25 Haziran 2018 Pazartesi

HİÇ


Üzülmek, moral bozmak neyi değiştiriyor?
Ağlamak neyin çözümü?
“Seçimde hile var, oylar çalındı, bu halk koyun” söylemleri derdine çare mi?
Elbette değil.
Gerçek şu.
Senin beğenmediğin bu iktidardan memnun olan milyonlar var.
Üstelik çoğunluktalar.
Senden 10 milyon fazlalar.
Ve de örgütlüler.
Evet, arkalarında devlet gücü var ama yine de boş durmuyorlar.
Bir oy için kapı kapı dolaşıyorlar.
Kadınlarla, gençlerle girmedik ev bırakmıyorlar.
Kazanmak için sandıklara, seçim kurullarına koşuyorlar.
Partilerinin her kurulunda yer alıyorlar.
Beğenmesen de politika yapıyorlar.
Tek hedefe kitleniyorlar.
Onlara cahil, eğitimsiz, bidon kafa demek sana bir şey kazandırmıyor.
Aksine seni halktan koparıyor, çözümden uzaklaştırıyor.

Kendine bir bak.
Bilgi, birikim ve yaşam biçimi olarak kendini bu toplumun üstünde sanıyorsun ama bu sözde ayrıcalık sana bir şey kazandırmıyor.
Kazandırmaz da.
Çünkü paramparçasın.
Örgütsüzsün.
Genelde apolitiksin.
Sadece seçimden seçime politika konuşuyorsun
Sivil toplum kuruluşlarında yer almıyorsun.
Derneklere, sendikalara üye olmuyorsun.
Siyasi partilerde görevden kaçıyorsun.
O yüzden de hep tribünlerde oturup, hiç sahaya inmiyorsun.
Sahaya bir kahramanın çıkıp, seni kurtarmasını bekliyorsun.

Yazarlar, aydınlar, akademisyenler, gazeteciler, politikacılar bir bir hapse atılırken, tepkin “vah vah”tan öteye geçemiyor.
Gençler joplanırken, biber gazı yerken, hatta katledilirken, sadece “yuh”luyorsun.
Ülkenin bir bölgesinde insanlar öldürülürken, seyrediyorsun.
Hayvanlara tecavüz edilirken, sokaklara inmiyorsun.
Kadına şiddette, çocuğa tacizde imza kampanyalarına katılmaktan başka yaptığın bir şey yok.
Ülkenin dereleri, kıyıları, ormanları yağmalanırken, protestolarda yer almıyorsun.
Fabrikalar bir bir satılırken, eleştirdiğin AVM’lerde cirit atıyorsun.
Sanata, kültüre, bilime darbe üstüne darbe vurulmasına hiç ses çıkarmıyorsun.
Güncel bir örnek.
Muhalefet partileri bazı sandıklarda müşahitleri olmadığını bas bas bağırdı.
Seslerini kaç kişi duydu?
Kısacası elini taşın altına sokmuyorsun.

Bak sonuçta ne oldu?
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diye diye yaşattığın yılanların artık yeni hedefi sen oldun.
Yarından sonra çok daha fazla hedef olacaksın.
Bu gidişle, seni kurtaracak bir kahramanın çıkmasını bekleye bekleye ömrünü tüketeceksin.
Kim bilir daha kaç yıl "Sarı Saçlı, Mavi Gözlüm Nerde" şarkısını söyleyeceksin!
Franco faşizmi İspanya'da halka nefes  aldırmazken, bir grup sosyal demokrat ünlü ressam Picasso'ya gider.
"Umudumuz sizsiniz" derler.
Picasso kızar.
"Dikta rejiminde bir kişiye umut bağlamak ahmaklıktır. Umut kendiniz olun."

Yaşamın bir anlamı olmalı.
Kahraman beklemek yerine, toplum olarak kahraman olunmalı.
Bunun da tek yolu var.
Örgütlenmek.
Bugün hala 12 Eylül darbesinin yasa ve kurumlarıyla yönetiliyoruz.
12 Eylül’ün en büyük hedeflerinden biri örgütsüz bir toplum yaratmaktı.
Örgüt kelimesini bile yasaklamışlardı.
Bu topluma, örgütlenmeyi anarşizm gibi gösterdiler.
Başardılar.
Oysa örgütsüz toplumlar, güçsüzdür.
Bir dokunuşta yerle bir olur.
Tıpkı bugün yaşadığımız gibi.
Gezide ne diyordu o pırıl pırıl gençler.
“Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber, ya hiç.”
Elini taşın altına sokmadan, suya sabuna karışmadan, örgütlenmeden, tek başına bir “HİÇ”sin.
Yaşamın anlamı bir “HİÇ” olmamalı.
Ne demişti düşünür.
"Yaşam fırtınanın geçmesini beklemek değildir. 
Yaşam yağmurda dans etmeyi öğrenmektir."

24 Haziran 2018 Pazar

DURU'MA MEKTUP.


Duru'm.
Torunum.
Dünyamıza hoşgeldin.
Sana her köşesinde güller açan, şarkılarla, türkülerle coşan, bilimin, sanatın hüküm sürdüğü, gülen insanlarla dolu bir dünya sunmak isterdik.
Olmadı.
Zulmün, sömürünün, baskının tarihe gömüldüğü, dilin, dinin, ırkın önemsenmediği, kardeşliğin, dostluğun baş taçı edildiği, emeğin en yüce değer sayıldığı, sınırsız ve sınıfsız bir dünya vermek isterdik.
Olmadı.

Duru'm.
Canım benim.
Yaşama merhaba dediğin ilk gün içini karartmak istemem.
Umudunu köreltmek istemem.
Ama gerçekleri bilmen gerekiyor.
Bu gerçeklerle büyümen gerekiyor.
Bugün cehennemi yaşatıyorlar bize.
Binlerce insanımız hapiste.
Aydınlara, yazarlara, gazetecilere, akademisyenlere, politikacılara zincir vurulmuş.
Dışarıdakiler susturulmuş.
Korku saldılar milyonların üstüne.
Sindirdiler.
Sanat, kültür kelepçeli.
Bilim mühebbet hapis.
Umut hacizde.
Yalan, dolan iktidar olmuş.
Saldırıyorlar emeğimize, alın terimize, düşüncelerimize.
Saldırıyorlar şarkılarımıza, türkülerimize, şiirlerimize.
Bir yağma soyu gibi saldırıyorlar herşeyimize.
Değerlerimize saldırıyorlar.
Saldırıyorlar aç gözlü yırtıcılar gibi.

Ve doymuyorlar Duru'm..
Parayı en yüce değer yaptılar.
Betona boğdular şehirlerimizi.
Çiceklerimizi kopardılar, aşksız, sevgisiz bıraktılar.
Güneşe hasretiz.
Derelerimizi,  ormanlarımızı, denizlerimizi sermayeye peşkeş çektiler.
Suyumuzu, tarlalarımızı, fabrikalarımızı sattılar.
Açlığa, yoksulluğa mahkum ettiler milyonları.
Dinle, bayrakla, vatan, milletle kandırdılar.

Duru'm.
Torunum.
"Dede siz kimsiniz" diyebilirsin.
Biz Roma arenalarında Spartaküs'üz.
Serez'de Şeh Bedrettin.
Aydın ovasında Börklüce Mustafa.
Sivas'ta Pir Sultan..
Çanakkale'de meçhul asker.
Gaziantep'te Karayılan.
Maraş'ta Sütçü İmamız.

Şarkışla'da Deniz'iz.
Hüseyin'iz, Yusuf'uz.
Kızıldere'de Mahir.
Munzur'da İbrahim.
Metris'te Erdal.
Gezi'de Berkin.
Galatasaray'da Berfo anayız.

Bolivya dağlarında Che'yiz.
Meksika ovalarında Zapata.
Arjantin'de Mercedes Sosa.
Şili'de Victor Jara..
Çukurova'da İnce Mehmet.
Karadeniz'de Arhavili İsmail'iz.
Kurtuluşta "ya istiklal, ya ölüm" diyenlerdeniz.

Duru'm.
Anlayacağın milyonlarız biz.
Düşünen, sorgulayan ve direnen insanlarız.
Biz görmesek bile bu dünyanın değişeceğine inanıyoruz.
Çünkü biliyoruz ki, tarihin ilerleyen çarkı karşısında hiç bir güç duramaz.
Duramayacak.

Yıllar geçecek büyüyeceksin.
Öğreneceksin.
Öğrendiklerini hayatla yüzleştireceksin.
Ve sorgulayacaksın.
Sorgulamaktan korkma.
İşte o zaman doğruyu, yanlışı anlayacaksın.
Güzelden, iyiden sapma.
Bilime, felsefeye tutun.
Sanata, kültüre tutun. 
İnsana tutun.
Çünkü umut insanda.
Güzel bir dünyada yaşaman dileğiyle seni doyasıya öpüyorum sevgili torunum.
Adın gibi duru ve aydınlık günlere.

Deden
24 Haziran 2018

18 Haziran 2018 Pazartesi

SOCRATES'İN SEÇİMİ


Antik Yunan'ın en önemli filozoflarından Socrates, arkadaşı Ademantus'a sorar.
"Deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?"
Ademantus net cevap verir.
"Elbette ikincisi."
Socrates'in beklediği yanıttır bu. 
Hemen ikinci soruyu sorar.
"Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanlar, rastgele ve herhangi bir grubun memleketi  kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmektedir?"
İşte asıl cevaplanması gereken,  düşünülmesi gereken de budur.
Socrates der ki, oy vermek rastgele bir duygusal davranış değil, bir mantık, bir yetenek işidir.
Demokrasinin iyi işleyebilmesi için insanlara oy verme yeteneğinin, diğer  yetenekler gibi dikkatle ve sistematik bir şekilde öğretilmesi gerekir.
Yani oy vermek duygusal bir davranış değil, mantık, matematik ve yetenek işidir.

*.  *.  *

Önümüz seçim.
Ne yapacağız?
Takım tutar gibi, duygusal sezgilerle mi sandığa gideceğiz?
Yoksa Socrates’in dediği gibi mantığımızla ve matematiksel hesaplarla mı oy vereceğiz?
Sistem bizi iki ittifaka yöneltmeye çalışıyor.
Biri AKP, MHP ve BBP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı.
Diğeri CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi’nin katıldığı Millet İttifakı.
Görünen o ki, iki ittifak bıçak sırtı yarışıyor.
Özellikle meclis seçimlerinde kıyasıya bir rekabet hakim.
Güzel.
Güzel de, bu yarışta AKP’nin sinsice planladığı bir oyun var.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “sandığa gömün” dediği HDP bu oyunun kurbanı.
Baraj tehlikesi ile karşı karşıya bırakılan tek parti.
Eğer barajı geçemezse 6 milyon oyu AKP’ye geçecek.
6 milyon oy.
HDP’nin çıkaracağı 70’den fazla milletvekilinin koltuğuna AKP adayları oturacak.
Mecliste Millet İttifakı azınlıkta kalacak.
Sadece HDP değil, ülke barajın altında ezilecek.
Recep Tayyip Erdoğan, o yüzden mahalle başkanları ile yaptığı gizli toplantıda demedi mi?
“HDP’nin üzerine oynayın. HDP barajı aşamazsa bu bizim için çok iyi olacak!”
Ülkede durum budur.
Sizce Socrates bugün Türkiye’de yaşasaydı, sandıkta ne yapardı?

16 Haziran 2018 Cumartesi

AFFETME BİZİ YAVRUM

..Ve Tanrı insanı yarattı.

Sakarya'nın Sapanca ilçesinde ayakları ve kuyruğu kesik halde bulunan yavru köpek kurtulamadı.
Görüntüler insanın yüreğini dağlıyor.
Özellikle sosyal medyada büyük tepki var.
Kim bu vahşeti yapan?Hangi sapık ruhlu cani?
Bir toplum böyle bir insanı nasıl yetiştirebilir?
Yoksa dedikleri gibi bu talihsiz yavruyu bir iş makinası mı biçti?
Hiç umudum yok ama dilerim soruşturma sonunda gerçeği öğreniriz.
Aslında Sapanca'daki ayakları kesilen bu yavru köpeğin başına gelenler hemen her gün ülkenin çok yerinde yaşanıyor.
İşkenceler, tecavüzler, dayaklar, ağaca asmalar.
Neden?
İnsan olarak bu hakkı nereden buluyoruz?Kutsal kitaplardaki "Sizi diğer canlılardan üstün kıldık" sözünden mi?Bu sözden yola çıkarak, “bitkilerin, hayvanların ve tüm evrenin bize hizmet etmek için varolduğunu ve üzerlerinde hiçbir sınır tanımayan bir hakka sahip olduğumuzu savunan, yüzyıllar öncesinden gelen bir önyargının yansıması”ndan mı?Gerçekten Neden?



*. *. *

Biliyor musunuz?
Eskiden hayvan mahkemeleri vardı..
Hayvanlar tıpkı insan gibi yargıç karşısına çıkarılıyor, haklarında hüküm veriliyordu.
Cezalar çeşitliydi.
Kırbaç da vardı, ölüm de.
Hücre hapsi de, sürgün de.
Kimi asılıyordu.
Kimi elektrik verilerek öldürülüyordu.
Hem de çok uzak değil.
Yakın geçmişte, yaşadığımız bu dünyada.
*. *. *

Tarih 1875'di.
Topsy isimli fil Forepaugh sirki tarafından Tayland'tan Amerika'ya getirilmişti..
Yaptığı şovlarla izleyenleri etkiliyordu..
Ancak bir sorunu vardı.
Üç bakıcısını öldürmüştü.
Son bakıcısı kendisine yanan bir sigara yedirmek istemişti.
Bağlanıp Coney Adası'ndaki hayvanat bahçesine gönderildi.
Dosyaya bakan mahkeme ölüm kararı verdi.
O zamanlar elektrikli sandalye ile idam yeni başlamıştı.
3 tonluk hayvanı iki elektrik direği arasında binlerce voltajlık bir akımla yaka yaka öldürdüler.
İnfazı yapan cellat kimdi biliyor musunuz?.
Edison.
(Topsy'nin idam görüntüleri: https://www.youtube.com/watch?v=NoKi4coyFw0&has_verified=1)
*. *. *

Tarih 13 Eylül 1916 idi..
Amerika'nın Tennesse eyaletine bağlı Erwin kasabasında Spark sirkinde gösteri yapan Mary isimli fil, kendisini kızdıran bakıcısına saldırarak öldürmüştü..
Hemen tutuklandı..
Cinayet suçundan yargılandı..
Mahkeme ölüm cezası verdi..
Dev bir vinçle asarak idam etmeye çalıştılar..
İlk denemede vincin zinciri koptu..
Yere düşen Mary'nin ayakları ve kalçası kırıldı..
İkinci denemede zincirleri güçlendirdiler ve infazı başardılar..
İzleyenler filin asılmasını dakikalarca alkışladı..
*. *. *

İnsanlık tarihinde tıpkı insan gibi mahkemeye çıkarılıp, cezalandırılan çok hayvan var.
1314 yılında Fransa’da bir köy meydanında etrafa saldıran bir boğa, yakalandıktan sonra aynı yerde asılarak idam edildi..
1474’te Basel’de yumurtlaması anormal bulunan bir tavuk yakılarak öldürüldü..
1494’te Cecile adında 4 yaşında bir domuz, bir bebeğin ölümüne neden olmakla suçlandı. Hayvan mahkemesine çıkartılan Cecile, yargılandıktan sonra idam edildi.
1712’de Fransa’da mahkeme konseyine saldıran ve üyelerden birini ısıran köpek, bir yıl boyunca zincirlere vurularak hapsedildi..
1864 yılında Hırvatistan’ın Pleternica bölgesinde küçük bir kızın kulağını ısıran bir domuz yargılandı ve idam edildi.
Aynı yıl bir adamı sokan arının kovanı yakılarak cezalandırıldı.
Bunlar gibi örnekler o kadar çok ki.
*. *. * 

7'nci yüzyılın başlarıydı..
İstanbul'da maymun besleyenler çoğalmıştı..
Özellikle gemiciler "gemi maymunu" yetiştiriyordu..
Bu maymunlar yelken direklerinin tepesine tırmanarak korsan gözcülüğü yapıyordu..
Galata'da iki köprü başı arasında gemicilerin tüm ihtiyaçlarının satıldığı dükkanlar vardı..
Sokollu Mehmet Paşa Camii (Azapkapısı Camii) civarında da bir sıra maymuncu dükkanı bulunuyordu..
Bu dükkanlarda çok iyi eğitimli gemi maymunu satılıyordu..
Padişah 3. Murat'ın hocası Rumeli Kazaskeri Molla Abdülkerim Efendi, hayvanları sevmeyen biriydi..
Birgün "Kadınlar maymunları fuhuş aracı yaparlar." diye bir vaaz verdi..
Ardından arkasına yüzlerce insanı toplayıp Galata'daki maymun dükkanlarını bastı..
Tüm maymunlar toplandı..

Halkın gözü önünde ağaçlara asılıp idam edildi.
*. *. *











.








Yıl 1910'du.Aylardan Haziran.
Sultan 2. Abdülhamit devrilmişti.
İttihat ve Terakki dönemiydi.
Talat Paşa Dahiliye Nazırı'ydı.
Hükümetin emriyle İstanbul Belediye Başkanı Suphi Efendi, kentteki tüm köpeklerin toplanıp Hayırsız Ada'ya bırakılmasına karar verdi.
İstanbul sokak sokak arandıKöpekler dev kerpetenlerle tek tek yakalandı.
Teknelerle Hayırsız Ada'ya bırakıldılar.
Sayıları 80 bin kadardı.
Hayırsız Ada sert kayalıklı.
Üzerinde tek bir ağaç yetişmemişti.Yiyecek ve tatlı su da yoktu.
Hayvansever vatandaşların kayıklarla yetirdiği mamalar yetmiyordu.
Köpekler birbirlerini yediler.
Feryadları geceleri İstanbul'a kadar ulaşıyordu..

80 bin köpek kısa sürede yok oldu.
Acılar içinde öldüler.Adanın etrafı aylarca leş koktu.
Bu dünya tarihinin en büyük köpek katliamıydı.


İki yıl önce Hindistan’ın Mumbai kentinde makak cinsi bir maymun yakalanmıştı.
Suçu yiyecek çalmaktı.
Halk şikayet edince, görevliler gelip maymunu domuz bağı ile bağlamıştı.

Hayvan yerde acı içinde kıvranırken, çoğunluk sevinç çığlıkları atmıştı.
Bu vahşet sadece Hindistan'da değil dünyada da tepkiyle karşılanmıştı.
Sorumlular ceza almadı.
*. *. *
Nobel Edebiyat Ödüllü Alman yazar William Ralph Inge der ki;
"Tüm hayvanları kendimize köle kıldık.. Eğer hayvanların dini olsaydı, şüphesiz şeytanı insan şeklinde hayal ederdi."
Kızılderili reisi Seattle şu sözleri ne kadar doğru.
"Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki? Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse insanoğlu büyük bir ruh yalnızlığı içinde ölecektir. Hayvanlara ne olduysa insanlara da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının da başına gelecektir.
Her şey aynı nefesten alır: Hayvanlar, insanlar, ağaçlar... Hayvanlar olmazsa insanlar ne yapar? Tüm hayvanlar gitse insanların ruhu büyük bir yalnızlığa boğulur; insanlar yalnızlıktan ölür."

İnsan denen yaşam türü içindeki şeytanı öldürmeden dünyaya huzur yok.
Hayvanları öldürmeyin.
İçinizdeki şeytanı öldürün.


11 Haziran 2018 Pazartesi

MESUDİYE'DE GİZLİ BİR ŞAİR


Sabah posta kutusuna baktım.
Bir zarf.
"Sedat Kaya'ya" diye yazıyor.
Postaneden gönderilmemiş.
Direk kutuya konmuş.
Belli ki köyden biri.
İçinde 5 sayfalık uzun bir şiir.
Onda da imza yok.
Gönderen Datça yazılarımdan oluşturduğum "Bir Nefes Datça" kitapcığını okumuş.
Şöyle yazıyor.
"Sedat'a...
Kim demiş
gayrı Can’dan sonra
Datça’yı ölesiye seven olmazmış.
Kim demişse halt etmiş
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi varsa
Her sevdalının da
Bir sevişmesi vardır.
Sevdan
Dağlara denizlere sığmaz
Cesaretin
Zalimin zorbanın karşısında
Divana durmaz.
Melisanın melteminde
İçiyorum bir bardak şarap
Vay anam
Nasıl da yorgunum
Yine geç oldu.
Bir göz atayım dedim
Uyku beni teslim almadan
Aldım emeğini elime
Broşür diye
Başladım okumaya
Bir kaç sayfa sonra
Dedim kendi kendime
İyi ki yanılmışım ahbap
Bu broşür değil
Kitap bu, kitap.
Uykum kaçtı
Doğruldum yataktan
Ben yudumlarken şarabı
O,
Tarihi geleceğe
Oya gibi işliyordu.
İmamdan henüz çıt yokken
Ağarmakta olan günü
Horozlar selamlıyordu.
Niye yaptın bunu bana
Uykusuzluktan bitmişim
Bir baktım da
Kitabını bitirmişim.
Artık kuşların cıvıltısı
Köpek seslerini bastırıyor
Kahvemi yudumlarken
Gün ağarıyor,
Tütünüm tükenmiş
Dün akşamdan beri
Sabah yürüyüşünü
Kaytarsam mı derken
Sıcak fincanda
Parmaklarım titredi
Gözüm takıldı şömineye
Ah gözüm ah
Seninle şömineye bakasım geldi.
Homeros’un
Rüyasına giren zeytine
Aşk ilan ediyorsun
Peki al yanaklı fıstıkların suçu ne
Günahı ne
Hangi yüzle bakacağız
Antepli’sine, Siirt’lisine.
Bir de
Can Baba’nın mal varlığını
İlan etmişsin
Bir şamar gibi inmiş
Deyyusların hırsızların ensesine.
Ve zeytin dikin
Zeytin barıştır
Zeytin hayattır diyorsun
Çok bilene sorarsan
Tehlikeli yaşıyorsun
Fikrinle
Rakı masalarının ötesini
Ve kızgın güneşin ateşini
Ve o ateşte kavrulan Abbas’ın
Dört bardak
Soğuk su için nasıl da vurulduğunu
Ve hala kanayan
Eski bir yarayı
Tendürük’te 33 kurşunu
Anımsatıyorsun.
Yağmur yerine
Yine deli rüzgar esiyor
Ve kalemin
Ve ince fikrin
Ve temiz kalbin
Abbas’ın yitip giden umuduna
Deliçay’ın serinliğini serpiyor.
Ah kardeşim ah
Artık hiç kimse
Ankara’dan uzak
Rakı masalarında
kardeşliği aramasın
Kardeşlik Aktur'da vuruldu.
Cesareti olan
çöp tenekesine baksın.
Çok bilenler aramasın
Kaybolmakta olan kardeşliği
Ne mayınlı sınırların ötesinde
Ne karlı dağların gerisinde
İşte orada duruyor
Kapının bir soluk ötesinde
Çöp tenekesinde.
Can kardeşim
Hal böyleyken
Ve dört can aş beklerken
İşte bunun için
Bunun için çekildi Abbas
Koca dağlara
Can kardeşim
Umudun
Engin okyanuslar gibi
Kalemin
Rengarenk çicekler çiziyor
Umut tükenmez
Ama işin zor
İşimiz zor
Bir ömür geçti aradan
Dindirmek için bu kanlı yarayı
Çözmek için bu kördüğümü
Nasıl indireceğiz Abbas’ı dağlardan
Vay sen misin
Demekle olmaz
Be kardeşim
Nasıl da unuttuk
Tek mevziden attığımız kurşunları
Çanakkale’de, Antep’te vs.
Ey kardeşler
Ey bacılar
Aramayın barışı
Dağlarda
Ovalarda
Hele gökyüzünde
Gezegenlerde
Hiç aramayın
Barış uzaklarda değil
Burnumuzun dibinde
Aktur’da çöp tenekesinde
Şiir şiir olur mu
Okurken ağlatmazsa
Sevda sevda olur mu
Yüreği dağlamasa
Can kardeşim
Nerden demlendin
Şu doğa sevdasına
Beni bir hapisten ötekine attın
Bulamazsın
Boşuna yorma kafanı
Arama
Sorma
Kim bu dizeleri yazan diye
Methiyeden hoşlanmam
Çocuklar ölmesin diye
Bin çicek bir arada açsın diye
Hapis damlarına düştüm
Sorgusuz sualsiz
Yaban ellerde kaldım
Hasret çektim
Tesbih taneleri çeker gibi
Ola ki çıkarırsan
Bir sır gibi gönlünde sakla
Ele verme beni.

(8 Haziran 2018)"
* * *
Sürpriz oldu.
Kimin yazdığını tahmin edebiliyorum.
Köyümüzde bir güzel insan o.
Şair yönünü bilmiyordum.
Yeni öğrendim.
Ve açıklanmasını istemediği için adını gönlümde saklıyorum.

8 Haziran 2018 Cuma

MİLYONLARI KAHKAHAYA BOĞARKEN YÜREĞİNDE AĞITLAR YAKAN BİR ANNE.


Bugün kime Adile Naşit diye sorsanız, yüzünde bir gülümseme, yüreğinde bir burukluk hissedersiniz.
Çünkü o hepimizin "Masalcı Teyze"si, "Hafize Ana"sı, "Adile Abla"sıydı.
TRT'nin tek kanal olduğu günlerde "Uykudan Önce" programında "iyi uykular kuzucuklarım" dediğinde milyonlarca çocuk mışıl mışıl uyurdu.
Hababam Sınıfı'nda göbeğini hoplata hoplata güldüğünde, yediden yetmişe herkesi kahkaya boğardı.
O, bu toplumun mutluluk hormonuydu.
30 yıla yakın güldürdü Türkiye'yi.
Ama bizi güldürürken, kendisi için için ağladı.
Ekranda masal anlatırken, yüreğinde ağıtlar yaktı.
Sahnede komedi oynarken, gerçek yaşamı dramdı.
Hababam Sınıfı'nda kahkaha atarken, içi acıyla doluydu?
Çoğunluğumuz hiç bilmedi onun bu çilesini.
Çünkü hiç belli etmedi.
*. *. *
Adile Naşit ile eşi Ziya Keskiner'in 1952 yılında bir çocukları oldu.
Güzel gözlü, sağ yanağında beni olan sevimli bir çocuktu.
Doğuştan kalbi delikti.
Ahmet koydular adını.
Ahmet ilkokul 2. sınıfa geldiğinde rahatsızlandı..
Uzun yıllar okula gidemedi.
İlkokulu dışardan bitirdi.
1966 yılında doktorlar ameliyat şart dediler.
Ameliyat Minnesota’daki Mayo Clinic’e olmalıydı.
Dönemin parasıyla 100 bin doları topladılar.
Ahmet'i Amerika'ya gönderdiler.
Ameliyat başarılı geçmişti.
Çok iyi haberler almışlardı.
Ahmet'in sağ salim dönmesini bekliyorlardı.
Tarih 17 Haziran 1966 idi.
O gün Adile Naşit'in doğum günüydü.
Ama işinin başındaydı.
Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tiyatrosu'yla İzmir'de turnedeydi.
Sahneye çıkmadan bir saat önce kara haberi aldı.
Ahmet Amerika'da komaya girmiş ve ölmüştü.
Arkadaşları "turneyi iptal edelim" dediler..
"Hayır" dedi, "seyirci para verdi, bilet aldı."

Bağrına taş bastı.
Sahneye çıktı, salondaki izleyicileri kahkahaya boğdu.
Oyun bittikten sonra kuliste saatlerce ağladı.
..Ve o günden sonra hiç doğum günü kutlamadı.

*. *. -*
O gün kuzucuğunu kaybeden Adile Naşit, yıllar sonra milyonlarca kuzucuğa sahip oldu.
1987 yılında öldüğünde Türkiye görülmemiş kabalıkla uğurladı..
Ama sonra ulusalcılığıyla övünen bir gazeteci "Bizim Ermenilerimiz" başlıklı bir yazıda Adile Naşit'in Ermeni olduğunu iddia etti.
Ermeni'yi küçümsemiyor ama savunduğu rejimi övüyordu.
"Ayrım yok" der gibi.

Ne gereği vardı?
Irkı, kanı kimin umrundaydı?.
Adile Naşit hepimizin gülen yüzüydü.
Üstelik Ermeni de değildi.
Olsa, ne yazardı.
Babası Türk, annesi Rum'du.
Asıl adı Adela'ydı..
Anadolu'nun zenginliğiydi..
Ulusalcı gazeteci bunu yazınca dinciler boş durmadı.
Adile Naşit'e akla hayale gelmeyecek iftiralar attılar.
Mezarını kazdıklarını ve mezarda ters döndüğünü söylediler.
Toprak bile kabul etmiyor dediler.
Oysa o Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, sağcı, solcu, dinci ayırımı yapmadan
tüm Türkiye'yi kucaklamıştı.
Kuzucuklarını güldürmüş, düşündürmüş, mutlu etmişti.
Maalesef kuzucukları bir olup onu
kucaklamadı..
Anısına selam olsun.


3 Haziran 2018 Pazar

SEVGİLİYE SON BAKIŞ.



Ölmeden bir kaç ay önce.
Şöyle yazmıştı.
Saçları saman sarısı Vera'sına;
"Gelsene dedi bana.
Kalsana dedi bana.
Gülsene dedi bana.
Ölsene dedi bana.
Geldim.
Kaldım.
Güldüm.
Öldüm."


*. *. *

Yıl 1955'di.
Nazım Moskova'da sürgündü.
53 yaşında.
Üstelik evliydi.
Vera Tulyakova 24 yaşında.
Genç bir kadındı.
Dul ve bir çocukluylu.
Ajans Novosti'de muhabirdi.
Söyleşi için birgün Nazım'ı aradı..
"Alo, Nazım Hikmet mi?.
Sizinle redaktör Vera Tulyakova konuşuyor"

Nazım randevuyu verdi.
Evinde buluştular.
Odada şair Ekber Babayev de vardı.
Vera sordu, Nazım cevapladı.
Söyleşi bittiğinde Nazım Babayev'e döndü ve Tatarca şöyle dedi.
"Fena kız değil, bilgili, güzel ama göğsü düz."
Vera anlamıştı söylenenleri.
Yüzü kızarmıştı.
..Ve Nazım'a en çok sevda şiirlerini yazdıracak büyük aşk böyle başlamıştı.

*. *. *

O günden sonra hergün görüştüler.
Telefonda konuştular.
Sık sık buluştular.
Nazım Vera'sız, Vera Nazım'sız yapamadı.
1959 yılında evlendiler.
Nazım evlenmek için sevgilisi Dr.Galina'dan boşanmak zorundaydı.
Tüm servetini ona devretti.
Ayrıldı..
Vera'sına kavuştu.
Kendi deyimiyle.
Saçları saman sarısı.
Gözleri mavi Vera'sına.

*. *. *

Ölene kadar onun aşkıyla yaşadı.
En sevgi dolu sözcükler Vera'ya yazılanlardı.
Her gittiği yerden yazdı.
Mesela Leningrad'tan.
"Lanet olsun ne muazzam şey seni sevmek!..
Sen benim aşkım, sen benim kızım, sen benim yoldaşım, sen benim küçük annemsin. Canım, bir tanem, seni sevmeden önce dünyayı sevmesini bile bilmiyormuşum. Bu şehir güzelse senin yüzünden, bu elma tatlıysa senin yüzünden, bu insan akıllıysa senin yüzünden.”


*. *. *

Mesela Varşova'dan.
"Ve işte ben. Dün sesini işittiğimde dünyanın en mutlu insanı oluverdim. Hep bizi, seni ve beni düşünüyorum. Döndüğümde Rusça’yı gramer kurallarıyla yazacak kadar iyi öğreneceğim mutlaka. Seni böylesine sevmek ve bunu layıkınca yazıya aktaramamak insanı çıldırtıyor. Sen bebeğim benim, anlıyor musun yazdıklarımı? Eğer hastalanmazsam ayın 15’inde yani pazartesi buradan ayrılıyorum. Pazartesi! İşte böyle. Yaz bana, unutma. Ara sıra yani her dakika beni düşün. Öpüyorum seni, sevincim benim."

*. *. *

Ya da Prag'dan.
"Gittin, boşaldı Prag şehri. İçinden elini çekip çıkardığın bir eldiven gibi boşaldı. Söndü artık seni göstermeyen bir ayna gibi."

*. *. *

Bazen Kislova'dan.
"İçimde ak bir yol var.
Karıncalar buğday taneleriyle
bayram çığlıklarıyla kamyonlar gelir geçer
ama yasak, geçmez cenaze arabası.
İçimde mis kokulu
kızıl bir gül gibi duruyor zaman.
Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş,
çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil."


*. *. *

Hatta Moskova'dan.
"İlk ergenlik düşümden geliyorum sana
bu şehrin bana verdiği en tatlı yemiş en akıllı söz en insan sokaksın
günlük güneşlik rüzgârım benim
saçları saman sarısı kirpikleri mavi karım benim."

*. *. *

Nazım Vera'ya son şiirini 1963 yılında yazdı.
"Gelsene dedi bana.
Kalsana dedi bana.
Gülsene dedi bana.
Ölsene dedi bana.
Geldim.
Kaldım.
Güldüm.
Öldüm."


*. *. *


Öldü..
Bu şiirden bir kaç ay sonra 3 Haziran 1963'te öldü büyük şair.
Sürgün olduğu Moskova'da gömüldü.
Vera yaşadığı sürece Nazım'ı hiç unutmadı.
2001 yılında öldüğünde tek isteği Nazım'ın yanına gömülmekti.
Ama hiç boş yer yoktu..
Daha iyi bir çözüm bulundu.
Vera'nın külleri Nazım'ın mezarına konuldu.
Ölümsüz aşıklar mezarda buluştu.

Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...