13 Ocak 2025 Pazartesi

KADIN ŞİFADIR


Antik Çağ'da Ege'nin inci gibi koylarından birinde yükselen Knidos, sadece güzel heykelleri ve tapınaklarıyla değil, aynı zamanda bilge kadınlarıyla da ünlüydü. Bu kadınlardan biri, tanrıçaların ilham verdiği yetenekleriyle tanınan İasis’ti. İasis, kentin en yaşlı ve saygıdeğer şifacılarından biriydi. İnsanların yaralarını saran, hastalarını iyileştiren ve bilgelik öğreten bu kadın, Knidos’un tarihinde derin izler bırakmıştı.

Bir gün genç Lykaithion, annesinin rahatsızlığına çare bulmak için İasis’in taşlarla çevrili küçük evine geldi. Bu ev, şifalı otların kurutulduğu, denizden toplanmış kabuklarla süslenmiş ve içinde bitkilerin kokularının yükseldiği bir sığınaktı.

Hoş geldin, Lykaithion,” dedi İasis, kadim gözleriyle genç kızı süzerken. “Ne arıyorsun burada?

Anneme çare arıyorum, İasis,” dedi Lykaithion, sesi titreyerek. “Geceleri nefes almakta zorlanıyor. Sana getirdiğim bal ve zeytinyağı karşılığında yardımını istiyorum.

İasis, genç kızın yalvaran gözlerine baktı ve küçük bir tebessümle başını salladı. 
Çareler, doğanın hediyeleridir. Ama onları kullanmayı bilmek için bilgi gerekir. Seni yanıma çırak alacağım. Böylece hem anneni iyileştiririz, hem de sen de başkalarına yardım edebilirsin.

Lykaithion, sonraki günlerde İasis’le birlikte çalışmaya başladı. Knidos’un tepelerinde ve koylarında dolaşarak bitkiler topladılar: sarı kantaron yaraları iyileştirmek için, adaçayı ise hastaların ateşini düşürmek için. İasis, her bitkinin nasıl kullanılacağını, hangi ayın hangi evresinde toplanması gerektiğini sabırla anlattı.

Lykaithion, zamanla İasis’in öğrettiklerini geliştirerek kendi yöntemlerini bulmaya başladı. Deniz yosunlarından merhemler yaptı, şifalı taşlarla masaj teknikleri geliştirdi. Knidos halkı, artık onun bilgeliğini konuşur olmuştu. İasis, yaşlanmış ve kendini yavaş yavaş geri plana çekmişti. Ancak, Lykaithion onun mirasını koruyarak, sadece şifacı değil, aynı zamanda öğretmen olmayı da seçti.

Bir gün Knidos’ta büyük bir salgın baş gösterdi. İnsanlar birer birer düşmeye başladı, çocukların ağlaması sokaklardan eksik olmadı. Halk, panikle Lykaithion’a başvurdu. Lykaithion ise bu zorluğun, hem İasis’in mirasına hem de kendi bilgisine olan bir sınav olduğunu biliyordu.

İasis’ten öğrendiği reçeteleri kullanarak çeşitli tedavi yöntemleri uyguladı. Ancak salgınla başa çıkmak için daha fazlasına ihtiyaç vardı. Gece gündüz durmadan çalıştı; bitki karışımları, özel banyolar ve aromatik yağlarla insanların direncini artırmaya çalıştı. Nihayet, halkın sağlığı iyileşmeye başladığında, herkes onun adını kutsal bir şükranla anıyordu.

Lykaithion, şifacılıkta sadece yeteneğiyle değil, aynı zamanda insan sevgisi ve fedakarlığıyla da Knidos’un kalbine kazındı. Ölümünden sonra adına bir anıt dikildi ve her bahar, Knidos halkı onun anısını yaşatmak için çiçeklerle süslenmiş küçük bir tören düzenledi.

Knidos’un şifacı kadınları, sadece Lykaithion’la sınırlı değildi. Onun öğretileri, diğer kadınlara da aktarılmış ve şifacıların bilgeliği kuşaktan kuşağa bir miras olarak taşınmıştı. İasis ve Lykaithion’un hikayesi, sadece bir efsane değil, aynı zamanda kadınların bilgi ve sevgisiyle bir toplumu nasıl iyileştirebileceğini anlatan bir ders olmuştu.
Not: Bu bir kurgudur. Ancak, genel olarak Antik Yunan ve Roma dünyasında kadınların şifacılık alanında önemli roller üstlendikleri bilinmekte. Örneğin, Homeros'un "Odysseia" destanında, bitki ve büyü bilgisiyle tanınan Kirke gibi kadın figürler yer almakta. 
Görsel: Yapay zeka

BAZEN EFSANELER DE KIRILIR

Sokakta tozlu topun peşinden koşan çocuklar, hayallerinde onun adını mırıldanırlardı.
"Ver Lefter’e, yazsın deftere!
Türk futbolunun altın çağının simgesi, sahanın üzerinde süzülen bir kartal gibiydi. Her pasında, her golünde milyonların kalbini fethederdi. Lefter Küçükandonyadis, yalnızca Fenerbahçe’nin değil, Türk milli takımının da onuruydu. 50 kez milli formayı giymiş, 23 kez kaptanlık yapmıştı. Ama sahada bir kahraman olan Lefter’in hayatı, ne yazık ki her zaman aynı görkemle parlamıyordu. 

1974’ün Temmuz Ayı.. Büyükada’da yaz sıcağı keskin bir huzurla birleşmişti. Lefter, yılların emeğiyle inşa ettiği yuvasını, tanıdıklarının kefil olduğu birine satmıştı. Paranın tamamı ödenmemişti, ama Lefter için söz imzadan üstündü. Türk futbolunun efsanesi, sahada olduğu gibi hayatta da temiz bir oyun oynuyordu. 

Ancak birkaç ay sonra, sabah kapıya gelen ihtarname, o güveni kökünden sarstı. “Evi boşaltın!” yazıyordu. Lefter, yaşadığı şokla soluğu Büyükada Emniyet Amirliği’nde aldı. İçeride evi satın alan kişinin avukatı vardı, yanında birkaç polis memuru ve bir komiser. Daha adımını atar atmaz, avukatın sesi odada yankılandı: 

Ne işin var ulan burada? Hemen terk et o evi!” 

Lefter sakin kalmaya çalışarak durumu anlatmak istedi. 
Paramı almadan nasıl evimi alırsınız?” dediği an, avukat bir canavar gibi üzerine çullandı. “Ulan! Biz sizi Anadolu’dan İzmir’e sürdük, denize döktük. Buradan da atacağız!” 

Bu sözler Lefter’in kalbine bir hançer gibi saplandı. “Ben bu ülkenin vatandaşıyım,” dedi, sesi çatallaşarak. “50 kez milli forma giydim.” Ama avukatın öfkesi durmak bilmiyordu. “Sus gavur!” diye bağırarak iki şiddetli tokat attı Lefter’in yüzüne. 

O an zaman durdu. Karakolda, geçmişin ağırlığı altında ezilen bir efsane, hakarete uğramış bir kahraman duruyordu. 1947 yılındaki o anı hatırladı Lefter. Atina’da, Yunanistan milli takımına karşı attığı iki gol… Yunanlılar ona “Turco” diye tezahürat yapmıştı. Onu Türk olarak bağırlarına basmışlardı. Oysa kendi ülkesinde, şimdi bir avukatın dilinde “gavur”du. 

Lefter’in gözleri doldu. Karakolda, bir zamanlar formasını gururla taşıdığı ay-yıldızın yükü altında ezildiğini hissetti. Polislerin, avukatın gözlerine birer birer baktı. Hepsi suskundu. 

Kapıyı vurdu, çıktı. Sözlerin, tokatların, onuruna dokunan her şeyin ağırlığını omuzlarında hissederek uzaklaştı karakoldan. 

Bu olaydan sonra Lefter, bu konuyu bir daha neredeyse kimseyle konuşmadı. O, sahanın yıldızıydı, halkın kahramanıydı, ama kendi ülkesinde yaralı bir kuştu artık. Bu haksızlığı, yalnızca Hürriyet Gazetesi’ne verdiği bir röportajda dillendirdi, sonra sustu. 

2012 yılının Ocak ayında, Lefter Küçükandonyadis aramızdan ayrıldı. Onu uğurlayan binlerce kişi, yalnızca futbolun değil, insanlığın da kaybettiği bir değer olduğunu hissetti. Lefter, sahalarda attığı gollerle değil, hayata karşı dik duruşuyla da bir efsaneydi.
Ama bazen efsaneler bile kırılırdı. Sessizce, kimse fark etmeden

Öne çıkan

NE GÜLÜP DURUYORSUN TERBİYESİZ PAPAĞAN?

Asırlar evvel, Libya 'nın sıcak ve sessiz topraklarında bir adam yaşardı. Adı Apsethus ’tu. Derin bir yalnızlıkla çevrili bu...