5 Ağustos 2018 Pazar

"BEN BÖYLE BELEDİYENİN İÇİNE TÜKÜREYİM"


Gazetem Haber Hürriyeti'nde okudum.
Çeşme Belediyesi Alaçatı'da sokak performansı sergileyen sanatçı Erdal Çoban'a 124 lira ceza kesmiş.
Gerekçeleri şöyle.
"Bu yaptığının dilencilikten farkı yok!"
Performans sergilerken, önündeki kutu dilenciliği çağrıştırıyormuş.
Pes arkadaş!
Sokakta sanat yapmak ne zamandan beri dilencilik oldu?
Ayıptır, yazıktır, zulümdür.
Üstelik CHP'li bir belediyede.
Olacak iş değil.
Bu resmen Ortaçağ kafasıdır.
Kaçak inşaatlara, rantlara, talana ses çıkarmayan, plajlara halkın fahiş ücretlerle girmesine göz yuman Çeşme Beiediyesi'nin gücü sokak sanatçısı Erdal Çoban'a yetti herhalde.
Bravo!
Hatırlar mısınız?
Yıllar önce Ankara'nın AKP'li Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, heykeltraş Mehmet Aksoy'un yontularına izin vermemiş ve sergilenmesini engelleyerek şöyle demişti.
"Ben böyle sanatın içine tüküreyim."
Sabah köy kahvesinde Çeşme Belediyesi'nin sanatçı Erdal Çoban'a verdiği ceza ile ilgili haberi okudum.
Köyün en yaşlılarından Adil Amca'nın tepkisi şöyle oldu.
"Ben böyle belediyenin içine tüküreyim!"

*.  *.  *

Sanatı nedeniyle aşağılanan, cezalandıran Erdal Çoban sosyal medyadan kızına bir mektup yazmış.
Okuyunca Adil Amca'ya hak verdim.
"Ben de böyle belediyenin içine tüküreyim!"
Siz de mutlaka okuyun.


SANATI YASAKLANAN BİR BABADAN KIZINA MEKTUP


"Kızım İzmir Eftelya’ya;
Güzel kızım sen dört buçuk yaşındasın.
İki gün önce senin yanından ayrılırken kostümlerimi sırt çantama yüklerken çok mutluydun.
Cezaevinden yeni çıktığım için bu ay sana para ayıramadım.
Bastonu kaçırıp kendince oyunlar oynuyordun.
‘Baba büyüyünce bende performanslara çıkabilir miyim’ diye sordun.
‘Çık kuzum’ dedim…
Kocaman bir yumruk boğazımı tıkadı.
Motora binip Alacatiya geçtim.
Begüm beni orada bekliyordu.
Telefonda ‘sana durabilmen için yer ayarladım hemen gel lütfen’ diyordu.
Alaçatı girişte Soylu Optik firmasına gittim Begüm oradaydı yakın arkadaşı orada çalışıyordu güler yüzlü ve samimi bir şekilde bana dükkanlarını açtılar.
İş yeri sahibi oldukça sevecen ve kültürlüydü sohbet ederken ben kısaca sanatımı ve yaptıklarımı anlattım.
‘Bizler seni neden tanımıyoruz’ dedi.
‘Sokak sanatı bunu gerektirir’ diye gülümsedim.
Performans için 7 de karar kıldık.
Havanın serinlemesini beklemek için biraz dolaşmaya karar verdik.
Gece arkadaşlarla Deliklikoy da kalmış sabah sadece bulabildiğimiz zeytin ve ekmekle yetinmiştik.
Yalçın yoluna gitmiş, Halit abi delikli koy da kalmış, Biz de Begüm’le Alaçatı’ya gelmiştik.
Hiç kimsede para kalmamıştı.
Sohbet ederek dertleştik ve dolaştık.
Begüm Alaçatı’da Eski dönemlerde uzun süre yaşamış .
Var olan değişimden ,esnafın bu sene zor durumda olduğundan bahsetti.
Canlı müzik yapılan mekanlarda müzik ücreti adı altında ekstra 50 lira kişi başı ücret alındığını duyunca şaşırdım.
Begüm’ün kredi kartından ısmarladığı filtre Kahveyi içtikten sonra sokağa inebilirdim, hazırdım.
Arka sokaklardan birinde boş bir arazi bulduk sokakta giyindim.
30 derece sıcakta 3.kat özel olarak boyanıp tasarlanmış kostümleri giyip üç aşamalı olarak yüzünü ve vücudunu makyaj yapmak benim için keyif olsa da, bir başkası için ise zulüm olabilirdi.
Düşünün yüzünüz kaşınacak ve en az 4 saat boyunca kaşıma şansınız yok çünkü makyajınızın bozulmaması gerekiyor.
Hazırlanmam yaklaşık 40 dakika sürdü.
Makyajıma daha bir özen gösterdim.
Yıllardır Türkiye’nin dört bir tarafında ve Dünyada gösterilere çıkıyordum.
Alaçatı’da artık beni kendine çekiyordu.
Performansa başladım, birçok insanla güzel iletişimler kurdum.
Gözlerim kapalı olsa da binlerce saatlik sokak tecrübelerinden sonra 10 dakika içinde sokağa hakimiyet kurdum.
Sahne benimdi.
Birçok insan gerçek heykel zannediyordu özellikle turistler yanıma gelip Türk olmadığımı düşünerek birçok şey söylediler kulağıma.
Sokakta bir özgürlük ve mutluluk havası yayıldı yüzlerden yüzlere.
Gülümsemelerden gülümsemelere.
Benim tek iddiam insanları sanat yoluyla mutlu etmek ve onlara değerli olduklarını hissettirmek.
Dünyadaki Sokak sanatçılarından farkım biz performansımızı para için yapmayız kutularımız vardır ve isteyen isterse destek olur.
Yurt dışında siz kutuya para atmadan asla bir sokak sanatçısı ile fotoğraf çektiremezsiniz.
Para bizler için sadece araçtır ve gösterilerin devamlılığını sağlar.
Seyirciler beni izlerken ‘yassah kardeşimciler’ geldiler.
Begüm ben yardımcı olayım diyerek görevlilerle konuşmaya başladı.
Bir süre sonra gösteri yapmam umurlarında olmadan gelip alandan ayrılmam gerektiğini söylediler.
Sokak sanatının izin gerektirmediğini ilettim. 
Ama dilerlerse İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden İzmir genelinde iznimin olduğunu ve önünde bulunduğum dükkandan da izin aldığımı ilettim ve dilerlerse gösterdikleri başka bir alanda gösteriye devam edebileceğini söyledim. 
Kimliğimi Begüm’den aldıkları için zabıta görevlisi ceza yazacağını iletti.
Zabıta müdürünü aramasını istedim.
Aradığını ve ceza yazılmasını istediğini belirtti.
Kültür Müdürü ya da belediyede yönetiminden görevli herhangi bir ile görüşmek istediğimi ilettim.
Cezayı yazdığı esnada ben tekrar performansa başladım bir süre sonra görevli gelerek adres ve telefon bilgilerini vermemi ve belgeye imza atmamı istedi, ben de imza atmak istemediğimi söyledim.
Bunun üzerine polisler vasıtasıyla işlem yapmak üzere karakola davet edildim. 
Benim ve sanat açısından en üzücü olan şey tüm bu olayların canlı heykel kostümü ve makyajı ile performans sergilerken ve izleyicinin önündeyken olmasıydı.
Ben sokakta yarattığım konsept ile bir İllüzyon sunarım.
Çocuk düşlerinde ben heykelimdir ve sunduğum hayal çerçevesinde bir hikaye anlatırım.
İnsanlara umut etmeyi ve her yerin sahne olabileceğini gösteririm.
Birçok ülkeden festivallerine katılmam ve performans sergilemem için teklif alıyorum.
Her türlü masrafım karşılanarak beni misafir etmek istiyorlar.
Daha önce 24 Saat 34 dakika olarak kırdığım aralıksız canlı heykel performansını önümüzdeki sene 35 saatte çıkarmak için Belçika ve Hollanda ile görüşüyorum. 
Bir görevli Begüm’e ‘Ne yani işte bu da dilencilik değil mi’ dedi;
Bunu dediği anda üç beş tane Suriyeli çocuk ellerindeki sakız kutuları ile bana doğru gülümsüyorlardı.
Zabıta görevlisi para kutusunu eline aldı ve alandan polis ben ve o uzaklaştık.
Yol boyunca oldukça kibar ve ılımlı olan polis arkadaşla sohbet ettik. 
Durum trajikomikti önde zabıta ortada yeşil ve sarı renklerle İngiliz beyefendi kostümüyle elimde çiçeğim ile ben ve yanımda Polis arkadaş Alaçatı sokaklarında ilerledik.
Seyyar satıcıların arasından, mekanların masalarının işgal ettiği yollardan geçtik.
Gözümü yerden ayırmamaya çalışıyordum. 
İnsanlar halime üzülüyordu.
Göz göze geldiğimiz birçok kişi gözlerini benden kaçırdı.
Durumdan sanat ve toplum adına utanıyorlardı.
Sevecen bir şekilde bakarak, ‘önemli değil sokaktan gelen her şey kabulümdür’ dedim.
Şimdi bana ceza yazacaklar, yaptığımı bir suç olarak değerlendirecekler.
Daha sonra kovulduğum, sanatımın aşağılandığı bu yere geri geleceğim.
‘Çokça ve büyümüş olarak döneceğim’ diye geçirdim içimden.
Ceza yazıldı.
‘Var mı başka bir şey’ dedim.
‘Hayır’ dediler.
Yanlarından ayrılmaya yöneldiğim sırada zabıta ‘nereye gidiyorsun’ dedi.
‘İzniniz olursa Kıyafetlerimi almaya gidiyorum’ dedim.
Tebessüm ederek uzaklaştım.
Ceza kaydını elimde tutarak geldiğim yolları yürüdüm.
Özellikle insanların görmesini sağladım.
Ben bir sokak sanatçısıyım ve sanatım yüzünden ilk kez ceza yemiştim.
Gururlu ve umursamaz yürüdüm.
Begümlerin yanına gittim.
Eşyaları alıp dükkandan çıktık.
Hazırlandığım araziye gittik.
Sosyal medyada paylaştığım videoyu sakince çektik.
Makyajı çıkarmak oldukça zor oldu.
Mutsuz değildim ama maruz kaldığım durum için dış bir gözle kendime ve halimize üzüldüm.
‘Acaba Belediyenin Kültür Sanat bütçesi ne kadar? 
Nerelere harcanıyor? 
Halkın cebinden kaç sanat sevici yiyor, içiyor, otellerde konaklıyor’ diye düşündüm.
‘Onlar sanatçı ise ben neyim’ diye düşündün.
Normalde bir lira olan ıslak mendille beş lira veren Begüm küfürler ederek yanıma geldi.
Bozuk paraları saydı 80 TL .
‘Keşke bir saat daha ilişmeselerdi, cezayı karşılamıyor’ dedi.
‘Boş ver’ dedim.
Yüzümü kazıyarak da olsa makyajımın bir kısmını çıkardım.
Eşyalarımı özenle topladım.
Hayata ve sokağa içimden teşekkür ettim.
‘Bu olanları asla unutma Erdal İleride egolarına yenilirsen hatırla’ diye kendime söz verdim.
50 liraya motora benzin aldık.
15 lirayı Begüm’e verdim yol parası yapsın diye.
15 liraya da HGS yükledik.
Çadırların yanına vardığımızda karnım oldukça açtı…
Kizım, Eftelyam
Hayallerimi kaldırımlara serdim, buyursunlar ezip geçsinler. 
Er ya da geç birileri yerden alıp hak ettiği yere koyacaktır.
Baban Erdal Çoban"

BAK HELE ŞU ÇOBANIN YAPTIĞINI

Geçtiğimiz hafta bir fotoğraf paylaştım.
Datça’dan Kargı Koyu’ndan.
Metin Tunç çekmiş.
Belediyeden Osman Akın yayınlamıştı.
Kıyıda insan yüzüne benzeyen bir kaya, hüzünlü bir şekilde giden tekneye bakıyor adeta.
İlginç bir fotoğraftı.
Büyük ilgi gördü.
Ve merak uyandırdı.
Mesajlarla, telefonlarla bana ulaşan çok kişi, fotoğrafın montaj olup olmadığını sordu.
Montaj olmadığını öğrenince de Kargı Koyu’nun yolunu tuttular.
Bir fotoğrafın bile tanıtıma ne kadar büyük etkisinin olduğunu göstergesi bu.

*.  *.  * 

Gelen telefonlardan biri farklıydı.
Konya’dan arıyordu.
Bir çoban.
Ahmet Aslan.
Meraklı olanlar, medyayı takip edenler çoban Ahmet’in hikayesini mutlaka okumuşlardır.
Hani doğada insana benzer taşları toplayarak bir müze açmak için canını dişine takan adam.
İşte o güzel insan.
Çoban Ahmet Aslan.
Şanlı Urfa’nın Harran ilçesinde dünyaya gelmiş.
Ekonomik şartlar, yokluklar nedeniyle 10 yaşında ailesiyle Hatay’a göç etmiş.
Okuyamamış tabi.
İlköğretim 3’ncü sınıftan ayrılma.
1999 yılında Konya’da iş bulmuş Ahmet.
Çobanlık.
Koşa koşa gitmiş Gölyazı Beldesi’ne.
Meralarda hayvan otlatmış yıllarca.
Sonra gördüğü bir taşla hayatı değişmiş bir anda.
Herşey bir taşla başlamış.
İnsan yüzüne benzeyen bir taş.
Bir tutku haline gelmiş ardından.
Dere yataklarında, mağaralarda doğanın yüzyıllar boyunca şekillendirdiği insan yüzüne benzer taşları toplamaya başlamış.
Üç, beş, on derken yüzlerce ilginç taş biriktirmiş.
Sonra bir gün TUBİTAK’ın bir dergisi geçmiş eline.
Japonya’da “İnsan Yüzüne Benzeyen Taşlar Müzesi” olduğunu öğrenmiş.
İşte o an karar vermiş.
“Dünyanın ikinci insan yüzüne benzeyen taşlar müzesini ülkemde ben açmalıyım.”
Başlamış kapı kapı dolaşmaya, projesini anlatmaya.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurmuş.
Cevap ret.
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’ne başvurmuş.
Cevap ret.
Yaşadığı bölgedeki belediyelerin kapısını çalmış.
Onlardan da ret.
Sonunda bir belediye el vermiş Ahmet’e.
Edirne Uzunköprü Belediyesi.
Konya nire, Edirne nire!
Uzunköprü Belediye Başkanı Enis İşbilen, çoban Ahmet’in topladığı insansı taşlarla Belediye Kültür ve Sanat Evi’nde bir müze oluşturmuş.
Dünyanın ikinci insana benzeyen taşlar müzesi büyük ilgi görüyor.
Yabancı ve yerli basının da dikkatini çıkıyor.



Çoban Ahmet telefonda bunları anlattı bana.
Hala insansı taşları toplayama devam ediyormuş.
Paylaştığım o fotoğraftan çok etkilenmiş.
“Datça’da bir müze açabilir miyim?” dedi.
“Datça Belediyesi bu konuda yardımcı olabilir mi?” diye de sordu.
Ve de ekledi.
“Bir maliyeti yok. Sadece bir yer gösterecekler, ben taşları getirip sergileyeceğim. Kendime para falan da istemiyorum. Özellikle yaz ayları Datça’ya gelen turistlerin büyük ilgisini çeker.”
İlginç bir fikir.
Ben aracıyım, bu öneriyi Datça Belediye Başkanı Sayın Gürsel Uçar’a ileteceğim.
Karar onların.
Söz belediyeden açılmışken yazmadan geçemeyeceğim.
Maliyenin iki müfettişi günlerdir belediyenin hesaplarını didik didik ediyor.
Etsinler, etmeliler de.
Ama adaletli biçimde.
Sadece muhalif belediyelere değil, yurt genelinde hepsine.
Ayrıca zamanlama manidar geldi bana.
Niye yerel seçimlere 10 ay kala?
Amaç gerçekten hesapları denetleme mi, yoksa seçim öncesi iş yaptırmamak mı?
CHP’li bir çok belediye aynı durumda.
CHP Genel Merkezi bu konuda ne diyor acaba?


Bu arada Çoban Ahmet’in bir yazar ve şair olduğunu biliyor musunuz?
Koyun otlatırken, taş toplarken bir de şiirler yazmış Ahmet.
“Bütün Kuşları Alkışlamaya Gidiyorum” ve “İdil” isimli kitapların yazarı.
Son kitabı da yeni yayınlandı.
“Herşey bir taşla başladı.”
Neden şiir diye sordum.
Şöyle cevapladı.
“Defterimin satırlarını raylara 
ve kelimeleri 
umut yüklü vagonlara benzetiyorum                           
vagonlar hem ağır                                                                   
hem hafif                                                                                
ki şiirdir ancak                                                                      
bu yükü çekecek                                                                    
en güçlü lokomotif”

Telefonu kapatmadan son sözü de şu oldu.
“Derler ki yıldızdır o kayanlar. Bence gökyüzü taş atıyordur sevgilisinin penceresine.”

*. *. *

Hani bir zamanlar magazin dünyasının bir sözde sanatçısı seçimlerle ilgili “Benim oyum ile dağdaki çobanın oyu bir olamaz” demişti.
Ama unuttuğu bir şey vardı.
Dağdaki Çoban Ahmetler’in sayısı çoğalırsa, o güzel kızımıza sanatçı gözüyle bakan kalmayacak!

Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...