Kayıtlar

Kasım, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

YA ÇALIŞARAK YAŞAMAK, YA SAVAŞARAK ÖLMEK.

Resim
Yıl 1831’ di. Fransa ’da fırtına öncesi sessizlik vardı. Devriminin üzerinden bir yıl geçmişti ama işçiler, köylüler hala eziliyor, hala sömürülüyordu. Devrim onların hayatını değiştirmemişti. İşçi sınıfı özellikle Lyon kentinde örgütlüydü. Çünkü Lyon ’da dokuma sanayi çok ilerlemişti. Kentin nufüsu 65 bine yakındı. Bunun 30 bini dokuma işçisiydi. Dokuma işçileri çok zor şartlarda çalışıyorlardı. Günde 2-3 frank karşılığında 16 saat ter dökmek zorundaydılar. Üstelik iş bulanlar boğaz tokluğuna çalışırken, iş bulamayanlar sokaklarda dileniyordu. İşçiler defalarca ücretlerinin artırılma için girişimde bulundu. Ancak fabrikatörler bu isteklere duyarsız kalıyordu. Sonunda Lyon Belediye Başkanı girdi devreye. 22 dokuma işçisi ile 22 işvereni bir masada buluşturdu. Hararetli tartışmalardan sonra taraflar ortak bir ücret konusunda anlaştılar. Ancak, kısa bir süre sonra işverenler anlaşmayı ihlal etti. İşçiler greve gideceklerini söyleyince d

40 PARALIK ADAMLAR

Resim
Toplumumuzda çok kullanılan bir sözdür. "Kaç paralık adam ki" Sanki adamlığın ölçü birimi paraymış gibi. Parası olana beyefendi denir. Parası olmayan adam bile değildir. Yaşlılar daha iyi bilir. Eskiden öğrenciler de parayla değerlendirildi. "40 paralık adamlar" denilirdi. Eylem yapan, hakkını arayan öğrencinin genel adıydı bu. "40 paralık adamlar" Peki, neden 10, 20, 30 değil de, 40 paralık adamdı öğrenciler?. *.  *.  * Tarih; Teşrinisani 1924 'tü. Yani 1924 yılının Kasım ayı. Bundan tam 90 yıl önce. İstanbul 'da tramvay şehir ulaşımı Konstantinopo l isimli bir Belçika şirketine aitti. Cumhuriyet kurulduktan sonra yabancı şirketlerle masaya oturulmuş ve sözleşmeye bazı şartlar konmuştu. Bu şartlardan birine gö re öğrenciler kimliklerini göstermek şartıyla yarı fiyatına tramvaya binecekti. Belçika şirketi Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm şartlarını kabul etti.. Tramvayda tam bilet 80 para , öğrenci 40 paraydı . Ancak Osmanlı döneminde he

İNSANLIK NE YANA DÜŞER USTA?

Resim
1943 yılının ilkbahar aylarıydı. İkinci Dünya Savaşı günleri. Yunanistan 'ı işgal eden Nazi Almanyası, Rodos ve Simi adalarını da ele geçirmişti. Kaçan kaçanaydı. Kaçanlar en yakın yere, Datça 'ya sığınıyordu. Aralarında asker kaçakları da vardı. Bir günde Palamutbükü 'ne 300 kadar İtalyan , 60 kadar da İngiliz askeri sığınmıştı. Datçalılar asker kaçaklarına kucak açmıştı. İtalyanlar 'ı köyün camisine, İngilizler 'i de ilkokuluna yerleştirdiler. Köy bekçisi Süleyman Çete , ev ev dolaşıp sığınmacılar için ekmek ve yiyecek topluyordu. Köylüler sığınmacıların ihtiyaçları karşılamaya çalışıyordu. Kaçaklar hep korkulu gözlerle bakıyordu etrafa. Gökyüzünde bir uçak sesi duyulduğunda İtalyan ve İngilizle r panik halinde ara sokaklara gizleniyordu. İtalyan sığınmacıların arasında bir kadın vardı. Kucağında bir çocuk. Bir tane de karnında. Sürekli "Yannimu! Yannimu!”  diye çırpınıyordu. Bağırmaktan sesi kısılmıştı. Ağlam

VER BİR KIZLI RAKI

Resim
Hatırlarsınız. Atatürk ve İnönü 'yü ima ederek "iki alkolik" demişlerdi. Cumhuriyeti kuranları hep içki içmekle eleştirmişlerdi. Hem de "Kızlı erkekli içiyorlar" diye suçlamışlardı. "Kızlı erkekli" demekle neyi ima ediyorlardı bilinmiyor ama ecdadımız Osmanlı'nın "Kızlı Rakı" içtiğini biliniyor. Hem de erotik kızlı. *.  *.  * Kızlı Rakı Osmanlı döneminin en tutulan rakısıydı. Bizim Yeni Rakı gibi.. "Kızlı Rakı" nın şisesinin üzerinde, üzüm salkımına oturmuş erotik bir kız resmi bulunuyordu. Üstelik kızın üzerinde bedenini gösteren şeffaf bir elbise vardı ve bir göğsü de meydandaydı.. O yüzden "Ver bir şişe kızlı rakı" denilirdi. Ecdadımız, şişenin üzerindeki bu kıza baka baka demlenirdi. *. *. * Ecdadımızda içki kültürü çok yaygındı. 11. Yüzyıl yazarı Kaşgarlı Mahmut ’un Divan-ı Lügat’it Türk adlı eserine göre çeşit çeşit şarap vardı bu

O ILGIN AĞACI

Resim
Anadolu’da bir köy. Dağ başında üç beş hane. Sürdürüyor uzun sözün kısasını deli divane.  Bir gün UFO ( kimliği belirlenemeyen uçan cisim) gibi bir genç geldi bu köye. Neyin nesi, kimin fesi, soran – bilen yok. O sırada köyün bir sığırtmaca ihtiyacı vardı. Bizimkinden iyisi mi olacak? Kendisinin tavuğu bile yoktu ama köyün davarını – naharını ( küçükbaş ve büyükbaş hayvan sürülerini) o güdüyordu. “Garip Çoban” diyorlardı ona. Gel zaman git zaman, bizim Garip’in fakir gönlü, köyün tek zengin adamının kızına konmaz mı? Ulan oğlum; sen bir garipsin; sen kiim, ağa kızı kim? Ama Garip’in de olsa, gönül bu. Yasak, ferman dinler mi? Bizimki, dere kıyısından bir kamıştan yedi delikli bir kaval yaptı. Kara sevdasını, kavalın yanık sesiyle dillendiriyordu. Bir gün, bizim köyün güzelini, çayın öte yakasının ağasının oğluna istediler. Dediler ki “ Bahçenizdeki güle dermeye geldik, prensesinizi prensimize istemeye geldik.”  “Eh, düşünelim, nasipse” falan denildi. Arası soğumadan söz, ni

RODOS MÜFTÜSÜ VE BİZİM DİYANET İŞLERİ BAŞKANI

Resim
İkinci Dünya Savaşı günleriydi. Nazi Almanyası sonunda  Yunanistan 'ı işgal etmiş, Ege Adaları 'na saldırıyordu. Junkers bombardıman uçakları taş taş üstünde bırakmıyordu. Yıl 1943 'tü. Naziler Rodos 'u da ele geçirmişti. Ve ilk işleri adada yaşayan yahudileri fişlemek oldu. Tüm yahudileri yakında toplama kamplarına götürmenin hazırlığıydı bu. Ardından sinegogları, yahudi mahallerini bastılar. Altın, gümüş değerli ne varsa el koydular. Yahudi din adamları çaresizdi. Ellerinde 8 00 yıllık kutsal kitapları tevratla r vardı. Toplama kamplarına giderken, bu tevratları yanlarında götüremezlerdi. Naziler hemen el koyardı. Sinegoglarda gizleseler, Almanlar mutlaka bulurdu. Ayrıca Sinegoglar bile bombalanıyordu. Kutsallarını adada emanet edecek kimse de yoktu. Hahamlar günlerce tartıştı, kafa yordu. Ama çare bulamadılar. Mecburen tevratları Naziler'e vereceklerdi. İşte o anda bir müslüman din adamı çıktı ortaya. Rodos müftüsü

ENGİN ARDIÇ VE GENELEV KADINLARI

Resim
"10 Kasım'da her yer kapalıydı, genelevler kapalı mıydı bilmiyorum?" diyen  her devrin iktidar borazanı,  sözde gazeteci ve yazar  Engin Ardıç , bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın duygularına, değerlerine hakaret etmekle kalmadı, genelev kadınlarını da aşağıladı. Zamanında Turgut Özal'a aşık olan, sonra Cem Uzan 'a sevdalanan, ardından  AKP 'ye yavuklanan bu zavallı, namusun bacak arasında değil, beyinde olduğunu bilmeyecek kadar bir zır cahil. İşte bu zihniyet  1960 'lı yıllarda genelev kadınları kadar namuslu olamadı. O yıllar Amerikan emperyalizminin Türkiye' yi kuşatmaya başladığı yıllardı. 6. Filo İstanbul'u ziyaret ediyordu, İktidarın emriyle İstanbul genelevlerinin duvarları beyaza boyanıyor, süsleniyor ve Beyoğlu 'ndaki Abanoz Sokak 'ta girişe İngilizce "Hoşgeldiniz" yazdırılıyordu. Devlet, Amerikan askerinin seks ihtiyacının en iyi şekilde karşılanması için adeta seferber olmuştu. Ancak, Missouri Zır

MUSTAFA KEMAL'İN EN SADIK DOSTLARI.

Resim
Bizim resmi tarih, devlet büyüklerinin insani yönlerini pek yazmaz. Özellikle yazmaz. Sanki onlar etten kemikten değildir. İnsanüstü varlıklardır. Korkmazlar,ağlamazlar. İlahtırlar. Yüce ve uludurlar. Tek adam yaratan sistemlerde bu yöntem çok işe yarar. Oysa onlar da bizim gibi insandır. En büyük devrimleri yapanlar da, ülkelerini uçuruma atanlar da etten kemikten insanlardır. İnsana ait iyi, kötü ne varsa tüm duygulara sahiptirler. *. *. * Bugün 10 Kasım. Mustafa Kemal 'in ölüm yıldönümü. Bugün klişe sözleri, ezber sloganları, tapınmayı bırakıp Atatürk 'ün fazla bilinmeyen bir yönünü yazalım isterseniz. Mustafa Kemal bir hayvanseverdi. İyi bir hayvansever. Yaşamı boyunca 3 köpeği oldu. Üçü de sadık dostuydu. İlkinin adı Alp ’ti. 1.Dünya Savaşı'nda doğu cephesinde savaşırken sahiplendi.. Mustafa Kemal izin vermeden Alp çadıra girmez, kimseyi de içeri sokmazdı. Gözünün içine bakar, ondan talimat beklerdi. Tam bir bekçiydi

ÖLÜM YALAN DÖN GEL ÇOCUK

Resim
Tarih 7 Kasım 1980 'di. 38 yıl önce. 12 Eylül darbecileri ülkede nefes aldırmıyordu. Hergün yüzlerce insan evlerinden, işyerlerinden alınıp cezaevine konuyordu. Askerler bir yayınevini bastılar. Onlarca kitabın arasında Engels 'in "Doğanın Dialektiği" de vardı. Basımevinde bulunan iki kardeş hemen tutuklandı. Mamak Askeri Cezaevi A Blok'a götürüldüler. Fişlendiler. Saçları sakalları kesildi. Önden, yandan fotoğrafları çekildi. Sonra C bloka götürülmek için tekme tokat cezaevi arabasına bindirildiler. Arabada dört muhafız asker vardı. Astsubay Şükrü Bağ tutuklulara bağırdı. "On yaşındaki bebeleri zehirlediniz, içerisi sizin zehirlediklerinizle dolu." Sonra askerlere döndü, emri verdi. "Bunlar birer yılandır, analarını ağlatmazsanız ben sizin ananızı ağlatırım." A-Bloktan 200 metre uzaklıktaki  C-Bloka gidecek araç  hareket etmeden iki  kardeş hazırola geçirildi. Sonra dört er, cop, tekme ve tokatla dövmeye başladı. Onlar tutukluları dö