Sekine!" dedi, "Dersim'in kayıp kızı Sekine!."
Hayri Koç çocukken Sekine Kankotan'ın en yakın arkadaşlarından biriydi.
Kaybolmadan bir iki gün önce de onunla beraberdi.
Sekine Evren'in Sekine Kankotan olduğundan çok emindi..
Herkese haber saldı..
Yakınları çalmadık kapı bırakmadı..
Kenan Evren'e bile mektup yazdılar..
Gelen cevap olumsuzdu..

*. *. *
Bu konuyu  "Dersim'in Kayıp Kızları" belgeselini yaparak, Türkiye'de ezber bozan Nezahat ve Kazım Gündoğan çifti gündeme taşıdı..
Belgeselde iddialara, röportajlara, 1937 katliamına tanıklık edenlere yer verdiler.
Uzun araştırmalar yaptılar.
Ancak onlar da kesin bir sonuç alamadı.
Çünkü onlar bu çalışmaları yaparken, Sekine Evren çoktan vefat etmişti..
Üstelik darbe yaparak ülkede yönetimi ele geçirmiş ve cumhurbaşkanı olmuş bir generalin eşi ile ilgili bilgi toplamak hiçte kolay değildi..
Türkiye'nin First Lady'si sırlarıyla hayata veda etmişti..
Geride bir çok soru bırakarak.
*. *. * 
Peki gerçekten Sekine Evren, Dersim'in kayıp kızı Sekine Kankotan mı?.
Bu konuda aydınlanması gereken çok soru var..
Örneğin, Kenan Evren anılarını kaleme aldığı "Zor Yıllarım" kitabında eşi Sekine Evren'i şöyle anlatıyor.
"Rahmetlinin bazı inançları vardı. Daha evvel yazdığım gibi, namaz kılmazdı, yobaz tarafı yoktu ama bazı inançları vardı. Mesala çamaşır yıkayacağı zaman haftanın günlerinden Çarşamba mı, Perşembe mi tam bilmediğim bir günde yıkamazdı. El tırnakları ile ayak tırnaklarını aynı günde kesmezdi."
Evren'in anlattığı bu gelenekler Dersimli Alevi Kızılbaşların inançlarıydı..
Alaşehir'de doğmuş, sunni bir ailenin kızı bu inanç rituellerini nereden öğrenmişti?..
Ayrıca Kenan Evren yine "Eşim ortaokul mezunuydu..O dönem Alaşehir'de lise olmadığı için okuyamadı" diyor.
Ancak Sekine Evren'in kız kardeşi Perihan Sıkılı, "Babam çok modern bir insandı..Ablamı İzmir Kız Lisesi'nde okuttu" açıklamasını yapıyor..
Bu çelişki niye?..
Sekine Evren'in çocukluğunda Alaşehir'de tek ilkokul vardı..
Beşeylül İlkokulu..
Ancak okul kayıtlarında Sekine'ye ait herhangi bir iz yok..
Çok zengin bir tüccarın kızının okulda kaydının olmamasının bir nedeni olmalı..
Dersim'deki ilkokullarda da Sekine Kankotan'ın tek kaydı yok.
Neden?..
Sekine hanımın kızlarının anneleri için, "Çileli bir yaşamı vardı" sözü ne anlama geliyor?.
En önemlisi 1980 darbesinden sonra Sekine Evren bir kişiyi askeri bir helikopter ile Hozat'a gönderip, ailesini araştırdı mı?..
Sorular, sorular..
Cevap bekliyorlar..
*. *. *
Türkiye geçmişiyle yüzleşmedikçe bunun gibi yüzlerce soru cevapsız kalacak.
Sekine Evren'in kızları ve kardeşleri konuşmadıkça, Genelkurmay arşivlerini açmadıkça gerçeği kimse öğrenemeyecek..
Çünkü Genelkurmay'ın arşivlerinde Dersim'li kızların hangi ailelere evlatlık verildiğinin kaydı olduğu biliniyor..
Kırım ve asimilasyonun belgeleri orada..
Bu konuya merak edenler Nezahat ve Kazım Gündoğan'ın "Dersim'in Kayıp Kızları" kitabını mutlaka okusunlar..
Ve cevabı kendilerine versinler..
Sekine Evren, Sekine Kankotan mı?..
Gündoğan çiftinin başka çalışmaları da var..
Keşiş'in Torunları, Hay Way Zaman ve çok yakında Vank'ın çocukları.
Okuyun derim..
Okuyun, çünkü mürekkebin aktığı yerde kan akmaz.

Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...