21 Nisan 2018 Cumartesi

BİR AVUÇ BOZUK PARA


Yoğun bir gündü yine.
Yine toplandık Dado Cafe’de.
Malum gündemimiz Can Yücel Kültür Sanat Festivali.
Son hazırlıklar.
Son kontroller.
Her detay gözden geçiriliyor.
Etkinliklerde kimler görev alacak?
Festivale katılacak müzisyen, sanatçı, kültür insanı konuklarımız nerede kalacak?
Nerede yemek yiyecekler?
Ulaşımları nasıl sağlanacak?
Afişlerin, broşürlerin hazırlanması ve basımı?
Stantlara başvurular ne durumda?
Etkinlik alanlarındaki teknik ihtiyaçlar neler?
Mali durumumuz ne?
İmeceye katılım nasıl?
Tam bir beyin fırtınası.
Her kalem, her detay tek tek masaya yatırıldı yine.
Biliyoruz yük ağır.
Ancak o ağır yükü kaldıracak inancımız daha ağır.
Neden mi?
Anlatayım.

Datça’da bir ayakkabı boyacısı arkadaşımız var.
Güler yüzlü, hoş sohbet, çalışkan ve sempatik.
Her gün boyadığı 5-10 ayakkabı ile ekmeğini çıkarmaya çalışır.
Zaman zaman toplantılarımıza şahit oluyor.
Sokakta birinin ayakkabısını boyarken bize kulak kabartıyor.
İki gün önce sabah saatlerinde sokaktan geçerken, bizim karargah Dado Cafe’ye uğruyor ve sevgili Umut Baran Sümer’e cebinden çıkardığı bir avuç bozuk parayı veriyor.
Umut doğal olarak soruyor.
“Bir şey yemedin. içmedin. Bu neyin parası?”
Ayakkabı boyacısından hiç ummadığı bir cevap.
“Can Yücel Kültür Sanat Festivali’ni imeceyle düzenliyorsunuz. Bu dayanışmada benim de katkım olmasını istiyorum.”
Bir avuç demir lira.
Bir miktar bozukluk yani.
Ya da üç beş metelik.
Hepsi bu mu, deyip geçmeyin!
O para, milyonlardan değerli bir para.
O para, dünyaları satın alacak bir para.
Neler yok ki o parada.
Sevgi var.
Kardeşlik var.
Dayanışma var.
Güven var.
En önemlisi kalp var.
Şimdi neden inançlı olduğumuzu anladığınız mı?
O bir miktar bozuk para.
Bizi sonsuz dünyalara götüren, mutluluktan gözlerimizi yaşartan para.
İmecenin güzelliği bu işte.
Kollektivizmin yüceliği bu.
Bu işte dayanışma.

YA KEBİKEÇ


Osmanlı alimleri, kitapları tahta kurtlarından korumak için bir tılsıma inanırdı.
Kütüphanelerdeki tüm kitapların üzerine “Ya Kebikeç” yazarlardı.
İnanışa göre “Ya Kebikeç” zararlı böcekleri yöneten bir melekti.
Kitabın üzerinde bu meleğin ismini gören tahta kurtları, sayfalara zarar veremiyordu.
İnanç işte.
Aslında kitaplara haşarelerden daha çok kültür düşmanları zarar vermiyor mu?
Yüzyıllarca ne çok kütüphane talan edildi.
Milyarlarca kitap meydanlarda yakıldı.
Yazarlar tutuklandı.
Kitaplar suç delili sayıldı.
İnsanlar yazılmamış kitaplardan yıllarca zindanlarda tutuldu.
Son örnek Ahmet Şık'tır.
Bugün ülkemizi “kitap bombadan tehlikelidir” diyen bir zihniyet yönetiyor.

Renklerin hükümdarı ressam abim Ibrahim Ciftcioglu, Datça ile ilgili yazılarımı bir kitapçık haline getirmemi istedi.
Ona hayır demek olur mu?
Hazırladık.
İbrahim abinin rituelini yerine getirip, her birine kırmızı mürekkeple parmak izimizi bastık.
Yazar arkadaşım Ozgur Mutlu da sağolsun, çok yardımcı oldu.
Adı; Bir Nefes Datça.
Kırmızı Kapı Yayınevi baskıları tamamladı.
İbrahim Çiftçioğlu hepsinin üzerine “Ya Kebikeç” mührünü vurmayı ihmal etmedi.
Ancak bu mühür kitap kurtlarını kaçırmak için değil.
Kitap düşmanlarından korunmak için.
“Bir Nefes Datça” Can Yücel Kültür Sanat Festivali’nde okuyucuyla buluşacak.
Fiyatı mı?
Cepten değil, gönülden.


Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...