15 Kasım 2022 Salı

CAHİT AMCANIN KEÇİLERİ




Köyümüzde bir Cahit amcamız var.
Güler yüzlü, espirili, hayli yaşlı.
Yılların yorgunluğuna rağmen her sabah keçilerini dağa bırakır, güneş batarken gidip alır.
Kilometrelerce yol, tınlamaz.
Keçiler önde, o arkada.
Çok sever keçilerini Cahit Amca, çocukları gibi adeta.
Bir de sütlerinden biraz bizlere verse.
Nafile.
Damla vermez, hepsi kendine.
Ah o keçiler.
Ne sevimli, ne faydalı canlılar.
Onlar olmasaydı, her sabah keyifle içtiğimiz kahveyi belki keşfedemeyecektik.
Keçi deyip geçmeyin.
Eti de, sütü de, derisi de hem faydalı, hem değerli.
Ayrıca pisliği de.
Düşünsenize, keçi gübresinin kilosu yaklaşık 3 lira.
Çuvalla alırsan, 70 lira.
Millet bahçesine keçi boku alabilmek için birbiriyle yarışıyor.
Ama ne ilginç değil mi?
İnsanoğluna bu kadar yararı olan bir canlı yüzlerce yıl günah kavramı ile eş tutuldu.
Antik çağdan bu yana dünyanın hemen hemen tüm kültürlerinde bir deyim var mesela.
"Günah Keçisi."
İngilizler Scapegoat diyor, Almanlar Sündenbock, İspanyollar Chivo Expiatorio.
Günah Keçisi, suçsuz olduğu halde başkalarının suçu üzerine yüklenilen kişi ya da topluluklara deniliyor.
Neden?
Keçilerin insanların günahlarının karşılığı olarak sembolize edilmelerinin bir nedeni olmalı.
Yunan Mitolojisinde çobanların ve kırların tanrısıydı Pan.

Cinselliğin ve arzuların da simgesiydi.
Yarı insan, yarı keçiydi.
Bazen keçi ayaklı, bazen keçi kafalı betimlendi.
Bugün panflüt dediğimiz yedi kamışlı bir müzik aleti çalardı.
İnsanlar kendisine yaklaştığında çığlık atarak herkeste büyük panik yaratırdı. Bugün tıpta kullanılan "panik atak" deyimi de bu hikayeden gelmekte.
İnsanların yüreğine korku saldığından sevilmedi, cinselliğe düşkünlüğü nedeniyle de suçlandı.

Zavallı keçiler bu Pan yüzünden asırlardır neler neler çektiler.
Yahudilerin Kefaret Günü ayinlerinde bütün toplumun günahları bir erkek keçiye yüklenirdi. Bu keçi Azazel adlı kötü ruhu yatıştırmak ve Yahudi kavmini günahlarından arındırmak için Kudüs dışında bir uçurumdan aşağıya atılırdı.
İlk tek tanrılı kitap olarak gösterilen Tevrat'ta Levililer'de şöyle diyor.
"..ve Harun iki elini canlı teke başı üzerine koyacak ve İsrail oğullarının bütün fesatlarını ve bütün günahlarını, bütün suçlarını açıklayarak bunları tekenin başına aktaracak ve hazırlanmış bir adamın eliyle onu çöle salıverecek ve teke onların bütün fesatlarını kendi üzerinde ıssız bir diyara taşıyacak."
İncil'de de buna benzer bir ayet var.
İslamda da radikal gruplar, zina yapan kadınların taşlanarak öldürülmesini isteyen recm ayetlerini yediği inancıyla keçileri çok sevmezler.
Ah bu sevimli keçiler.
İnsanoğlundan neler neler çektiler.
Acaba bunun nedeni yukarıda yazılanlar mı, yoksa başka bir şey mi?
Dini inançlar ve egemenler otoriteye bağlılık ister.
Otoriterlik, kayıtsız bir biat, sıkı bir itaat, kurallara ve emirlere sorgulanmayan bir bağlılık ister ve dünyaya sadece siyah ve beyaz olarak bakılmasını emreder.
Oysa keçiler otoriteye kolay kolay boyun eğmezler.
İlk evcilleştiren hayvanlar olmasına rağmen özgürlüklerine düşkündürler.
Koyunlar gibi güdülmezler, doğada özgür beslenmek isterler.
Özgürlüklerini korumak için gerekirse saatlerce inat ederler.
İnatçı Keçi sözü boşuna söylenmedi onlara.
İnsanoğlunun yüzyıllarca keçilere bu kadar hakaret ve zulüm etmesinin nedeni bu özgürlük istediği olabilir mi?
Malum, köleler özgür olmak isteyen kölelerden nefret ederler.
Neyse, güneşin batmasına az kaldı.
Ben birazdan fotoğraf makinamı alıp, Cahit Amcanın ve keçilerinin dağdan dönmesini bekleyeceğim.
Ve karşılarında diz çöküp, hepimiz adına özür dileyeceğim.

SANA BUGÜN BİR TEPEDEN BAKTIM GÜZEL MESUDİYE



"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul" demişti Yahya Kemal Beyatlı.
Ben de bugün bir tepeden baktım güzelim Mesudiye'ye.
Malum hava bahardan kalma.
Önümüz kış.
Bu fırsat kaçmaz diye, kaptım fotoğraf makinası, vurdum kendimi dağlara.
Zirveler iyidir, huzur verir insana.
Bilge diyor ya.
"Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle huzurlu hissederiz ki."
Öyle bir huzur işte.
İsmi şimdi aklıma gelmiyor, bir dönem Knidos'ta yaşamış önemli bir filozof, canı sıkıldığında kendisini doğaya atarmış. Yabancı bir kaynakta okumuştum, "doğa insan yaşamının ilacıdır" diye bir sözü var hatta.
Kim bilir belki de 2000 yıl önce benim yürüdüğüm bu topraklarda dolaşırdı.
Coğrafya biliminin atası, antik çağ tarihçisi Strabon, "yarımadaların en güzeli" demişti bu topraklara.
Hiç de haksız değil, değil mi?
Buralarda kurak geçiyor havalar.
Yağmura hasret kaldı doğa.
Zeytinler henüz yağlanmadı, çoğu hastalıklı.
Ahlat olgunlaşmış, tek tek yerlere dökülüyor.
Keçiboynuzu ağaçları artık kel.
Yabani portakallar ise henüz şekerlenmedi.
Börtü böcek de bir damla suya hasret.
Su olmadığı için pek çiçek de yok etrafta.
Diken kelebekleri çalı çırpıyla flört ediyor.
Bir kaç Sarı Azamet çiftleşme yarışında.
Nedendir bilmiyorum, kara kertenkelelerinde bir telaş, bir panik var ki, sormayın.
Göçmen kuşlar da çoktan terketti buraları.
Terkederken, kuş gribi bıraktılar toprağa.
Köylü tavuğunu kurtarma derdinde.
Ne mutlu ki, alakargalar var, o cartlak ötüşleriyle sessizliği bozuyorlar.
Bir de karatavuklar.
İkisi de zeytine hastalar.
Biliyorsunuz, onlar olmazsa zeytin olmaz.
Zeytini giyip, çekirdeğini incelten ve dışkılarıyla toprağa atan onlardır.
O çekirdek inceldiği için filiz verir, yoksa toprakta çürür gider.
Bu arada bir müjdem var. Yanan alanlarda makiler filizlenmeye başlamış. Kapkara bir tablo içinde yemyeşil bir yaşam savaşı.
Yaşama tutunmak bu olsa gerek.


Mevsim ne kadar kurak olsa da, Mesudiye'de yukarıdan manzara bir harika.
Solumda Kızılbük, karşımda Hayıtbükü, sağımda da Ovabükü.
Üç pırlanta.
Bük, koy demek buralarda.
Aslında iç Anadolu'da kullanılan bir sözcük.
Göl ya da akarsu kıyılarında, oldukça geniş yer kaplayan, içine girilmesi zor, diken, saz ve çalı topluluğu.
Yöre halkının geniş bölümü yörük olduğu için koylara bük demişler.
Bu üç bük Mesudiye'nin can damarı.
Yazları iğne atsanız yere düşmez.
Şimdi sessiz, sakin, terkedilmiş gibi.
Ama ben bu halini daha çok seviyorum.
Hep makro böcek,çiçek çekecek değiliz ya, bugün de biraz manzara çekelim dedim, bastım deklanşöre.
Alın size manzara.


Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...