Datça’nın Sındı Köyü, bir öykü saklar. Çam ağaçlarının serin gölgesinde, taş evlerin arasında dolaşan bu öykü, Hasan Uysal'ın adını taşır. 1900 yılında burada doğan Hasan, hayata ayak basarken kimse onun bir milletin onuru ve fedakarlığının sembolü olacağını tahmin edemezdi.
Genç Hasan, 20’li yaşlarının başında, Anadolu’nun dört bir yanında yankılanan çağrıya kulak verdi. Kurtuluş Savaşı’nda vatan toprağını savunmak için cepheye koştu. Ancak savaş, Hasan’dan çok şey aldı; iki bacağını.
Onun hikayesi burada sona erdi sananlar yanıldı. Hasan, düşen bir çınar gibi toprağa kök saldı. Devletin verdiği tahtadan yapılmış, kösele deri ve demirle desteklenmiş protezlerle hayata tutundu. Bu tahtadan bacaklar, sadece birer protez değil; Hasan’ın inadının, umudunun ve mücadelesinin birer uzantısıydı.
O protez bacaklarla tarlalarda çalıştı, çocuklarını büyüttü. İki evliliğinden doğan 11 çocuğuna sadece ekmek değil, azim ve onur miras bıraktı. Her adımında yitirilmiş bir gençliğin, ama kazanılmış bir bağımsızlığın ağırlığını taşıyordu. Protezleriyle yürüyemediği yolları çocuklarına hayal ettirdi, belki de torunlarına bir milletin fedakarlık öyküsünü anlattı.
1974 yılı geldiğinde Hasan Uysal, ardında derin bir sessizlik bırakarak bu dünyadan göçtü. Ama hikayesi, torununun kalbinde yaşamaya devam etti. O protez bacak, sadece tahtadan bir eşya değildi artık; dedesinin mücadelesinin ve vatan uğruna feda edilenlerin simgesiydi.
Hasan’ın torunu Sedat Uysal bir gün protezi eline aldı, uzun uzun baktı. Parmaklarını yıpranmış kösele deride gezdirirken, dedesinin yorgun nefeslerini ve kahramanlık dolu sessizliğini hissetti. "Bu protez sadece bizim ailemizin değil," dedi kendi kendine, "bir milletin hatırası." Dedesi adına gururla dolarken, bu emaneti daha çok insanın görmesi gerektiğini düşündü. Bir müzede, Hasan Uysal'ın protezi, onun hikayesini bilmeyen gözlere ilham olabilir, unutan kalplere hatırlatıcı bir yankı bırakabilirdi.
Datça’da bir etnografya müzesi hayal etti torunu. Hasan Uysal’ın tahtadan protezinin sergilendiği bir müze... Yalnızca dedesinin değil, bu toprakların nice kahramanının, emekçinin, fedakar insanının izlerini taşıyan bir yer. Çiftçinin sabanı, balıkçının ağı, terzinin makası, annenin ekmek tahtası... Her bir eşya, kendi hikayesini anlatan sessiz bir ağıt, bir direniş destanı olabilirdi.
Bir etnografya müzesi, Datça tarihinin arasında saklanan nice hikayeyi gün yüzüne çıkarabilirdi. O protez, bir gün hak ettiği yerde, bir müzede, bir milletin fedakarlığını anlatan bir sembol olmalıydı. Çünkü bazı hikayeler, unutulmamak için anlatılmalı, saklanmalı ve paylaşılmalıydı.
Bazı kulaklar "müze gerekli" seslerini duymalıydı.
Not: Evren Ersoy'un Demirören Haber Ajansı'nda yaptığı haberden kurgulanmıştır.