Kasabanın tam ortasında, bir nehrin kıyısında doğmuştu İlayda.
Su, onun en büyük arkadaşıydı. Çocukken saatlerce nehrin akışını izler, çakıl taşlarını suya atıp çıkan halkalara hayranlıkla bakardı. Su, özgürdü. Hiçbir yere ait değildi ama her yere aitti. Ancak büyüdükçe, ona suyun ne yapması gerektiği öğretildi.
"Bardakta durmalı, yönü belirlenmeli, çağlayanlar dizginlenmeli, yoksa taşar, zarar verir."
İlayda da su gibi özgürdü bir zamanlar. Sonra öğretmenleri ona ne düşünmesi gerektiğini anlattı. Ailesi kim olması gerektiğini söyledi. Büyükler, yöneticiler, önderler ne yapacağını belirledi. Ve İlayda'nın içindeki su, ağır ağır bir havuzun içine hapsedildi.
Zaman geçti, kasabanın meydanında büyük bir kule inşa edildi. Bu kule, yalnızca taşlardan değil, emirlerden, kurallardan, öğretilmiş doğrulardan yapılmıştı. Kulenin tepesinde oturanlar, aşağıya bakarak halkın nasıl hareket ettiğini izledi. İlayda da, diğerleri gibi, başını kaldırıp yukarı baktı ve kulenin gölgesinde yaşamanın daha güvenli olduğuna inandı.
Kasabada herkes aynı fikirdeydi artık. Çünkü farklı düşünmek tehlikeliydi. Kimse, nehrin neden kuruduğunu sorgulamadı. Kimse, güneşin ışığını neden daha az gördüğünü merak etmedi. Kimse, neden her şeyin aynı olduğunu düşünmedi. Herkes kurallara uyarsa, herkes itaat ederse, düzen bozulmazdı.
Yıllar geçti. bir gün eski dostu olan nehre yürüdü, ama artık su yoktu. Nehir kurumuştu. O an, içinde bir şey kırıldı. Çocukken attığı çakıl taşlarının çıkardığı halkalar gözünün önüne geldi. O halkalar gibi düşünceler de yayılabilirdi, eğer cesaret ederse…
Ama kasaba, kulenin gölgesinde yaşamaya alışmıştı. İnsanlar mutlu değildi, ama huzurluydular. Kendi fikirleri yoktu, ama kaos da yoktu. Kendi yollarını seçmiyorlardı, ama en azından hata yapmıyorlardı.
Ve İlayda, bir su damlası gibi, ya göle uyum sağlayacak ya da nehrin yolunu hatırlayıp akacak, akacak ve belki de kaybolacaktı.
Milyonlarca İlayda, Ali, Mehmet gibi!
Sonunda, kim olduğumuza karar veren, "nehir mi oluruz yoksa bir havuzda hapsolmayı mı seçeriz?" sorusunun cevabıdır.
"Bardakta durmalı, yönü belirlenmeli, çağlayanlar dizginlenmeli, yoksa taşar, zarar verir."
İlayda da su gibi özgürdü bir zamanlar. Sonra öğretmenleri ona ne düşünmesi gerektiğini anlattı. Ailesi kim olması gerektiğini söyledi. Büyükler, yöneticiler, önderler ne yapacağını belirledi. Ve İlayda'nın içindeki su, ağır ağır bir havuzun içine hapsedildi.
Zaman geçti, kasabanın meydanında büyük bir kule inşa edildi. Bu kule, yalnızca taşlardan değil, emirlerden, kurallardan, öğretilmiş doğrulardan yapılmıştı. Kulenin tepesinde oturanlar, aşağıya bakarak halkın nasıl hareket ettiğini izledi. İlayda da, diğerleri gibi, başını kaldırıp yukarı baktı ve kulenin gölgesinde yaşamanın daha güvenli olduğuna inandı.
Kasabada herkes aynı fikirdeydi artık. Çünkü farklı düşünmek tehlikeliydi. Kimse, nehrin neden kuruduğunu sorgulamadı. Kimse, güneşin ışığını neden daha az gördüğünü merak etmedi. Kimse, neden her şeyin aynı olduğunu düşünmedi. Herkes kurallara uyarsa, herkes itaat ederse, düzen bozulmazdı.
Yıllar geçti. bir gün eski dostu olan nehre yürüdü, ama artık su yoktu. Nehir kurumuştu. O an, içinde bir şey kırıldı. Çocukken attığı çakıl taşlarının çıkardığı halkalar gözünün önüne geldi. O halkalar gibi düşünceler de yayılabilirdi, eğer cesaret ederse…
Ama kasaba, kulenin gölgesinde yaşamaya alışmıştı. İnsanlar mutlu değildi, ama huzurluydular. Kendi fikirleri yoktu, ama kaos da yoktu. Kendi yollarını seçmiyorlardı, ama en azından hata yapmıyorlardı.
Ve İlayda, bir su damlası gibi, ya göle uyum sağlayacak ya da nehrin yolunu hatırlayıp akacak, akacak ve belki de kaybolacaktı.
Milyonlarca İlayda, Ali, Mehmet gibi!
Sonunda, kim olduğumuza karar veren, "nehir mi oluruz yoksa bir havuzda hapsolmayı mı seçeriz?" sorusunun cevabıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder