Kayıtlar

Haziran, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

HİÇ

Resim
Üzülmek, moral bozmak neyi değiştiriyor? Ağlamak neyin çözümü? “Seçimde hile var, oylar çalındı, bu halk koyun” söylemleri derdine çare mi? Elbette değil. Gerçek şu. Senin beğenmediğin bu iktidardan memnun olan milyonlar var. Üstelik çoğunluktalar. Senden 10 milyon fazlalar. Ve de örgütlüler. Evet, arkalarında devlet gücü var ama yine de boş durmuyorlar. Bir oy için kapı kapı dolaşıyorlar. Kadınlarla, gençlerle girmedik ev bırakmıyorlar. Kazanmak için sandıklara, seçim kurullarına koşuyorlar. Partilerinin her kurulunda yer alıyorlar. Beğenmesen de politika yapıyorlar. Tek hedefe kitleniyorlar. Onlara cahil, eğitimsiz, bidon kafa demek sana bir şey kazandırmıyor. Aksine seni halktan koparıyor, çözümden uzaklaştırıyor. Kendine bir bak. Bilgi, birikim ve yaşam biçimi olarak kendini bu toplumun üstünde sanıyorsun ama bu sözde ayrıcalık sana bir şey kazandırmıyor. Kazandırmaz da. Çünkü paramparçasın. Örgütsüzsün. Genelde apolitiksin. Sa

DURU'MA MEKTUP.

Resim
Duru'm. Torunum. Dünyamıza hoşgeldin. Sana her köşesinde güller açan, şarkılarla, türkülerle coşan, bilimin, sanatın hüküm sürdüğü, gülen insanlarla dolu bir dünya sunmak isterdik. Olmadı. Zulmün, sömürünün, baskının tarihe gömüldüğü, dilin, dinin, ırkın önemsenmediği, kardeşliğin, dostluğun baş taçı edildiği, emeğin en yüce değer sayıldığı, sınırsız ve sınıfsız bir dünya vermek isterdik. Olmadı. Duru'm. Canım benim. Yaşama merhaba dediğin ilk gün içini karartmak istemem. Umudunu köreltmek istemem. Ama gerçekleri bilmen gerekiyor. Bu gerçeklerle büyümen gerekiyor. Bugün cehennemi yaşatıyorlar bize. Binlerce insanımız hapiste. Aydınlara, yazarlara, gazetecilere, akademisyenlere, politikacılara zincir vurulmuş. Dışarıdakiler susturulmuş. Korku saldılar milyonların üstüne. Sindirdiler. Sanat, kültür kelepçeli. Bilim mühebbet hapis. Umut hacizde. Yalan, dolan iktidar olmuş. Saldırıyorlar emeğimize, alın terimize, düşüncelerimize.

SOCRATES'İN SEÇİMİ

Resim
Antik Yunan'ın en önemli filozoflarından Socrates , arkadaşı Ademantus 'a sorar. " Deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?" Ademantus net cevap verir. "Elbette ikincisi." Socrates 'in beklediği yanıttır bu.  Hemen ikinci soruyu sorar. "Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanlar, rastgele ve herhangi bir grubun memleketi  kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmektedir?" İşte asıl cevaplanması gereken,  düşünülmesi gereken de budur. Socrates der ki, oy vermek rastgele bir duygusal davranış değil, bir mantık, bir yetenek işidir. Demokrasinin iyi işleyebilmesi için insanlara oy verme yeteneğinin, diğer  yetenekler gibi dikkatle ve sistematik bir şekilde öğretilmes

AFFETME BİZİ YAVRUM

Resim
..Ve Tanrı insanı yarattı. Sakarya 'nın Sapanca ilçesinde ayakları ve kuyruğu kesik halde bulunan yavru köpek kurtulamadı. Görüntüler insanın yüreğini dağlıyor. Özellikle sosyal medyada büyük tepki var. Kim bu vahşeti yapan? Hangi sapık ruhlu cani? Bir toplum böyle bir insanı nasıl yetiştirebilir? Yoksa dedikleri gibi bu talihsiz yavruyu bir iş makinası mı biçti? Hiç umudum yok ama dilerim soruşturma sonunda gerçeği öğreniriz. Aslında Sapanca'daki ayakları kesilen bu yavru köpeğin başına gelenler hemen her gün ülkenin çok yerinde yaşanıyor. İşkenceler, tecavüzler, dayaklar, ağaca asmalar. Neden? İnsan olarak bu hakkı nereden buluyoruz? Kutsal kitaplardaki "Sizi diğer canlılardan üstün kıldık" sözünden mi? Bu sözden yola çıkarak, “bitkilerin, hayvanların ve tüm evrenin bize hizmet etmek için varolduğunu ve üzerlerinde hiçbir sınır tanımayan bir hakka sahip olduğumuzu savunan, yüzyıllar öncesinden gelen bir önyargının yansıması” ndan mı? Ge

MESUDİYE'DE GİZLİ BİR ŞAİR

Resim
Sabah posta kutusuna baktım. Bir zarf. " Sedat Kaya'ya" diye yazıyor. Postaneden gönderilmemiş. Direk kutuya konmuş. Belli ki köyden biri. İçinde 5 sayfalık uzun bir şiir. Onda da imza yok. Gönderen Datça yazılarımdan oluşturduğum " Bir Nefes Datça " kitapcığını okumuş. Şöyle yazıyor. "Sedat'a... Kim demiş gayrı Can’dan sonra Datça’yı ölesiye seven olmazmış. Kim demişse halt etmiş Her yiğidin bir yoğurt yiyişi varsa Her sevdalının da Bir sevişmesi vardır. Sevdan Dağlara denizlere sığmaz Cesaretin Zalimin zorbanın karşısında Divana durmaz. Melisanın melteminde İçiyorum bir bardak şarap Vay anam Nasıl da yorgunum Yine geç oldu. Bir göz atayım dedim Uyku beni teslim almadan Aldım emeğini elime Broşür diye Başladım okumaya Bir kaç sayfa sonra Dedim kendi kendime İyi ki yanılmışım ahbap Bu broşür değil Kitap bu, kitap. Uykum kaçtı Doğruldum yataktan Ben yudumlarken şarabı O, Tarihi geleceğe Oya gibi işliyordu. İmamdan henüz çıt yokken Ağar

MİLYONLARI KAHKAHAYA BOĞARKEN YÜREĞİNDE AĞITLAR YAKAN BİR ANNE.

Resim
Bugün kime Adile Naşit diye sorsanız, yüzünde bir gülümseme, yüreğinde bir burukluk hissedersiniz. Çünkü o hepimizin " Masalcı Teyze" si, "Hafize Ana" sı, " Adile Abla" sıydı. TRT'nin tek kanal olduğu günlerde "Uykudan Önce" programında " iyi uykular kuzucuklarım" dediğinde milyonlarca çocuk mışıl mışıl uyurdu. Hababam Sınıfı 'nda göbeğini hoplata hoplata güldüğünde, yediden yetmişe herkesi kahkaya boğardı. O, bu toplumun mutluluk hormonuydu. 30 yıla yakın güldürdü Türkiye'yi. Ama bizi güldürürken, kendisi için için ağladı. Ekranda masal anlatırken, yüreğinde ağıtlar yaktı. Sahnede komedi oynarken, gerçek yaşamı dramdı. Hababam Sınıfı 'nda kahkaha atarken, içi acıyla doluydu? Çoğunluğumuz hiç bilmedi onun bu çilesini. Çünkü hiç belli etmedi. *. *. * Adile Naşit ile eşi Ziya Keskiner 'in 1952 yılında bir çocukları oldu. Güzel gözlü, sağ yanağında beni olan sevimli bir çocuktu. Doğuştan kalbi delikti. A

SEVGİLİYE SON BAKIŞ.

Resim
Ölmeden bir kaç ay önce. Şöyle yazmıştı. Saçları saman sarısı Vera 'sına; " Gelsene dedi bana. Kalsana dedi bana. Gülsene dedi bana. Ölsene dedi bana. Geldim. Kaldım. Güldüm. Öldüm." *. *. * Yıl 1955'di. Nazım Moskova'da sürgündü. 53 yaşında. Üstelik evliydi. Vera Tulyakova 24 yaşında. Genç bir kadındı. Dul ve bir çocukluylu. Ajans Novosti'de muhabirdi. Söyleşi için birgün Nazım'ı aradı.. "Alo, Nazım Hikmet mi?. Sizinle redaktör Vera Tulyakova konuşuyor" Nazım randevuyu verdi. Evinde buluştular. Odada şair Ekber Babayev de vardı. Vera sordu, Nazım cevapladı. Söyleşi bittiğinde Nazım Babayev'e döndü ve Tatarca şöyle dedi. "Fena kız değil, bilgili, güzel ama göğsü düz." Vera anlamıştı söylenenleri. Yüzü kızarmıştı. ..Ve Nazım'a en çok sevda şiirlerini yazdıracak büyük aşk böyle başlamıştı. *. *. * O günden sonra hergün görüştüler. Telefonda konuştular. Sık sık buluştular. Nazım Vera'sız, Vera Nazım'sız yapamadı. 1959 y