Kayıtlar

Ağustos, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

DENİZ KIZININ GÖZYAŞLARI

Resim
"Napoli'yi gör de öl derler, a gülüm, sen Gökova'yı gör de yaşa" Halikarnas Balıkçısı Dünyanın hemen her kültüründe bir efsanedir, deniz kızları. Gövdesinden yukarısı insan, altı balık kuyruğu görünümdeki dişi hayal canlıları. Masum ve güzel yüzleri, badem gözleri,  iri ve dik memeleriyle baştan çıkarıcı deniz yaratıkları. Arşipel 'in(*) çocukları "Sirenler" dedi onlara. Foça 'nın açıklarındaki Siren kayalıklarında yaşarlardı. Güzellikleri ve sesleriyle büyüleyiciydiler. Homeros 'a göre Troya zaferinden dönen Yunanlı gemiciler, deniz kızlarının şarkılarına kendilerini kaptırınca,  gemileri Siren kayalıklarına çarparak batmıştı. Yüzlerce savaşçı denizde boğularak ölmüştü. Deniz kızları belki de Troya 'nın intikamını almıştı! Denizcilerin tümü yaşadıklarına inanırdı onların. Kristof Kolomb Amerika keşfine giderken, Haiti sularında  deniz kızlarını gördüğünü kaydetti, seyir defterine. Gördükleri belki h

ATEŞİ VE İHANETİ GÖRDÜK.

Resim
Yıl 2006 ’dır. Kültür ve Turizm Bakanlığı Bodrum ’da  " Güvercinlik Turizm Merkezi " olarak belirlenen ormanlık alanı, tesis yapılması amacıyla üç şirkete 85, 80 ve 95 dönüm olarak tahsis eder. Ancak arazi zümrüt ormandır. İçinde binlerce çam ağacı, endemik bitki ve doğal yaşam vardır. Ve devlet bu ormanı korumak zorundadır. O ağaçlar orada olduğu sürece kimse inşaat yapamaz. *.  *.  *  Aradan bir yıl geçer. Tarih 15 Temmuz 2007 ’dir. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından şirketlere tahsis edilen Güvercinlik’teki Pina Yarımadası’nda ormanda yangın çıkar. Önce vatandaşların sonra ormanın müdahalesine rağmen 250 hektar orman kül olur. Yangının çıktığı anda Kuyucak Koyu ’nda teknesinde bulunan İstanbullu mimar Soner Danyıldız , sabotaj olduğunu iddia eder. Danyıldız, “Yukarıda ilk dumanı gördüm, ardından güçlü bir patlama oldu, sonra iki kilometre uzaklıktaki sahilde de dumanlar yükselmeye başladı. Bunun bir kaza ve tesadüf olduğunu söylemek müm

LANETLENMİŞ BİR IRKIN LANETLİ MİRASI

Resim
Fotoğraf: Ben Mulder "Coğrafya kaderdir" demişti İbni Haldun . Düşünülmesi gereken bir söz. Gerçekten coğrafya kader midir? Yoksa coğrafyanın kaderi o coğrafyada yaşayan insanların elinde mi? Ya da şöyle mi sormak gerekir? Coğrafya mı insanların kaderini belirler,  yoksa insanlar mı yaşadıkları coğrafyanın kaderini? Şimdi gelin düşünelim. Ege ve Akdeniz sahilleri gibi bir cennet hangi coğrafyada var? Gökova Körfezi, Datça Yarımadası, Fethiye, Köyceğiz, Göcek gibi doğa harikaları. Dantel gibi işlenmiş koylar, cam gibi berrak sular, uçsuz bucaksız ormanlar. Kültür ve sanatla dolu antik kentler. Binbir çeşit endemik bitki. Bir o kadar yaban hayat. Dört mevsim güneş. Mavi turlar. Gerçekten nerede var? Yok.  Sadece bu cennette var. Ama gel gör ki, bu cennet üzerinde yaşayanlar tarafından cehenneme çevriliyor. Şehirleri parseleyip satan haramiler, özel çevre koruma bölgesi, sit alanı, orman, doğal yaşam demeden bu coğrafyayı

..VE O ANDA GÖKTEN BİR GEYİK DÜŞTÜ.

Resim
Tarih MÖ 1184 ’tü. Truvalı Paris , o dönemin en güzel kadını olarak kabul edilen  Sparta Kralı Menelaus ’un karısı Helen ’i Anadolu ’ya kaçırdı. Yunanlılar bunu onurlarına yediremedi. Truva ’ya saldırıp Helen ’i geri alabilmek için 130 bin askerli dev bir ordu kurdular. Binden fazla gemiden oluşan donanma Aulis’ te toplandı. Gemilerle Ege denizini geçerek Truva’ da taş üstünde baş bırakmayacaklardı. Donanmanın başında Miken kralı Agamemnon vardı. Komutan Agamemnon saldırı emri için rüzgarın artmasını bekliyordu. Ancak, rüzgar bırakın artmayı hiç esmiyordu. Günlerce beklediler. Haftalar, ayları kovaladı. Rüzgardan eser yoktu. Donanmada homurdanmalar başlamıştı. Bazıları tanrıların komutan Agamemnon ’u istemediğini ileri sürüyordu. Bunun üzerine Agamemnon , kahin Kalkhas ’ı çağırarak, tanrılarla konuşmasını istedi. Eğer bir hatası varsa, bunun bedelini ödemeye hazır olduğunu bildirdi. Kalkhas  Olimpos’a Tanrıların huzuruna çıktı. Ag

TURGUT UYMAZ

Resim
“Büyük iş yapanların hemen hepsi, bu işleri temelli bir güçlükten, bir çıkmazdan kurtulmak için yapmışlardır. Turgut da böylesine çıkmazların adamlarındandı.  Oncağızımı 1956’da, sanırım, askerlikten ayrıldığı günlerde, çoluğu çocuğuyla sivilleşme mutluluğu, daha doğrusu ummacası içinde yaşadığı demlerde tanıdım. Sonraki yıllarda, sivile soyunmakla işin bitmeyeceğini, memleketin kendisinin koca bir kışla olduğunu acı acı anlamıştı, bunun üzerinedir ki, Türkçe'de hiç denenmemiş bir şiir tarzına attı kapağı.  Kaçıncı yeni olduğunu kimsenin çıkaramayacağı bir şiirdi bu.  Asker kaputları gibi nefti ve uzun dizelerle soyuyordu kendini, sivilleşiyordu özümüze, benliğimize doğru.  Taç yapraklarını dizi dizi koparıp atarak çiçeğin göbeğini bulmaya yönelen bir üryanlaşma süreciydi bu. Neylersin ki, şiirin bitiminde anadan doğma bıraktığı gerçeklik yeniden kuşanıveriyordu üniformalarını, bir başka şiire başlayıncaya dek.  Bu, Sizifos ’kâri bir cehennem çilesiydi

BAZI SEVDALAR BETİMSİZDİR

Resim
Babası  İtalyan  bir berberdi. Annesi  Fransız  asıllı  Rus  bir danscı. Yoksuldular. N ew York 'ta zor geçiniyorlardı. Onun doğumunda annesi sorunlu bir hamilelik süreci yaşamıştı. Bu nedenle sol gözünde, kulağında ve üst dudağında kalıcı hasar oluşmuştu. Kısmi felç. Ağzı yana kayıyordu. Dudakları orantısız duruyordu. Üstelik sol gözü sağ gözüne oranla daha aşağıdaydı. O yüzden insan içine çıkamıyor, okulu gidemiyor, arkadaş edinemiyordu. Tek arkadaşı köpeği,  Butkus 'tu. Bir buldog. Butkus  onun herşeyiydi. New York  sokaklarını köpeğiyle aşındırıyordu. İkinci sınıf spor salonlarına gidiyordu. Ne iş bulsa yapıyordu. Amele işler. Sokaklarda yatıyor, yemeğini köpeğiyle paylaşıyordu. Bazen günlerce aç kalıyorlardı. Bir süre sonra  Hollywood 'u mekan etti. Ancak yüzündeki hasar nedeniyle iş bulmakta zorlanıyordu. Bazı filmlerde çok düşük ücretle yüzü görünmeden figuran roller alıyordu. Genelde de porno filimlerde. Ama kazandığı yetmiyordu. Sonunda sıfırı tüket

MARTILAR DUYDU O SON NEFESİ

Resim
1921 yılının bir Ağustos gecesiydi. Saat gecenin ikisiydi. Napoli' nin tatil beldesi Sorrenta' da tek başına bir otel odasındaydı. Ağır hastaydı. Acı çekiyordu. Acıdan kurtulmak için ilaç alıyordu. Ama artık ilaçlar da fayda etmiyordu. Yasak olmasına ragmen bir kadeh şarap koydu. Bir sigara yaktı. Terasa oturdu. Denize bakıyordu. Akdeniz parlıyordu. Yüzüne ılık rüzgar vuruyordu. Rüzgar Akdeniz kokuyordu. Şarabından bir yudum aldı. Sigarasından bir nefes. Sanki bu son gecesiydi. Sanki öleceğini anlamıştı. Şarabın son yudumuna kadar hayatını düşündü. Çocukluğunu, gençliğini ve bugünlere gelişini. Çok çalışmıştı. Mesleğinde zirve yapmıştı. Dünya ünlüsü olmuştu. Monte Carlo Operası 'na çıkmıştı.. Bir zamanlar New York Metropolitan 'ın başyıldızıydı. Grammy Yaşam Boyu Başarı Ödülü almıştı. Çok da para kazanmıştı. Büyük aşklar da yaşamıştı. Ama ya sağlık? Ya mutluluk? İşte onlarda başarısızdı. Şarabını bitirdi, sigarasını söndürdü. Üstüne uzun kollu bir giysi aldı.

SEN ALTINSIN, BEN TUNÇ MUYUM?

Resim
Bayram geldi, bizim buralar doldu taştı. Deyim yerindeyse, iğne atsan yere düşmez. Oteller, restoranlar, sahiller ana baba günü. Büyük kentlerde 11 ay beton hapishanelerden bunalan kitleler, sonunda 5-10 gün de olsa doğaya, güneşe ve denize kavuştu. Bir yılın stresini ve yorgunluğunu atıyorlar. En doğal hakları. Onlar gelince de,  bizim buralarda o klasik serzeniş yine başladı. "Datça'ya gelmesinler!" Niye? Datça tapulu malın mı arkadaş?. Özel arazin mi? Senin burada yaşama hakkın var da, başkasının yok mu? Bizler zaten sürekli bu cennetteyiz. Bırakalım diğer insanlar da gelsin, 5-10 gün bu cennetin tadını çıkarsın. Bu üstten bakış, bu ayrıcalıklı zihniyet sağlıklı bir beynin ürünü olabilir mi? Bunun "Suriyeliler ülkeme gelmesin" den farkı var mı? Kalabalık sevmiyorsan bir iki ay evden dışarı çıkma. Biraz sabret. Zaten Eylül'den sonra koskoca yarımada senin. 10 ay biz bizeyiz. Yetmiyor mu? Ayrıca. Buranın köy