21 Kasım 2025 Cuma

GERİDE KIZILA ÇALAN BİR GÖRÜNTÜ BIRAKABİLMEK

Yıl 1826...
İskoç gökbilimci James Dunlop, Avustralya’da Parramatta Gözlemevi’nde güney gökyüzünü tarıyordu.
Akrep takımyıldızı'nda inanılmaz bir görüntüyle karşılaştı.
Bu bir yıldızın ölümüydü.
Devasa bir kelebeğin iki kanat gibi açılan ateş kabuğu, ancak 1888’de kataloğlara girdi ve adını buldu: Kelebek Bulutsusu(NGC 6302)
4.000 ışık yılı uzakta olan bu görkemli ölümün gerçek yüzünü ise ancak 2009’da Hubble Teleskopunun gözleri dünyaya gösterdi. 

Evren bazen bir sır anlatır.
Duyabilen için…
Görmeyi bilen için…
Bu görüntü, yani kızıl bir alevden açılan bu kelebek,  aslında bir bulutsudan fazlası değil. Bir yıldız ölürken geride bıraktığı gazlar, ışığın son kez yaptığı estetik bir jest… 
Ama insan, her şeyi kendine benzetmeden duramaz. Küllerinden doğan bir kuş görür onda, bir tanrıçanın kanat çırpışını, ya da unuttuğu bir mitin küle dönmüş satırlarını.
Belki de bu yüzden ilk uygarlıklar göğe baktığında tanrıları gördü.
Knidoslu bir rahip bu sahneyi görse, “Afrodit’in göğe açılan kapısı” derdi.
Anadolu’nun bir ozanı, “Helios’un yırtılmış altın pelerini” diye betimlerdi.
Hititli bir kâhin, “Bilinmeyenin kelebeği bugün uçtu” diye not düşerdi tablete.
Ama modern insan artık göğe baktığında sadece fizik görüyor. Spektrum, element, sıcaklık, ışık yılı…
Oysa şu alevden kanatlar, her iki yöne de açılan bu simetri,  bize çok eski bir hakikati hatırlatıyor.
Her şeyin ömrü bir kelebeğinki kadar kısa. Yıldızın da, insanın da.
Bir yıldız ölürken kanat açıyor,
Bir insan ölürken kelimeleri saçılıyor.
Bir şehir ölürken sessizliğe gömülüyor.
Ama evren, ölümleri yeni başlangıçlara dönüştürmeyi bilir.
Kanat çırpan bu kozmik kelebeğin içindeki ateş, milyonlarca yıl sonra yeni dünyaların toprağı olacak.
Belki bir gezegende, bir çocuğun ilk nefesini aldığı oksijene dönüşecek.
Belki bir ozanın dudağına değen kelimenin titreşimine…
Çünkü evren hiçbir şeyi boşa harcamıyor.
İnsan ise harcıyor.
Günlerini, öfkesini, kavgasını, umutlarını…
Bir yıldızın milyonlarca yıllık sabrına karşı, ömrünü tüketen bir acele içindeyiz hepimiz.
Oysa bu görüntü bize bir ders bırakıyor.
İnsan da tıpkı yıldız gibi, öldüğü anda en parlak haline ulaşır.
İyi bir sözünde…
Doğru bir direnişinde…
Yerine yakışan bir iyilikte…
Ve belki de asıl mesele, evrende ölümsüz olmaya çalışmak değil.
Bir kelebeğin ömrü kadar bile olsa, kızıla çalan bir ışık bırakabilmektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne çıkan

DATÇA 1942: EN SESSİZ GECE

1942 yılının Ocak gecesi… Simi adasının taş sokaklarında faşizm geziyordu. Alman üniforması taşıyan İtalyan askerlerin ayak sesl...