Gri bir sis, kentin üzerine çökmüştü. Eskiden cıvıl cıvıl kahkahalarla dolan sokaklar, şimdi suskun birer mezarlığa dönüşmüştü.
Başkan Kranos, devasa sarayının camlarından dışarı bakarken her şeyin ne kadar sessizleştiğini fark etti. Bu sessizlik, onun için bir zaferdi. Ancak derinlerde, bu sessizliğin aslında bir tehdit olduğunu biliyordu.
Hükümetin korkusu, bir gazetecinin kaleminden damlayan mürekkeple başlamıştı. Genç bir gazeteci olan Hermes, iki yıl önce bir makale yazmıştı: “Halkın Sofrasındaki Kuru Ekmek.” Hermes, ülkenin dört bir yanını dolaşmış, insanların boş tencerelerine, çöpten topladıkları yemek artıklarına tanık olmuştu. Makale, okuyan herkesin kalbine bir kor gibi düşmüştü. Ancak Başkan Kranos için bu, devlete bir saldırıydı. Hermes, gece yarısı evinden alınmış ve bir daha kimse onu görmemişti. Ardından çok gazeteci Hermes'in kaderini paylaşmıştı.
Hermes’in tutuklanmasıyla başlayan süreç, adeta bir domino taşı gibi devrilerek genişledi. Muhalif siyasetçiler de birer birer susturuluyordu. Bir muhalefet lideri olan Hektor, mecliste yaptığı bir konuşmada “Halk aç, insanlar çöpleri karıştırıyor” dediği için tutuklandı. Onun hapse atılmasıyla birlikte ülkedeki tüm siyasetçiler daha temkinli konuşmaya başladı. Hükümet ise, her geçen gün daha da paranoyaklaşıyor, en ufak eleştiriyi bile bir “ihanet” olarak görüyordu.
Sanatçılar, tablolarına ve şarkılarına Kranos'un korkusunu çiziyordu. Bir ressam, Başkan Kranos'un kocaman bir kafesin içinde küçücük bir adam gibi göründüğü bir tablo yapmıştı. O tablo, sadece bir gece sergide kalabildi. Ertesi gün ressamın adı, gözaltına alınanlar listesine eklendi. Şarkılar yasaklandı, filmler sansürlendi. Çünkü sanat, halkın korkularını dile getiriyor, Kranos'un yarattığı sahte sessizliği bozuyordu.
Halk ise susmaya mahkûm edilmişti. İşçi bir kadın olan Helen, pazar yerinde bir gün ekmeğin fiyatına isyan etti: “Bizi aç bıraktılar!” dedi. Bu söz, pazar yerindeki diğer insanların dahi nefesini tutmasına neden oldu. Birkaç dakika içinde pazar yerine gelen polisler, Helen’i gözaltına aldı.
Uzaklarda bir köyde 70 yaşındaki nine Pandia, doğasını talan etmeye çalışan madencilere direniyordu. "Tanrınızdan bulun aç gözlü haramiler" diye bağırdı. Hemen tartaklandı, gözaltına alındı. O an herkes anladı ki, konuşmanın bedeli çok ağırlaşmıştı. Her kesimden politik/apolitik yüzlerce insan tutuklanıyordu.
Ülke, Kranos'un korkusuyla inşa edilmiş bir kafese dönüşmüştü. Ama bu kafesin en büyük özelliği, içindeki insanları değil, kafesi inşa eden Kranos'u hapsetmesiydi. Kranos, sarayında her gece aynaya bakarken bir yüz değil, arkasında beliren hayaletleri görüyordu: Hermes'in makalesi, Hector'un sözleri, Helen’in çığlığı, Pandia'nın bedduası… Ve en çok da halkın sessizliği.
Sessizlik, başta bir zafer gibi görünmüştü. Ancak zamanla, bu sessizlik, fırtına öncesindeki huzursuz bekleyişe dönüşmeye başladı. Sarayın devasa sütunları bile halkın büyüyen öfkesine dayanamıyordu. Kranos bunu hissediyor, ancak korkusu yüzünden önlem alamıyordu. Çünkü o artık sadece halktan değil, kendi gölgesinden bile korkan biriydi.
Bir gece, saraydan dışarı baktığında, o gri sisin içinde yavaş yavaş parlayan binlerce ışık gördü. İnsanlar, ellerindeki fenerlerle sessizce toplanıyorlardı. Halk konuşmuyor, bağırmıyordu. Sessizlik içinde yürüyen bu kalabalık, Kranos’a sadece bir mesaj veriyordu:
“Artık korkma sırası sende.”
Halk ise susmaya mahkûm edilmişti. İşçi bir kadın olan Helen, pazar yerinde bir gün ekmeğin fiyatına isyan etti: “Bizi aç bıraktılar!” dedi. Bu söz, pazar yerindeki diğer insanların dahi nefesini tutmasına neden oldu. Birkaç dakika içinde pazar yerine gelen polisler, Helen’i gözaltına aldı.
Uzaklarda bir köyde 70 yaşındaki nine Pandia, doğasını talan etmeye çalışan madencilere direniyordu. "Tanrınızdan bulun aç gözlü haramiler" diye bağırdı. Hemen tartaklandı, gözaltına alındı. O an herkes anladı ki, konuşmanın bedeli çok ağırlaşmıştı. Her kesimden politik/apolitik yüzlerce insan tutuklanıyordu.
Ülke, Kranos'un korkusuyla inşa edilmiş bir kafese dönüşmüştü. Ama bu kafesin en büyük özelliği, içindeki insanları değil, kafesi inşa eden Kranos'u hapsetmesiydi. Kranos, sarayında her gece aynaya bakarken bir yüz değil, arkasında beliren hayaletleri görüyordu: Hermes'in makalesi, Hector'un sözleri, Helen’in çığlığı, Pandia'nın bedduası… Ve en çok da halkın sessizliği.
Sessizlik, başta bir zafer gibi görünmüştü. Ancak zamanla, bu sessizlik, fırtına öncesindeki huzursuz bekleyişe dönüşmeye başladı. Sarayın devasa sütunları bile halkın büyüyen öfkesine dayanamıyordu. Kranos bunu hissediyor, ancak korkusu yüzünden önlem alamıyordu. Çünkü o artık sadece halktan değil, kendi gölgesinden bile korkan biriydi.
Bir gece, saraydan dışarı baktığında, o gri sisin içinde yavaş yavaş parlayan binlerce ışık gördü. İnsanlar, ellerindeki fenerlerle sessizce toplanıyorlardı. Halk konuşmuyor, bağırmıyordu. Sessizlik içinde yürüyen bu kalabalık, Kranos’a sadece bir mesaj veriyordu:
“Artık korkma sırası sende.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder