18 Mart 2018 Pazar

FERMAN PADİŞAHINSA, DAĞLAR BİZİMDİR


Sabahattin Ali’nin dediği gibi..
Şehirler bazen tuzak.
İnsan sohbetleri yasak.
Ovalar dar gelir insana.
İşte o anlarda reçete bellidir.
Dağlar meskendir.
Dağlar özlemdir.
O anlarda insan dağlarda olmak ister.
Gökyüzünde bulut olmak ister.
Asi bir rüzgar olmak ister.
Çünkü dağlar özgürlüktür.
Sular gibi akmaktır dağlar.
Kuşlar gibi uçmaktır.



Arkadaşlarla Mesudiye Avlana'da köy kahvesindeyiz.
Sabah çayımızı içerken Datça dağlarını seyrediyoruz.
Heybetli tepeler bunlar.
Üzerlerinde dans eden bulutları var.
Ege'nin dağları denize dik iner.
Ege'de dağların gölgesi denize düşer.
Bahar yeli önce bu dağlardan eser.
Kekik kokar o esinti.
Şakayık kokar.
İçime derince çektim o kokuyu.
Baharın kokusunu hissettim.
Tam da o anda içimi okudu sanki.
Köylü Görgün amca girdi araya..
"Dağları mı özledin?" diye sordu..
"Evet" dedim, "Evett."
Görgün amca 75 yaşında..
Doğma büyüme buralı..
Diploma ilkokul..
Ama dağlarda ordinaryüs profesör.
"Hiçbir dağ sana gelmez!" dedi.
"Eğer dağı istiyorsan, sen ona gitmelisin."
Sonra sandalyesinden doğruldu, sopasını aldı..
“Düşün peşime” dedi, “oyalanmayın, düşün!”
Hiç durur muyuz, düştük peşine.

Önde Görgün amca, arkada biz..
Siz bakmayın 75 yaşında olduğuna.
Rehberimiz bizden dinç.
Maki, çalı, kaya, tepe dinlemiyor.
En dik arazide bile yaban keçisi gibi sekiyor.
Ben bu dönem formsuzum.
Kışın sağ ayağımda lif koptu.
İyi atlattım, atlatmasına da.
Hayli kilo aldım.
Kaslar güçsüz.
Sağ dizde menisküste milim yırtık var.
Ham vücut dik yokuşta zorlanıyor.
Lakin özgürlük verilmez.
Özgürlük fethedilir.
Dağlar özgürlükse eğer.
Her zorluğa değer.
Öyleyse durma Sedat.
Ha gayret.
Tabana kuvvet.
Düştük dağlara dağlara.
Aştık dereleri tepeleri.



Bu mevsim doğa canlanır buralarda.
Henüz toprak yumuşaktır.
Dinen lanetlenmiş domuzlar aslında doğanın birer çiftçisidir.
Onlar olmasa, ağaçlar, bitkiler yeşermez.
Geceleri dişleriyle yumuşak toprağı eşeler domuzlar.
Böylece ağaçlardan, bitkilerden düşen tohumlar toprak altına iner.
Toprağa kavuşan tohumlar yağmurla hayat bulur.
Domuzlar saban görevi yapar.
Yine yapmışlar.
O yüzden yerler çicek bahçesi bugünler.
Halı gibi sarmışlar.
Rengarenk.
Orkideler büyümeye başlamış.
Yakında köylüler sökecekler onları.
Köklerinden salep üretecekler.
Ne güzel olur kış günleri salep.
Süt, tarçın ve zencefil.
Her derde deva, muhteşem dörtlü.
Ama o kökleri sökmeseler daha iyi, neslini tüketiyorlar.
Dev papatyalar uzamış artık.
Sapları iyi meze olur bu cinsin.
Dalleme derler yörede.
Haşlayıp, sarımsak ve zeytinyağıyla servis ederler.
Nefistir.
Yöre otları yavaş yavaş yüzlerini gösteriyorlar artık.
Tilkişen, turp otu, sarı ot, labada, hindiba, ısırganotu, dilkicek, gışıyak, iğnecik, radika, şevketibostan, zemperlik.
Yakında büyüyecekler.
Anasonlu masalara tad verecekler.
Turp otunun hastasıyım.
Bir de yabani kuşkonmazın.
Masada sadece ikisi olsun bana yeter.
En sert rakı bile yağ gibi gider.
Ağaçlar binbir çeşit tomurcuk.
Renk renk.
Çağla bademler ele geliyor.
Tuza batırıp yenilir artık.
Lakin eriklerin biraz daha güneş görmesi gerek.
Gözüm dağ çileği aradı.
Böğürtlen ve yaban mersini.
Ama maalesef.
Onlar için daha erken.
Hayvanlar alemi de bahara merhaba demiş.
Sağımdan bir kertenkele kaçtı.
Biraz ilerde yavru bir yılan bir kayanın altına saklandı.
Otların üstü börtü böcekler.
Arılar yoğun mesaide.
Tepemde şahanların sesleri.
Henüz kartallar gelmedi.
Onlar Afrika'dan göç yolundalar.
Bir iki aya buradalar.
..Ve leylekler.
Onlar da daha varamadılar.
Yakında ulaşırlar.
Sonra da puhu kuşları.
Kara tavuklar.
Ve keklik sürüleri.
Bir aya kadar nisan yağmurları başlar.
Salyangozlar sarar heryeri.
Kavurmasını yaparlar.


Dereleri, tepeleri geçtik.
Zirvelerle birleştik.
Görgün amca Doğu Romalılardan kalan bir gözlem kalesine çıkardı bizi.
Tam bir kartal yuvası.
Dört tarafa hakim bir zirve.
Binlerce yıl önce yapılan taş duvarlar zamana meydan okuyor hala.
Taşların arasında testi parçaları var.
Büyük toprak kaplar bunlar.
Herhalde bunlarla kaleye su taşımışlar.
Aşağıda Mesudiye Köyü.
Ovabükü, Hayıtbükü.
Karşıda Tilos Adası.
Sağ tarafta Knidos kara suları.
Arkamızda yüce Kocadağ.
Tilos'un dağları ile Datça dağları birbirini selamlıyor.
Bu dağlar, kardeş dağlar.
Tepemizde güneş, ciğerlerimiz oksijen doluyor.
Yaşasın özgürlük.



..Ve zirvede mola zamanı.
Oturduk kayaların üstüne.
Görgün amca bir cigara yaktı.
Sonra o anlattı, biz dinledik.
Bu dağlarda eskiden geyikler varmış.
Karacalar ve de dağ tavşanları.
Avcılar soykırım yapmış.
Hiç geyik kalmamış..
Eskiden eşek sırtında çıkarlarmış buralara.
Derelerden su akarmış.
Yaz boyu dereler kurumazmış.
Şimdi yazları suya hasret toprak.
Kurtuluşta İtalyan ve Yunan savaş gemileri topa tutmuş bu zirveleri.
Dedeleri Sındı Köyü'ne kaçmış.
Eskiden de korsanlardan kaçarmış köylüler.
Sındı ismi Sığındı'dan geliyormuş
Canlarını bu dağlar kurtarmış.
Bu dağlar olmasaymış, kıyı köylerinde kimse sağ kalmazmış.


Dağlar sığınaktır, vermez kimseyi ellere.
Dağlar sevdadır, kaçan aşıkları korur..
Dağlar inançtır. Allah peygamberlerle hep dağlarda konuşmuştur..
Dağlar hürriyet, umut, su ve rüzgardır.
Marşlara konu olur.
"Dağ başını duman almış,
Gümüş dere durmaz akar."
Türkülere söz olur.
"Oy dağlar, yalçın dağlar.
Dumanı hırçın dağlar.
Gün olur,devran döner.
Ağlayanlar da bayram eyler."
Ve an gelir dağlar isyana hasret olur.
"Alnında yıldızlı bere.
Elinde mavzerinle.
Çıkıp dersim dağlarında
Türkü söylemek var ya."
İnsan dağlara çıktıkça daha iyi anlıyor..
Bu güzelim memleket herkese yeter.
Bu toprak hepimizi doyurur.
Öyleyse neden bu kan, bu gözyaşı, bu keder?.
Neden bu cenneti paylaştırmaz bizi yönetenler?.
Ama dedik ya dağlar umuttur.
Elbet birgün devran döner.
Korku dağları sarar.
..Ve ezilenler de bayram eder.

Çünkü ferman padişahınsa, dağlar bizimdir.

ARILARLA KONUŞAN ADAM.


“Başarılı olmak için arı gibi çalışmak gerekiyor”
Mümin Sekman

Bazı idealist insanlar vardır.
Künyesinde namus yazar.
İşini düzgün yapar.
Yan yollara sapmaz.
Hileye, hurdaya yanaşmaz.
Başarısını kendi vatanı duymaz.
Ama eloğlu duyar.
Çünkü hiçbir başarı karşılıksız kalmaz.
Alper Kuyucu işte o insanlardan biri.
Bu ülkenin pırıl pırıl gençlerinden biri.
Ekmeği bol eyleyenlerden.
Acıyı bal eyleyenlerden.



Amerika’nın North Carolina eyaletinin Asheville kentinde "Siyah Kavanoz Bal Yarışması" vardı.
Dünyanın her yerinden 50'ye yakın bal çeşidi yarışmaya katıldı..
Datçalı arıcı Alper Kuyucu'nun organik kekik ve keçiboynuzu balı şifalı bitkiler dalında dünyanın en iyisi seçildi.
Evet dünyanın en iyi balı ülkemizden seçildi.
Datça'dan.
Dünya duydu.
Türkiye duymadı.
Haberin var mı Ankara?.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı.
Haberin var mı?



Arıcı Alper Kuyucu 25 yıldır bu işi yapıyor.
Namusuyla yapıyor.
Doğma büyüme Datçalı.
Kızlan köyünden.
Balda binbir çeşit hile yapılırken, o dedelerinin usulüyle organik bal üretiyor..
"Nedir bu işin sırrı" diye sordum.
"Arıların dilini öğrenmek" dedi.
Sonra devam etti.
"Çocukluğumdan bu yana arıcılığa merakım vardı. Arkadaşlarım sokakta top oynarken, ben arı kovanlarımızı tamir ediyor, onlarla oynuyordum. Benim oyuncuklarım onlardı. Fırsat buldukça babamdan habersiz arı kovanlarını açıyordum. Her gün arıcılıkla ilgili yeni bir şeyler öğreniyordum. Arıları anladıkça doğayı anladım. Doğayı anladıkça kendimi, çiçeği ve böcekleri anlamaya başladım. Daha sonra Amerikalı bal uzmanı Debra Roberts’le tanıştım ve doğal bal üretimi konusunda beraber çalışmaya başladık. Yöremizin kekik ve harnup balını çok beğendi ve Amerika’ya götüreceğini söyledi. Kuzey Carolina’da her yıl bir bal yarışması düzenleniyormuş. Kekik balımın yarışmada birinci olduğunu öğrendim. 25 yıllık hayalim gerçek oldu. Datça’yı ve Türkiye’yi temsil ettiğim ve birinci olduğum için çok mutluyum."
Dedim ya Alper idealist..
Dedelerinden öğrendiklerini, bildiklerini şimdi herkese anlatıyor..
Seminerlere katılıyor..
Okullarda öğrencilere arıcılık dersi veriyor..
Israrla da Türk balının hakettiği yerde olmadığını söylüyor..
"Dünya coğrafyasında mükemmel doğaya sahip bir memlekette yaşıyoruz. Ancak bal üretiminde yapılan sahtekarlık ve işi bilmeyen insanların bilinçsizce üretim yapmaları, balımızın kalitesini düşürüyor. Amacım doğal olarak ürettiğim balları birçok dünya ülkesinde tescilleterek, Türk balını hak ettiği yere taşımaktır."
Dünya Şampiyonu bir arıcının sözleri bunlar..
Alkışlanacak sözler..
Bu ülkenin Alper gibilere ihtiyacı var..
Alperler çoğalırsa kalkınacağız..
Alperlerle dünyada tanınacağız..
Bu yüzden Alperler'i alkışlamak gerek..
Alperler'i desteklemek gerek..



Türkiye kovan sayısı bakımından dünya ikincisi..
Ama üretim açısından çok geride..
Koloni başına ortalama 15.20 kilo bal üretiyoruz..
Bu gelişmiş ülkelerde 40 kilodan fazla..
Oysa flora açısından dünyanın en zengin coğrafyası burası..
Ama bilgisizlik ve teknik donanım eksiği nedeniyle istenilen balı üretemiyoruz..
Üstelik bala binbir çeşit hile katıyoruz..
İşte böyle bir ortamda Datçalı Alper Kuyucu büyük bir başarıya imza attı..
Dünyanın en iyi organik balını üretti..
Haberin var mı Ankara?..
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı?.

Haberin var mı?.


AHMED ARİF'İN BAHARI


Hava kapalıydı bugün.
Yağmur naz yapar gibiydi.
Yağsam mı, yağmasam mı?
Hafif bir poyraz esiyor.
Ama rahatsız edici değil.
Işık komünist olmuş, heryerde eşit aydınlık.
Tam fotoğraf çekme zamanı.
Güneş böyle bulutlara hapsolduğu anlarda, doğa adeta stüdyoya girer.
Gel beni çek der.



Bu sese kulak verilmez mi?
Aldım makinamı, vurdum Mesudiye tepelerine.
Önce Hayıtbükü, sonra Ovabükü sırtları.
Ahmet Arif, Sansaryan zindanlarında yazmıştı ya.
"Dağlarına bahar gelmiş memleketimin."
Gelmiş vallahi.
Milyonlar beton kentlerde hapis hayatı yaşarken, dışarıda doğa şenlenmiş.
Dağlar tepeler çiçeklenmiş.
Anemonlar sarmış heryeri.
Papatyalar.



Sarı çicekler fışkırmış.
Badem çiceklerini söylemeye gerek yok.
Onlar tam mevsiminde açtılar.
Kar gibi yağdılar.
Bir tarafta güller.
Bir tarafta karanfiller.
Ve Begonviller.
İsmini bilmediğim daha neler, neler.Her adım çiçek.
Her adım bereket.
Müthiş bir flora.
Dağ tepe rengarenk.
Riyat Gül hocanın Datça Yarımadasının bitkileriyle ilgili kitabını merakla bekliyorum.
Acaba hangileri endemik?





Çicek olur da arı olmaz mı?Arılar bal almaya başlamış bile.
Tavuklar böcek ziyafetinde.
Harık Abinin atı Düldül taze otlarla besleniyor.
Sütçü Erol'un mandası uzanmış sere serpe.
Buzağının ise keyfi yerinde.





Üç saatim doğada geçti bugün.
Nasıl iyi geldi sormayın.
Geçenlerde Datça'da 2000'li yıllarda yayınlanan Balıkaşıran Gazetesi'ni okuyorum.


Datça'nın ayaklı kütüphanesi Avukat Yusuf Ziya Özalp'in bir yazısı dikkatimi çekti..
MÖ 4'ncü yüzyılda Knidos'ta yaşayan filozof Crisippos, bunaldığı zamanlarda kendini doğaya atarmış.
Beynini boşaltana kadar günlerce, haftalarca vahşi bir hayat sürermiş.
Sonra Knidos'a büyük bir moral ve müthiş bir enerjiyle dönermiş.

Doğanın tüm hastalıklara iyi geldiğini söyleyerek, insanlığa şöyle seslenmiş.
"Doğadaki sesler, pek çok hastalığı iyileştirir, sinirli, endişeli, yorgun olduğun zaman bir ırmak kıyısına otur, gözlerini kapa, beynindeki tüm düşünceleri boşalt ve suların şırıltısını dinle. Unutma ki su, sinirlere en iyi gelen ilaçtır. Rüzgarın sesi gürültüleri yok eder, ormanın sesi ise beyni dinlendirir."
Ne kadar doğru.
Doğal Tarımın babası kabul edilen Japon çiftçi ve filozof Masanobu Fukuoka şöyle diyor.
"Doğadan ayrı kalan insan, kibre tutulup tüm hakikati yadsımaya başladı, ve kendini doğanın hükümdârı olarak bildi. Ne zaman ki uzaklaştırdı kendini özünden, var oluşun temelinden, “doğa”dan, o zaman hastalıklar sardı bedenini. şimdi de o hastalıklardan ilaç ve kimyasal bileşimlerle kurtulmaya çalışıyor."


Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...