Edip Cansever'in Ahmet Gayretli'ye yazdığı "Mendilimde Kan Sesleri" şiirini her okuduğumda bir cümleye takılır aklım.
"Zaman dediğin nedir ki Ahmet abi..."
Gerçekten zaman dediğimiz nedir ki…
Datça’nın yaz gecelerinde göğe bakarsanız, en parlak yıldız olan Sirius göz kırpar. Antik çağda adına “Sothis” dediler. Kuraklığı, bereketi, takvimleri o belirledi. Bizim içinse sadece bir yıldız değil, zamanın bize oynadığı oyunun en dürüst göstergesi. Çünkü Sirius’a giden ışık, bize 8.6 yıl önceki halini anlatır. Göğe bakarken aslında geçmişi izleriz.
Geçmiş…
Bu ülkede en hızlı unuttuğumuz şey.
Birkaç yıl önce biri bana “Işık hızına yakın gitsek Sirius’a gidip dönmek ne kadar sürer?” diye sordu. Fiziğin cevabı şaşırtıcı derecede yalın. Gemide geçen birkaç hafta. Ama Dünya’da geçen 17 yıl.
İşte tam burada, fizik dışı bir gerçeğe dokunuyoruz.
Hızlandıkça zaman senin için yavaşlıyor ama bırakıp gittiklerin için hızlanıyor.
Sirius’a gidip dönen birini düşünün. Dünya’dan 35 yaşında ayrılıyor, 4–5 haftalık bir yolculuğun ardından dönüyor. O hâlâ 35 yaşında. Ama burada takvim 17 yıl ileri atlamış.
Arkadaşları yaşlanmış, şehir değişmiş, hatıraları solmuş.
O ise aynı.
Zaman ona değmemiş.
Bu sahne aslında hepimizin hayatında yaşanıyor.
Kimimiz ışık hızına yaklaşmıyor belki ama kendi hızımızda bir koşturmanın içinde zamanla bağı kopuyor.
Günlerimiz, haber akışları, krizler, gündemler…
Biz “birkaç hafta gibi” yaşayan bir hayatın içindeyiz. Ama dışarısı 17 yıl yaşlanıyor.
Sirius’a gidip dönen adamın yalnızlığı, tam da bu.
Zamanı başka türlü yaşayanların birbiriyle temasının giderek zorlaşması.
Her gün “her şey çok hızlı değişiyor” diyoruz.
Aslında hızlanan şey biz değiliz. Biz, dünyanın hızının gerisinde bir kabarcıkta yaşıyoruz. Elimizde gemiye benzeyen telefonlarla kendi iç zamanımızı yavaşlatıyoruz.
Birileri 17 yıl yaşarken, birileri 17 gün yaşıyor.
Ve asıl kırılma burada başlıyor.
Toplumun farklı kesimleri birbirini bu yüzden anlamıyor.
Kimi bir siyasetçinin yanlışını iki dakikada unutuyor, kimi yıllarca taşıyor.
Bakın mesela… Adam profesör, siyasetçi. Villasının tuvaletini hepimize ait olan ormana yapıyor. Yargı açıkça “bu bir işgal” diyor.
İki gün tepki koyup sonra unutuyoruz.
Bize ait orman, birinin helası oluveriyor.
Kimi bir felaketin acısını ertesi gün tüketiyor; kimi bir ömür unutmuyor.
“Unutursak kalbimiz kurusun” diyoruz ama unutuyoruz.
Kimi bir skandalın üstüne üç gün sonra yenisi biner diye bekliyor; kimi hâlâ dünün hesabını soruyor.
Zaman herkes için aynı hızda akmıyor.
Bilimin söylediği şey, memleketin haline birebir uyuyor.
Hız farkı, zaman farkı yaratır.
Zaman farkı, algı farkı yaratır.
Algı farkı da bu ülkenin en büyük uçurumu.
Sirius’a gidip dönen adama en çok ne dokunurdu biliyor musunuz?
Yıldızın sıcaklığı değil, insanların değişmiş yüzü.
Geri döndüğünde kimse onu bıraktığı yerde bulamazdı.
Biz de bugün memlekete, hayata, insana dönüp baktığımızda hep o duyguyu yaşıyoruz.
“Ben aynı kaldım ama her yer 17 yıl yaşlanmış.”
Görelilik teorisi galiba önce gökyüzünde değil, bu topraklarda anlaşılmalı.
Işığa ne kadar yaklaşırsan yaklaş, zaman seni değil, geride bırakıp gittiklerini değiştiriyor.
Sirius’a gitmeye gerek yok.
Bu ülkede, bir haber döngüsüne bile 17 yıl sığabiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder