4 Şubat 2025 Salı

TRUMP VE KANLI KANAL: PANAMA'NIN UNUTULAN BEDELİ


Sene 2025.
ABD Başkanı Donald Trump, Andrews Ortak Üssü'nde gazetecilere dönerek Panama kanalındaki ısrarını sürdürdü ve "Ya geri alacağız ya da çok güçlü şeyler olacak" diye tehdit dolu bir dil kullandı.

120 yıl öncesi.
Sene 1905.
Pascalles, boğucu bir Panama sabahında, elinde ekmek kırıntılarıyla kampın önünde duran dostu Mustafa'ya göz kırptı. Yağmur, sıcağın bunaltıcı etkisini biraz olsun dindirmişti, ama yine de üzerindeki ince gömlek tenine yapışıyordu. Ahmet,
Pascalles'in uzattığı ekmek parçasını nazikçe aldı ve derin bir iç çekti.

"Bugün de hayattayız dostum" dedi Mustafa, sesi yorgun ama umudu tamamen yitirmemişçesine.

İkisi de Osmanlı topraklarından gelmişti. Pascalles Midilli’den, Mustafa ise Orhangazi'den. Birbirlerini İstanbul’da bir Fransız gemisine binerken tanımışlar, Panama’daki Amerikan mühendislerin ihtiyacı olan iş gücü için çalışmaya gönüllü yazılmışlardı. Başta bir macera gibi görünmüştü yeni bir dünya, yeni bir hayat. Ama şimdi, Gümüş Rulo’nun gölgesinde yaşıyorlardı.
İnsanlar ırklarına göre iki sınıfa ayrılmıştı. Altın Rulo’yu hak edenler, yani Amerikalılar ve diğer ayrıcalıklılar, geniş bungalovlarda kalırken, Pascalles ve Mustafa gibi Gümüş Rulo işçileri, rutubetli barakalarda yatıyor, sıtma taşıyan sivrisineklerle sabaha dek savaşıyorlardı. Birçokları gibi, onlar da neden bu koşullara razı olduklarını artık unutmuşlardı.

Washington’da, Başkan Theodore Roosevelt Panama Kanalı’nın ilerleyişi hakkında raporları inceliyordu. Çelik gözlüklerini düzeltti ve Panama’dan gelen bir telgrafı dikkatlice okudu.

"Ölümler artıyor. Yağmurlar nedeniyle çalışmalar aksıyor. İş gücü kaybı yaşanıyor. Yeni işçilerin hızla getirilmesi gerekiyor."

Roosevelt, masasındaki dünya haritasına baktı. Panama, gözünde bir hayalin gerçekleşmesi için gerekli bir mühendislik mucizesiydi. Ancak kanaldan dökülen su kadar, işçilerin kanı da akıyordu. Başkanın umurunda mıydı? Belki de yalnızca bir rakamdı bu ölümler, büyük vizyonunun önündeki ufak engeller.
"Devam etmeliyiz," diye mırıldandı kendi kendine. "Her şey bedel gerektirir."


Panama’daki şantiyede, Gümüş Rulo işçileri sıtmadan kıvranan arkadaşlarını taşıyor, bataklıklaşan hendeklerde vagonlar dolusu toprak boşaltıyorlardı. Pascalles, sıtmalı bir Rum arkadaşını taşırken, Mustafa'nın kollarına düşen bir Osmanlı işçisini fark etti.

"Dayan dostum," dedi Mustafa, adamın alnını sildiği bir paçavra ile. Ancak içten içe biliyordu. Gümüş Rulo’da kimse için doktor çağırılmazdı.

O gün yağmurla birlikte toprağa kan da karıştı. Çamura bulanmış cesetler, taşınmaya bile zahmet edilmeden suya bırakıldı.

Gece çökerken, Pascalles  ve Mustafa, gizlice bir ateşin etrafında toplandı. Yanlarında Jamaikalı, İtalyan, Türk ve Yunan işçiler de vardı. Hepsi, yorgun ama umut dolu gözlerle birbirlerine bakıyordu. Şantiyede kimseye anlatamadıkları hikayeleri, ateşin çıtırtısına fısıldıyorlardı.

"Bir gün bu kanal tamamlandığında, Amerikalılar buradan geçerken bizi hatırlayacaklar mı?" diye sordu Pascalles.
Mustafa  başını salladı. "Hayır," dedi, "Ama bu suyun her damlasında bizim terimiz, bizim kanımız olacak."


Pascalles gözlerini ateşe dikti. "Belki de gerçek miras budur" diye fısıldadı.

Mustafa ve Pascalles artık buradan kaçmaları gerektiğine karar vermişlerdi. Panama'da ölmeye niyetleri yoktu. Ama kaçmak kolay değildi. Amerikalılar, işçilerin kaçmasını önlemek için limanlara ve demiryollarına muhafızlar koymuştu.

"Kolombiya sınırına yürümeliyiz," dedi Pascalles. "Oradan bir gemi bulur, Karayipler’e geçeriz."

"Ya bizi yakalarlarsa?" diye sordu Mustafa.

"O zaman Gümüş Rulo'da ölen binlerce işçi gibi çamura gömülürüz," dedi, Pascalles acı bir gülümsemeyle.

Ay, kara bulutların ardında saklanıyordu.  Pascalles ve Mustafa yanlarına sadece birkaç parça ekmek ve biraz su alarak barakalarından ayrıldılar. Sessiz adımlarla ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladılar. Gecenin içinde, sadece cırcır böceklerinin ve uzaktan gelen jaguarların sesleri yankılanıyordu.

Ancak Panama’nın ormanları sadece sessizlikten ibaret değildi. Sivrisinek sürüleri, üzerlerine hücum ediyor, her adımda vücutlarını delip geçiyordu. Sıcak, nefes almayı bile zorlaştırıyordu.

Tam sınır yoluna çıkmak üzereyken, arkalarından bir ses duyuldu.

“Hey! Kim var orada?”

Bir Amerikan muhafızı, elinde tüfeğiyle onlara doğru koşuyordu.
Pascalles ve Mustafa, çalıların arasına daldı. Nefeslerini tutarak saklandılar. Muhafız, fenerini ormanın içinde gezdirdi ama sonunda küfrederek geri döndü.

Saatler sonra, iki dost nefes nefese sınırın diğer tarafına geçmeyi başardılar. Kolombiya topraklarındaydılar artık.

"Başardık!" dedi Mustafa, yüzünde ilk kez gerçek bir gülümsemeyle.
Pascalles, Panama’nın üzerine doğan güneşe baktı. "Evet, ama arkada ne bıraktığımızı unutamayacağız."

Yıllar geçti. 1920’lerin başında, Mustafa ve Pascalles nihayet Karayipler’de küçük bir kasabaya yerleşmiş, bir fırın açmışlardı. Bir gün, Panama Kanalı’ndan geçen büyük bir geminin haberini aldılar. Bu gemi, Amerika’nın gücünü ve mühendislik başarısını dünyaya göstermek için törenle geçiyordu.


Pascalles, kasabanın iskelesinde durmuş, gemiyi izliyordu. Su, yıllar önce toprağa karışan işçilerin kanını taşıyor muydu? Gözlerini kapadı ve Panama'daki son geceyi hatırladı.

"Unutulmadınız," diye fısıldadı kendi kendine.

Mustafa, Pascalles'in omzuna dokundu. "Hadi, ekmeklerimiz soğuyacak" dedi gülümseyerek.

Ve Panama'nın gölgesinde sıkışıp kalmamış iki dost, hayatlarına devam ettiler. Ama kanalla birlikte silinip giden binlercesi, hiçbir zaman hatırlanmadı.


NOT: 33 yıl süren Panama Kanalı'nın inşaatında dünyanın çeşitli ülkelerin 27.500 emekçi can verdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne çıkan

TRUMP VE KANLI KANAL: PANAMA'NIN UNUTULAN BEDELİ

Sene 2025 . ABD Başkanı Donald Trump , Andrews Ortak Üssü'nde gazetecilere dönerek Panama kanalındaki ısrarını sürdürdü ve...