Yağmurlar günlerdir Datça'yı kuşatmış, toprak doygunluğa ulaşmıştı. Gök yüzü bir türlü maviye dönmüyordu. Köyün taşlı sokaklarında yürüyen insanlar, yağmurluklarının altından güneşin özlemini taşıyordu. Ama yeni yılın ilk sabahıyla, ansızın bulutlar aralandı. Güneş, ılık ve şefkatli ışıklarıyla yeryüzüne indi.
Kıvrımlı yamaçların birinde, yıllardır aynı köşede duran yaşlı bir ahlat ağacı vardı. Kimse ona pek dikkat etmezdi. Yaprakları sararıp döküldükten sonra, yalnızca çıplak dallarıyla kışı sessizce geçirirdi. Ancak bu sabah bir şeyler farklıydı. Güneşin sıcaklığı, ahlatın ince dallarına dokunmuş, uykusunu bozan bir ses gibi canına işlemişti. Daha kış bitmeden, baharı getirme cesaretini buldu içinde. Dallarında beyaz çiçekler açtı. O çiçekler, adeta gecikmiş bir gülümseme gibi parlıyordu.
Yakındaki fundalıktan uçuverdi bir kelebek. Uzun süredir görülmeyen, sanki varlığı unutulmuş gibi duran narin bir yaratık... Çiçeklere kondu, kanatlarını ağır ağır çırparak güneşi selamladı. Arkasından bir diğeri, sonra bir diğeri daha geldi. Bir anda ahlatın dalları bir festival alanına döndü. Çiçeklerin ve kelebeklerin dansı, toprağın derinliklerinde uykuda olan baharın yankısı gibiydi.
Köyün yaşlıları, bu erken baharı gördüklerinde birbirlerine bakıp sessizce gülümsediler. “Doğa şaşmaz,” dedi biri, “bizden önce bilir zamanını.”
Güneşin altında ahlat çiçeği ve kelebeğin dansı, insanlara umut taşıyan sessiz bir şiir gibi akıp gitti..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder