Kayıtlar

Ağustos, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

2 BİN YILLIK DUVARIN ANLATTIKLARI.

Resim
Fiyatlar almış başını gidiyor. Herşey ateş pahası. Tatil beldelerine gelen turistler ne yiyeceğini, ne içeceğini şaşırmış durumda. Çay 4 lira. Maden suyu 7 lira. Bira 20 lira. İçkili balık restoranına otursa, iki kişi en az 500 lira. Et lokantası da çok farklı değil. Pazarlar da bile fiyatlar tam gaz. Domates 5 lira. Üzüm 8 lira. Kiraz 12 lira. 5-10 yaprak marul bile 4 lira. Patatesi, kuru soğanı sormayın. Toprakta kendi kendine yetişen semiz otunun demeti bile 1.5 lira. En insaf. Serbest Piyasa Ekonomisi diyorlar buna kapitalist ekonominin savunucuları. Ve ısrarla da savunuyorlar. Fiyatlara müdahale edilemez. Rekabet aşırı pahalılığı dizginler. Ve ekliyorlar; başka bir sistem yok. He. *  *  * Nasıl yok. Yatağan ’daki Stratonikei a antik kentinde 2000 yıllık bir duvar var. Meclis binasının dış duvarı. Toplam 23 metrekarelik bir alan. 2000 yıl önce kenti yöneten meclis üyeleri üretici ile tüketiciyi biraraya getirip,  200’den fazla ürünün fiyatını bu duvara kazımış. Halka diyorlar ki,

2 BİN YILLIK BİR MEZAR TAŞI VE KAN PAZARI.

Resim
Gladyatör deniliyordu onlara. İsimleri Roma ordusunun en önemli piyade silahı "gladius" tan geliyordu. Genelde köleydiler. Satın alınıyor, eğitiliyor ve ölümüne dövüştürülüyorlardı. Şehir şehir dolaştırılıp, amfitiyatrolarda tapınak rahiplerinin düzenlediği ölüm gösterilerine çıkarılıyorlardı. Her biri ayrı bir silah kullanıyordu. Kimi kılıç, kimi örs, kimi mızrak. Gösteriden bir gün önce kent ilanlarla donatılıyor ve bilet satılıyordu. Halkın en büyük eğlencesi bu dövüşlerdi. Kum üzerinde kan pazarı kuruluyordu. Dövüşen iki gladyörden biri ölüyordu. Yere düşen ilk kan dalması daha kum tarafından emilmeden, izleyici daha çok kan istiyordu. Oluk oluk kan. Ne kadar çok kan, o kadar çok heyecan. Yaralanan gladyatör acı içinde kıvranırken, yaşayıp yaşamayacağına bir imparatorluk yetkilisi asilzadenin baş parmağı karar veriyordu. Parmak genelde yere doğru çevriliyordu. Bu ölüm demekti. Kazanan gladyatör rakibine son darbeyi vurduğunda, tribünler zevkten kendinden geçiyordu. V

5 BİN YIL SONRA DİRİLEN KADIN

Resim
Karyalıydı Hekate . Anadolulu. Asterie ile Perse s'in çocuğuydu. Gecelerin ve karanlıkların kızıydı. İsmi " en parlak olan" anlamına gelirdi. Anaerkil Anadolu'nun en önemli ana tançılarından biriydi. Ay tanrıçasıydı. Milyonlar ona tapardı. Yunan mitolojisine Anadolu'dan geçmişti. Sonra ünü tüm akdenize yayıldı. Frigler Pessinus dediler ona. Atinalılar Minerva. Kıbrıslılar Venüs. Giritliler Diana. Sicilyalılar Proserpine. Elevsisliler Ceres. Mısırlılar ise İsis. Ya da Hermes. *.  *.  * Üç bedene sahipti. O üç beden;  bir kadının kız çocukluğunu, anneliğini  ve anneanneliğini sembolize ederdi. Hilal şeklindeki ay onu betimlerdi. Elinde tuttuğu meşale aydınlığı simgelerdi. Amerika'nın ünlü özgürlük heykeli Hekate 'den esinlenmişti. Romalı filozof Lucius Apuleius Metamorfozlar adlı eserinde şöyle anlatıyordu, Hekate 'yi. “Ben her şeyin doğal annesi, bütün öğelerin sahibesi ve yöneticisi, bütün dünyalarda insan neslini başlatan, kutsal güçlerin reisi, c

İNSANIN TANRISI DOLAR OLURSA.

Resim
Öyle bir dağdı ki. Güzelliği, doğası ve görkemiyle binlerce yıl insanoğlunu etkisinde bırakmıştı. Bol oksijeni, binbir çeşit bitkisi ve hayvanıyla yaşamın ta kendisiydi. Antik çağda ismine İda diyorlardı. Bugün Kaz Dağı diyoruz. Dünyanın ilk edebi eseri kabul edilen Homeros 'un İliada Destanı 'nda bu dağdan söz ediliyordu. Tanrılar'ın dağıydı. Antik Çağ insanı o kadar yüceltmişti ki bu dağı, tanrılara layık görmüştü. Troyalılar 'ın cennetiydi. Roma 'yı kuran Aeneias bu dağın eteklerinde doğmuştu. Apollon Kral Laomedon ’un sürülerini bu dağda otlatırdı. Tanrıların babası Zeus Ganymedes’ e bu dağda aşık olmuştu. Tanrıçalar'ın en büyüğü Hera , Troia Savaşı’nda Zeus’u bu dağda oyalarak savaşın gidişatını değiştirmişti. Zeus ile Hera bu dağda evlenmişti. Hermoaphroditos bu dağın ormanlarında büyümüştü. Salmakis Hermoaphroditos 'a bu dağın nehirlerinde sevdalanmıştı. Dünyanın ilk güzellik yarışması bu dağda yapılmıştı. Güzeller güzeli Paris bu dağda yaşam

BİR EFSANENİN SONU, SALDA.

Resim
Dünyada sadece iki yerde var. Biri Kanada ’da, Ontario 'da. Diğeri bizde, Burdur 'da. İki göl. İki krater gölü. Özellikleri sularının sodalı ve magnezyum ağırlıklı olması. Bizdeki Salda Gölü . 2 milyon yaşında. 184 metre derinliği ile Türkiye'nin en derin, dünyanın ise en berrak sularından biri. Beyaz kumsalı ve turkuaz rengi ile Türkiye'nin Maldivleri. Kanada 'daki bir mücevher gibi korunuyor. Selfie bile çektirmezler. Ya bizde ki? Salda Gölü 'nün kumsalı Mars yüzeyine çok benziyor. 1996'da Glasgow Üniversitesi 'nden gelen bir grup bilim insanı 4 yıllık bir araştırma sonunda Salda' da bulunan beyaz kayaların, Mars'ta bulunan kayaların yapısıyla büyük benzerlik taşıdığı kanıtladı. Bunun üzerine İngiliz televizyon kanalı BBC, 2000 yılında gölle ilgili bilimsel bir belgesel çekti. Yani Salda Gölü , sadece doğal güzellikleriyle turistlerin değil, farklı özellikleri ile bilim dünyasının da ilgisini çekiyor. Bu yüzden mutlak korunması ve daha

DATÇALI KONSTANTİN'İN KATIRI

Resim
1900 'lü yılların başıydı. Datça Yakaköy' de bir Rum yaşıyordu. Yorgi oğlu Konstantin . Yıllar önce Akdeniz'deki Karpatos (Karput) Adası'ndan Datça' ya gelip yerleşmişti. Bir katırı vardı. Sarı tonlu sevimli bir katır. Katır deyip geçmeyin. O günlerde son model araba kadar kıymetliydi. Yıllarca Konstantin'in yoldaşı olmuştu. Onu, ailesini, yükünü taşımıştı. Tarlasını sürmüştü. Üstüne titriyordu Konstantin katırının. Her yıl hükümet konağı avlusunda muayene ettiriyordu. Ama bir gün Konstantin bir olay nedeniyle hapishaneye düşünce, katıra bakmak oğlu Andon 'a kaldı. Andon da babası gibi katıra düşkündü. Ama gençti. Bir gün Andon katırı kaybetti. Nerede arasalar, bulamadılar. Ölmüş olsa cesedi bulunurdu. Bulamadıklarına göre biri ç'almıştı. Andon üzüntüden mapustaki babasına katırın kaybolduğunu söyleyemedi. Aradan iki yıl geçti. Konstantin hapisten dönmüştü. Katırın kaybolduğunu öğrenince karalara büründü. Hemen aramaya başladı. Çevresindeki do

FERMAN PADİŞAHINSA, SANDRAS BİZİMDİR.

Resim
"Dağlar kanatlıydı eskiden Canları istedikleri zaman Vurup kanatlarını kalkar Diledikleri yere konardı Dağların bu kalkıp konması Toprak Ananın canını yakıyor, acıtıyordu Sonunda Tanrı acıdı da toprağa Dağların kanatlarını kesti. Bu kesilen kanatlar bulut oldu. O yüzdendir bulutların hep dağlara dağlara koşması." Mitolojiyi şiire çeviren insan Prof.Dr.  Şadan Gökovalı  böyle anlatır dağları. Dağlar antik çağlardan bu yana hep kutsaldır. Çünkü yaşam dağlardadır. Efsanelerin çoğu dağlarda doğmuştur. Yücelik ve saygı hep dağlaradır. Dağlar sığınaktır mesela. Vermez kimseyi ellere. Dağlar sevdadır mesela. Kaçan aşıkları korur.. Dağlar inançtır mesela. Tanrılar dağlarda yaşar, peygamberle dağlarda buluşur. Dağlar hürriyet, umut, su ve rüzgardır. Direnişler dağlarda olur. An gelir marşlara konu olur. "Dağ başını duman almış, Gümüş dere durmaz akar." An gelir türkülere söz olur. "Oy dağlar, yalçın dağlar. Dumanı hırçın dağlar. Gün olur,devran döner. Ağlayan

ÜSKÜDAR'DAN BU YAN LO, KİMİN YURDU!

Resim
12 bin yıllık bir geçmişi var. İnsanoğlu'nun en eski yerleşimlerinden biri. Sümerler, Akadlar, Asurlar, Babiller, Medler, Persler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Artuklular, Mervaniler, Selçuklular, Eyyubiler, Moğollar, Osmanlılar ve Türkler tarafından kullanılmış bir kent. Dicle nehrinin ikiye böldüğü mağara ve kayalardan oluşan bir yerleşim bölgesi. Bir tarih, kültür, din ve doğal güzellik merkezi. Hem de güzeller güzeli. Adı Hasan Keyf. Süryanice Hesna Kepha , Arapça’da Hisn Kafya. Mağaralar şehri demek. İçinde doğal yollardan oluşan en az 6 bin mağara var. Ve onlarca tarihi bina. Camiler, kiliseler, sinegoglar, saraylar. 12 bin yıldır onca depreme, sele, işgale dayandı ama maalesef kapitalizme yenik düştü. Çok yakında sular altında kalacak. 50 yıllık ömrü olan Ilıca Barajı için 12 bin yıllık tarih yerle bir edilecek. 300'e yakın henüz kazılmamış höyük sulara boğulacak. 200 yerleşim yeri yok olacak. 75 bin insan evinden, yurdundan göç edecek. En az 20 e

SELENE’NİN GÖZYAŞLARI

Resim
"Parıldayan ayın çevresindeki sayısız yıldızlar ışıl ışıl, gökyüzü pırıl pırıl aydınlanırken, bulutlar parça parça yırtılıp da sarp dağların doruklarında sivri kayalara iner gibidir Selene’nin yüreği." Anadolulu ozan Homeros böyle anlatır güzeller güzeli Selen e'yi. Selene Zeus 'un kızıydı. Ay tanrıçasıydı. Latmos D ağlarını(Beşparmak) o aydınlatırdı. Geceleri Bafa Gölü' nü ışıldatan oydu. Bir gece yarısı Bafa Gölü 'nün üzerinden dünyayı izlerken, bir kaval sesi duydu. Ormanın derinlerinden gelen, dinleyeni mest eden bir kaval sesi. O anda rüzgar durdu. Hayvanlar, börtü böcekler sustu. Doğa bu muhteşem konsere odaklanmıştı. Kavalı çalan Endymion 'du. Yoksul, bir garip çobandı. Kavalından çıkan ses, yüreğinden kopan nağmelerdi. Büyüleyiciydi. Selene de büyülendi. Bir anda aşık oldu çoban Endymion 'a. Işığıyla onu sardı, tek beden oldu. Artık Bafa Gölü' nde her gece Selene ile Endymion 'un aşkı vardı. Doğa her hava karardığında onla