Kayıtlar

Kasım 2, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İKİ YÜREK YARASI

Resim
Dikran ve Armen . Kardeştiler. Ordulu iki Ermeni vatandaşımızdı. Altınordu ilçesinin bugün Zaferimilli, o dönem Ermeni mahallesi olarak bilinen semtinde doğmuşlardı. Osmanlı döneminde 12 binin üzerinde Ermeni' nin yaşadığı Ordu' daki son Ermenilerdi. İki kardeş özel bir liseyi burslu okuduktan sonra üniversiteyi kazanmışlardı. Dikran İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültes i’nde, kardeşi Armen ise İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi ’nde okumuştu. Eğitim masraflarını mahallelerindeki komşuları imeceyle üstlenmişti. Okullarını bitirdikten sonra da hemen geri döndüler. Babaları Mıgırdiç usta bakırcıydı. Çocukları diplomalarla dönünce onlara S ırrı Paşa Caddesi ’nde iki katlı bir dükkan satın aldı. Alt katta Armen, İtimat Eczanes i’ni açtı. İtimat Eczanesi o dönem Ordu’da 5 eczaneden biriydi. Üst kat ise Dikran 'ın muayenehanesi oldu. Doktor ve eczacı iki kardeş eğitim masraflarını karşılayanları hiç unutmadı. Eşek sırtında köy köy dolaşıp çocukları ücretsiz muayene

OLEA PRİMA ARBORUM OMNİUM EST*

Resim
"Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz? Evet, konuşurlar. Birbirleriyle konuşurlar, kulak verirseniz sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun, sizin dinlememeniz, doğayı, ağaçları.. Biz ağaçlara zarar vermek istemeyiz. Ne zaman onları kesmemiz gerekse, önce onlara tütün ikram ederiz. Odunu asla ziyan etmeyiz, lazım olduğu kadar keser, kestiğimizin hepsini kullanırız. Eğer onların hislerini düşünmez ve kesmeden önce tütün ikram etmezsek, ormanın diğer bütün ağaçları gözyaşı dökecektir, bu da bizim kalbimizi yaralar." *. *. * Bu sözler Stoney Kızılderililerin şefi, Yürüyen Boğa diye de bilinen Tatanga Mani 'ye ait. Doğa ile iç içe yaşayan toplumların doğaya bakışının bir özeti bu. Navahoların atasözüdür. “İnsan doğadan uzaklaştıkça kalbi katılaşır.” Karl Marks da aynı saptamayı yapar. "İnsan doğaya ne kadar yabancılaşırsa o kadar toplumsallaşır, ne kadar toplumsallaşırsa da o kadar kendine yabancılaşır." Sonra da ekler; kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı k

ÖRGÜ MASALI

Resim
Atena, Yunan mitolojisinde zeka ve sanat tanrıçasıydı. Özellikle kadınların yaptıkları ince nakışların, oyaların, kanaviçelerin, işlemelerin koruyucusu idi. Hera' nın gelinliğini bile kendi elleri ile dikmişti. Yunanlı kadınlar A tena 'yı çalışırken seyrederek sanatçı olurdu. El örgüsü ve dokumada kimse onunla yarışamazdı. Bir kişi hariç. Lidyalı bir güzel kız; Arakne . Bir ölümlü. Arakne İzmir'in Kolophon kentinde yaşardı. Çok sanatkardı. Özellikle gergef (işlemelerin yapıldığı alet) işlemekte, oya yapmakta çok başarılıydı. Nymphalar (su perileri) bile onu izlemeye doyamazdı. Bir gün Nymphalar Arakne ’ye sordu. "Bu kadar güzel işlemeyi sana Atena mı öğretti?" Arakne kibirliydi. " Atena da kim? Ben bu işte tanrıça da olsa geride bırakırım." diye cevap verdi. Bunu öğrenen Athena çok kızdı. Arakne 'yi tanrılarla yarışmama konusunda uyarmalıydı. Yaşlı bir kadın kılığına girerek, soluğu Kolophon' da aldı. Geçti Arakhne 'nin karşısına "

ZAVALLI TİTHONUS, NE ÇOK İSTEMİŞTİ ÖLMEYİ

Resim
İzmirli Homeros "Gül Parmaklı" diye söz ediyordu Şafak tanrıçası Eos 'tan. Eos , Akdenizli Güneş tanrısı Helios ile Bafalı Ay tanrıçası Selene 'nin kardeşiydi. Aliağalı ozan Hesiodos şöyle söz ederdi ondan. "Şafak tanrıçası Eos, her gece alacakaranlık tanrısı Astraio'la birleşip coşku yürekli rüzgârları estirirdi. Bunlar gökleri arıtan Zephyros(batı rüzgarı, meltem), azgın esişti Boreas(kuzey rüzgarı, poyraz) ve Notos‘tu(doğu rüzgarı, lodos). Rüzgarlardan sonra Şafak tanrıça günün müjdecisi Şafak yıldızını ve göklerin çelenk çelenk yıldızları doğururdu." Eos her şafak vakti atlı arabasıyla gökyüzünü dolaşıp, parmaklarıyla karanlık ile aydınlığı bir perde gibi ayırır, günü aydınlatırdı. Zaten adını gül rengi şafaktan almıştı. Akıllı, iyi kalpli olmasına rağmen, çok yaramaz, kıskanç, şıp sevdiydi. Önüne gelene aşık oluyor, aşklarını ergence kıskanıyor, onları uzak ülkelerde saraylara kapatıyor, ergen davranışlarıyla, kaprisleriyle bıktırıyordu. Bir gün

SÜT DAMLALARI

Resim
Arşipel Mitolojisi 'nin baş tanrısı çapkın Zeus, bir gece vakti canı sıkılınca Olimpos dağından deniz kıyısına indi. Thebai kentindeydi. Dolaşırken, Thebai kralı Amphitryon ’un eşi Alkmene ’ye hayran kaldı. Ne yapıp edip bu kadının gönlünü çelmeliydi. Hatta ondan insanların yardımına koşacak bir kahraman yaratmalıydı. Kral Amphitryon ’un seferi çıktığı bir gün amacına ulaştı. Alkmene ’yle birlikte olmayı başardı. İkilinin bir erkek çocuğu oldu. Adı Herakles ’ti. Herkül . Zeus çocuğu alıp tekrar Olimpos ’a döndü. Çocuğu gören eşi tanrıça Hera , olaya büyük tepki gösterdi ve bu çocuğa bakmayacağını söyledi. Zeus ise Herkül ’ün tanrılaşmasını, yani ölümsüz olmasını istiyordu. Bu nedenle mutlaka Hera ’nın sütünü içmeliydi. Bir gece yarısı Hera uyurken, Herakles ’i onun kucağına bıraktı. Günlerce aç kalan çocuk Hera ’nın memelerine öyle yapıştı ki, süt ağzından taşıp yere döküldü. Her süt damlası kumda bir çiceğe dönüştü. Kum Zambağı dediler bu çiceğe. Latince Pancratium maritim

KIZ ÇOCUĞU

Resim
Cimon yaşlı, dik başlı, Roma İmparatorluğu 'na kafa tutan bir adamdı. Sert muhalefetiyle halkı etkiliyor, sözleriyle düşündürüyordu. Saray susturulmasına karar verdi. Tutukladılar. Cezası ölümdü. Ama bu ölüm farklı olmalıydı. Cimon acı çeke çeke ölmeli, ızdırabı Roma topraklarında kulaktan kulağa yayılmalıydı. Bir zindana kapattılar. Açlıktan ölmesi için yemek verilmesini yasakladılar. Ancak günler haftalar geçiyor, Cimon ölmüyordu. Aksine her gün daha sağlıklı görünüyordu. Bu işte bir iş vardı. Hiç yemek yemeyen Cimon nasıl oluyor da açlıktan ölmüyordu? Gardiyanlar gizlice zindandaki Cimon 'u izlemeye başladılar. Sonunda gerçek ortaya çıktı. Cimon 'un yeni doğum yapmış bir kız çocuğu vardı. Adı Pero 'ydu. Her gün zindandaki babasını ziyaret ediyor, kapıya arkasını dönüyor ve sütüyle babasını besliyordu. Gardiyanlar gördükleri manzara karşısında şaşkına dönmüştü. Kız çocuğu resmen babasını emziriyordu. Pero 'nun bu fedakarlığı kısa sürede Roma sokaklarına, or

KİM TAKAR İMPARATORU

Resim
Hey gidi Septimius Severus . Sen ki, Roma' nın Afrika kökenli ilk imparatoruydun. Sen ki, merkezde Akdeniz olmak üzere kuzeyde İngiltere , güneyde Yukarı Nil , Suriye, Anadolu ve Ermenistan ’ı kapsayan devasa bölgenin tek hakimiydin. 60 milyon insan zorla sana biat ederdi. Astığın astık, kestiğin kestikti. Suriyeli güzel Lulia Domna ile yaşadığın aşk dillere destandı. Her şehirde senin için yapılan zafer takları vardı. Her kentte yazıtlar hep seni anlatırdı. Heykellerinle doluydu her yer. Ama bak sonunda ne oldu? Sana methiyeler düzen bir yazıtı Antalya ’nın Korkuteli ilçesindeki Kozağacı Camisi 'nin avlusunda musalla taşı yaptılar. Yine senin için dikilen anıtın bir sütununu da musalla taşının altına koydular. Yüce Severus , gördün mü bak. Yurdum insanının tarih bilinci bir yana ama her saltanatın bir sonu vardır. Buna musalla taşları şahittir.

İRİŞ DEDE SULTANIM İRİŞ

Resim
Hey Karaburun . Hey Homeros 'un rüzgarlı Mimas 'ı. Anadolu'nun Dede Sultanı Börklüce Mustafa 'nın yurdu. Nergis 'in ana vatanı. Bir zamanlar nergisin kadar kıl keçilerinle de ünlüydün. O keçilerin sütünden elde edilen mis kokulu peynirlerinle sofraların tadıydın. Bak ne hale getirdiler seni. Yenilebilir enerji diyerek her yere rüzgar enerji santralleri(RES) diktiler. Avrupa 'daki uygulamaların aksine meraları yok ettiler. Daha birkaç yıl öncesine kadar sayıları 300 bini geçen keçiler bugün 28 binlere kadar düştü. Süt ve peynir artık karaborsalık. Bu gidişle yakında ne keçi kalacak, ne süt, ne peynir. Sermaye son darbeyi vurmaya hazırlanıyor. Karaburun yakında güneş enerjisi santrallerine(GES) de açılıyormuş. Kalan meraları panellerle dolduracaklar. Dolar uğruna, güzelim keçilerin canına okuyacaklar. Ey Karaburunlular. Ekho ve Narkissos aşkına. Mis kokulu nergislerin aşkına. Keçinin,sütün,peynirin aşkına. "İriş Dede Sultanım İriş" deme zamanı gelmed