4 Şubat 2025 Salı

TRUVA'DAN SONRA SADAKATİN SON NEFESİ


İthaka’nın sarayı, zamanın acımasız ellerinde yıpranmış, eskiden yankılanan kahkahalar ve şölen sesleri yerini sessizliğe bırakmıştı. Avluda, taşların arasına sıkışmış birkaç sararmış yaprak süzülüyordu. O yaprakların arasında, kıvrılmış yatan yaşlı bir köpek vardı: Argos.
Argos’un tüyleri bir zamanlar altın gibi parlıyordu. O, efendisinin gururuydu. Gençliğinde, rüzgâr gibi hızlı, pençeleri keskin bir avcıydı. Ama şimdi tüyleri keçeleşmiş, gözleri bulanıklaşmış, bacakları titriyordu. Açlık ve ihmal içinde kıvrılmış yatıyor, bekliyordu. Çünkü beklemek, onun hayatı olmuştu.
Yirmi yıl önce…
Büyük bir sabahın eşiğindeydiler. Kral Odysseus, İthaka’nın genç savaşçılarıyla birlikte Truva’ya gitmek üzere limana yürüyordu. Tüm şehir halkı, kalkanların parlaklığını, mızrakların keskinliğini seyrediyordu. Genç adamlar şarkılar söylüyor, zafer hayalleri kuruyorlardı.
Argos, efendisinin peşinden gitmek istedi ama Odysseus eğilip onun başını okşadı. “Beni bekle, Argos” dedi. “Bir gün döneceğim.”
O zamanlar Argos’un kasları çelik gibiydi, gözleri yıldızlar kadar parlaktı. Zıpladı, havladı, kuyruğunu salladı. Efendisini bir süre daha izledi, sonra limandan ayrılan gemiler ufukta kayboldu.

Ve zaman geçti…
On yıl sürdü Truva Savaşı. Sonra bir on yıl daha, Odysseus eve dönebilmek için tanrılarla ve denizlerle mücadele etti. Efsaneler, onun denizlerde kaybolduğunu, sirenlerin sesine kapıldığını, devler ve büyücülerle savaştığını anlatıyordu. Saraya dönen haberler umutları tüketti. İnsanlar artık onu öldü bilip unuttular.
Ama Argos unutmadı.
Gözleri her gün saray kapısında, kulakları her ayak sesinde, burnu her rüzgârda efendisinin kokusunu aradı. Zaman içinde, bir zamanlar kendisine hayranlıkla bakan hizmetkârlar, artık onu görmez oldu. Avlunun bir köşesinde, gözden uzak, aç ve yorgun bir gölgeye dönüştü.
Sonunda…
Bir gün, avlunun taşlarına yabancı bir ayak bastı. Üstü başı yırtık pırtık, yüzü güneşten kavrulmuş bir adamdı bu. Eski günlerdeki gibi görkemli değildi, ama gözleri aynıydı.
Argos’un kalbi hızlandı. Gözleri artık bulanıktı, ama kokusu hâlâ burun deliklerini dolduruyordu. Gelen Odysseus’tu!
Ama bu adam, ona bakıp tek kelime etmeden geçti.
Çünkü Odysseus, sarayını ele geçiren soylulara karşı kimliğini saklıyordu. Yabancı gibi davranmak zorundaydı. Gözleri dolsa da, köpeğini çağırmadı, elini uzatmadı.

Fakat Argos, anladı.
Efendisi geri dönmüştü. Bekleyiş sona ermişti. Yorulmuş, aç kalmış, unutulmuş olsa da, beklemeye değmişti.
Son bir nefes aldı, kuyruğunu hafifçe oynattı ve gözlerini kapadı.
Odysseus, kapıdan içeri girerken bir an durdu. Başını eğdi. Sadık dostunun artık nefes almadığını fark etti. İçinden yükselen acıyı bastırarak yoluna devam etti.
Çünkü Truva’yı fethetmiş, denizleri aşmış, tanrıların gazabını yaşamıştı ama en büyük kaybını şimdi hissediyordu.

NOT: Ulysses’in (Odysseus) köpeği Argos, Homeros’un Odysseia destanında sadakatin ve bekleyişin en dokunaklı sembollerinden biri. Argos’un hikâyesi, mutlak sadakati, sabrı ve zamanın acımasızlığını anlatan edebiyat tarihinin en etkileyici sahnelerinden biri olarak kabul ediliyor. Bu sahne, Odysseus’un kimliğini gizlemek zorunda olduğu dramatik ortamda, sessiz ama derin bir duygusal an yaşatır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne çıkan

KOPMUŞ BEDENLER KAYBOLAN HAYATLAR

Onlar, artık eksik olan bedenleriyle savaşa geri dönen adamlar… Kolları ve bacakları kopmuş, ama ruhları hala ayakta. Et ve kem...