1 Temmuz 2018 Pazar

SİVAS KATLİAMI VE BABAYA AĞIT


Lanet bir gündü, o gün.
İnsanlığın öldüğü gündü.
Yıl 1993’tü. 
Temmuz’un 2’si.
28 yıl önce bugün.
Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri vardı.
Ülkenin aydınları orada toplanmıştı.
Yazarlar, düşünürler, şairler, ozanlar, fikir insanları.
Dönemin valisi özel davet etmişti onları.
Misafirdiler.
Madımak Oteli'ne yerleştiler.
Daha dışarı adım atmadan etrafları sarıldı.
Aziz Nesin'in din ile ilgisi sözlerini bahane eden yüzlerce gerici tekbir sesleriyle önce oteli taşladı.
Gazete okumayan, haber bile dinlemeyen bu insanların Aziz Nesin'den nasıl haberdar olduğunu kimse bilmiyordu
Onlara kimse müdahale etmiyordu.

Sanki Özel Harp Dairesi görevinin başındaydı.
Belki de bugünlerin zemini hazırlanıyordu.
Gericiler her geçen saat daha da kalabalıklaştılar.
Ölüm naraları” atıyorlardı.
Otelin etrafındaki araçları yaktılar.


Kimse onları engellemiyordu.
O cesaretle otelin alt katını yaktılar.
Kısa sürede alevler büyüdü.
Sivas cehenneme dönmüştü.
Otel içindekiler dönemin hükümetine, siyasi parti yetkililerine, Sivas valisine ve emniyet müdürüne ulaşarak yardım istemişti.
Kendilerine “Korkmayın her türlü önlem alındı” denmesine rağmen, hiç bir önlem alınmadı.


Sonunda aralarında Nesimi Çimen, Metin Altıok, Asım Bezirci,Hasret Gültekin ve Muhlis Akarsu gibi aydınların bulunduğu 33 insan ya yanarak, ya dumandan boğularak öldü.
Kurbanlar arasında iki de otel çalışanı vardı.
Aziz Nesin’in de aralarında bulunduğu 51 kişi ise yangın ve linçten kendi imkanlarıyla kurtulmayı başardı.
Çoğu ağır yaralıydı.
Katliamı film izler gibi seyreden devlet 12 saat sonra Sivas’ta sokağa çıkma yasağı ilan etti.
Asker nihayet tüm kentte hakimiyeti ele geçirmişti.
35 can yakıldıktan 12 saat sonra!

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olayı “ağır tahrik var.  Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş.Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır. Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır" diye değerlendirmişti,
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller  "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir" diyerek adeta  "saldırganlara bir mesaj" göndermişti.
Dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ise, olaylar sırasında telefonla Aziz Nesin ile konuşup “En kısa zamanda takviye güç göndereceğiz” demesine rağmen, katliamdan sonra “ne yapayım, yetkim yoktu" ifadesini kullanmıştı.


Olaylardan bir hafta sonra dönemin valisi Ahmet Karabilgin görevden alındı. 
Vali savunmasında “Asker, polis her yerden yardım istedim. Yardım iş işten geçtikten sonra geldi. Kimse taleplerimi dikkate almayanlara dokunmadı. Onlar resmen korundu, kollandı” demişti.

Dönemin yandaş medyasının manşetleri iğrençti.

HÜRRİYET: Sivas’ta “Aziz Nesin İsyanı; 35 ölü
TÜRKİYE: Sivas’ta fitne; 35 ölü
SABAH: Tahrik, İhmal.
ZAMAN; Birliğimize Tahrik Darbesi
MİLLİYET; Kanlı İsyan.
Tek Özgür Gündem Gazetesi’nin manşeti farklıydı.
Devlet Gözetiminde Katliam.
Bu manşetten sonra Özgür Gündem’in başına gelmeyen kalmadı.

O günlerin  anlı şanlı köşe yazarları, Aziz Nesin'i şeytan ilan etmişti.
Yalçın Doğan: Önce, Aziz Nesin’e ‘artık dur’ demek gerekiyor.”
Cengiz Çandar: Türk milletinin yüzde altmışından fazlasının aptal olduğu kanaatini her yerde tekrarlayan Aziz Nesin'in bu saptamasında doğru bir husus var: Aziz Nesin bunak değilse, Türk milletinin bir aptal ferdi.”
Mehmet Barlas: Laikliği, kitlelerin öfkesine sürmeyelim! Aydın olmak ve laik olmak inançlara saygısız olmak veya inanç sahiplerini küçümsemek değildir.’’ 
Oktay Ekşi: Halkta bir hazırlanmışlık olmasa, Aziz Nesin’in Pir Sultan Abdal şenliklerinde söylediği birkaç münasebetsiz cümle bu kadar tepkiye yol açmazdı. Nihayet, ‘Beyin damarlarının kireçlendiği’ izlenimi veren, öte yandan da bir ‘hırs-ı piri’ ile yanıp tutuşan birinin hezeyanları olarak değerlendirilir biterdi.”
Ertuğrul Özkök: "Aziz Nesin’in hassasiyet yaratan, tahrike varan sözleri, karşı tahrikle birleşiyor ve hepimizi ciddi şekilde endişelendiren bu sonuç ortaya çıkıyor… Ama bir gün tarih yazıldığı zaman, bu katliamı gerçekleştirenler kadar, buna psikolojik zemin hazırlayan insanlar da sorumlu tutulacaktır. Bu, elinde benzinle otel lobisini yakan için de geçerlidir, ne yazık ki, Aziz Nesin için de...” 
Necati Doğru: "Allah’a küfreden, kahrolsun İslam diyen birinin insanca bir yorum ve anlayış sergilediği söylenemez, sözlerine ve eserlerine değer verilemez.” 

Kısa süre sonra 190 kişi tutuklandı.
Dava 9 yıl sürdü.
33 kişi idam cezasına çaptırıldı ama mahkeme bittiğinde Türkiye’de idam cezası kalkmıştı.
Haklarında yakalama kararı çıkarılan 8 sanık hiç yakalanmadı.
Dava zaman aşımına düşünce yargılanmaktan kurtuldular.
Dava düştüğü gün dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, "Milletimize hayırlı uğurlu olsun" demişti.
O gün halkı kışkırtıp olayları tertipleyenlerin avukatlığını yapan Hayati Yazıcı, Kemal Kurt, Mehmet Bulut, Bülent Tüfekçi, Zeyid Aslan, Ali Aşlık, Halil Ürün ve Hüsnü Turan AKP'den milletvekili seçilerek, meclise girdi.

Biliyorsunuz.
Dönemin Refah Partili Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, son seçimlerde Saadet Partisi’nden Cumhurbaşkanı adayı olmuştu.
CHP'liler dahil bir çok kesimden övgüler yağdırılmıştı.
Ne güzellemeler yapılmıştı.
Millet İttifakı'nın içine alınmıştı.
Yüzbinlere umut olmuştu!
Oysa Karamollaoğlu, " “Sivas katliamı demekten imtina ediyorum, çünkü hakikaten katliam başka bir şey. Birisi gidip doğrudan insanları katlettiği zaman katliam olur. Orada bir kişinin gidip birisini doğrudan doğruya katlettiği vaki değil” demişti.


Sivas katliamında kaybettiklerimiz arasında Adanalı Halk Ozanı Nesimi Çimen de vardı.
Yaşamını yitirdiğinde 62 yaşındaydı.
Geride tek bir çocuk bırakmıştı.
O çocuk balerin ve müzisyen Mazlum Çimen’di.
1993’ün 2 Temmuz’unda babasının öldüğünü haberlerden öğrendi.
Yüreği dağlandı.
Dünyası yıkılmıştı.
Yüreğinden babasına şu satırlar döküldü.

“Öyle ağırım ki kendime 
Sen benden gittin gideli. 
Terim küs olmuş tenime
Sen benden gittin gideli 

Öyle bıkmışım ki kendimden 
Kurudum düştüm dalımdan 
Sanki ruhum çıktı canımdan 
Sen benden gittin gideli.

Bir cefam vardı bin oldu 
Aktı gözüm yaşı sel oldu. 
Yaz baharım döndü kış oldu 
Sen benden gittin gideli.”

Bu satırlar Mazlum Çimen’in yüreğinin sesiydi.
Bir süre sonra bu şiiri besteledi.
Türkü Edip Akbayram ile ünlendi.
Kısa sürede milyonların dilindeydi.

Herkes bunu bir aşk şarkısı sanıyordu ama  “Sen Benden Gitti Gideli” aslında babaya ağıttı.



Pinochet faşizmine direnen Şilili devrimcilerin şöyle bir sözü var.
"Un Pueblo Sin Memoria es Un Pueblo sin Futuro"
Türkçesi şu.
"Hafızası olmayan bir halkın geleceği de olmaz.”
Geleceğimiz için Sivas'ı unutma, unutturma.


GÖÇMEN KUŞLAR


Prof. Dr. Alfred Heilbronn.
Alman yahudisi bir bilim adamıydı.
Münster Üniversitesi’nde botanik uzmanıydı.
Özellikle genetik ve tıpta kullanılan bitkiler konusunda uluslararası üne sahipti.
Hitler’in iktidara gelmesiyle hayatı karardı.
Naziler'in zulmünden eşiyle birlikte Türkiye’ye sığınarak kurtuldu.
1933 yılında Cumhuriyetin Üniversite reformunun ardından  İstanbul Üniversitesi’nde göreve başladı.
Fen Fakültesi’nde botanik biliminin temellerini attı.
Botanik Enstitüsünü kurdu.
Türkiye’nin ilk biyolog ve farmakologlarını  yetiştirdi.
Alman eşini kaybedince Türk asistanı Mehpare Başarman hanım ile evlendi.
Ondan Kurt isminde bir oğlu oldu. 
1941 yılında Alman vatandaşlığından çıkarılınca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçti.
Eşi Mehpare Başarman ile birlikte İstanbul Üniversitesi’nde 14 bin metre kareden geniş bir alana Türkiye’nin ilk botanik bahçesini yaptı.
Beş binden fazla değişik bitkiyi bu bahçede yetiştirdi.
Marmara’nın dağlık bölgelerindeki bitki türlerini toplayıp İstanbul’a getirdi.
Yine eşi ile birlikte Uludağ’daki endemik bitkilerden kurutulmuş bitki kolleksiyonu oluşturdu.
Yeni vatanında herşey yolunda giderken Almanya’da kendisinin başına gelen bu kez Türkiye’de eşinin başına geldi.
1960 darbesini yapan 27 Mayıscılar, ünlü “147”ciler listesine koydukları Mehpare Başarman’ı üniversiteden ihraç etti.
Mehpare hanım için ülkesindeki tüm kapılar kapanmıştı.
Türkiye’de iş bulamayınca akademik hayatını sürdürebilmek için Almanya’ya sığınmak zorunda kaldı.

İlginç bir durumdu.
Eşi Nazi zulmünden kaçıp Türkiye’ye gelmişti, kendisi darbecilerin zulmünden kaçıp Almanya’ya gitti.
Zulüm heryerde zulümdü.
Mehpare hanımın ardından Alfred Heilbronn da Almanya’ya dönmek zorunda kaldı.
Çift Almanya’da vefat etti.
Türkiye’ye bıraktıkları en büyük eser İstanbul’daki “Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi” idi.
Bu bahçede her yıl  yüzlerce öğrenci eğitim görüyordu.
Türkiye’nin botanik ve farmakoloji insanları burada yetişiyordu.
İstanbul ve çevresinde yaşayan insanlar bahçeyi ücretsiz ziyaret ediyor, değişik bitki türlerini görüyordu.
Dün haber geldi.
Botanik Bahçesi Diyanet İşleri'ne devredildi.
Gerekçede şöyle yazıyordu.
Osmanlı döneminde bu alanda Şeyhülislamlık makamı vardı, bahçeyi boşaltın.”






Düşünür der ki,
“Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder.”
Farkında mısınız?
Bir bir terkediyorlar.
Göçmen kuşlar bir daha dönmemek üzere gidiyorlar.
Bu göç mevsimi daha kaç yıl sürer?
Kim bilir.




Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...