2 Ocak 2025 Perşembe

RÜZGARIN ÇAĞRISI

Yıl 1922… Kızlan Köyü, Datça’nın sırtını rüzgara dayadığı o günlerde, sabahları yel değirmenlerinin uğultusuyla uyanırdı. Köyün tepesinde beş yel değirmeni sıralanmıştı; her biri adeta rüzgarın şarkısını söyleyen birer müzisyen gibiydi. Değirmenlerin en büyüğünü işleten Stavros, buğdayın un haline gelmesindeki ustalığıyla tanınırdı. Onun değirmeninde öğütülen un, çevre köylerden gelenlerin en çok rağbet ettiği ürünlerden biriydi. 

Stavros, ailesinden devraldığı bu işi büyük bir özenle yürütürdü. Her sabah rüzgarın yönünü dikkatle izler, kanatların hızını ayarlar ve değirmenin içindeki taşların birbirine sürtünmesini dinlerdi. Bu ses, onun için hem iş hem de hayatın melodisiydi. Ama Stavros’un yalnızca buğdayı değil, insanların hikayelerini de öğüttüğü söylenirdi. Her gelenle konuşur, dertlerini dinler, rüzgarla birlikte sırlarını savururdu. 

Değirmenin en çok hatırlanan günü, Rumlarla Türklerin bir arada olduğu son bahar günüydü. Köylüler, değirmenlere getirilen son tahıllar için toplanmış, Stavros’un değirmeninde sıra bekliyordu. Yaşlı Hasan, Stavros’un en yakın arkadaşıydı. Birbirinden farklı inançlara ve dillere sahip bu iki adam, çocukluklarından beri beraber büyümüş, aynı sofrayı paylaşmıştı. O gün Hasan, Stavros’a bir torba buğday getirdi ve gözlerinin dolmasını engelleyemedi. 

“Stavros,” dedi, “değirmenin taşları hep dönecek mi dersin? Rüzgar hep aynı şarkıyı söyleyecek mi?” 

Stavros, dostuna baktı. Ellerini yavaşça değirmenin taşına koyarak, “Rüzgarın şarkısını biz unutmazsak, o hep söyler,” dedi. 

Ama o sonbahar, rüzgar başka bir melodi taşıdı. Nüfus mübadelesi kararı köyü sarstığında, Stavros ve ailesi gitmek zorunda kaldı. Değirmenlerini Hasan’a emanet etti, ama Hasan onu çalıştırmaya asla cesaret edemedi. “Bu değirmen Stavros’un ruhu” derdi hep. Değirmen yıllar içinde sustu, rüzgarın şarkısı bir başka zamanın yankısı oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne çıkan

CENNETTEN KOVULANLARIN CEHENNEMİ

Dünyanın kadim bir köşesinde, bir kabilenin yaşadığı sakin topraklar vardı. Bu topraklar, nehirlerin fısıldadığı, rüzgârın ulu ...