Yıl 1890.
Vincent Van Gogh’un kardeşi Theo, bir oğul kucakladı. Ona, amcasının adını verdiler: Vincent.
Bu isim, ressamın yüreğinde yankılandı. Bir hayat sona ererken, bir diğeri başlıyordu.
Yeni bir başlangıç, yeni bir umut, yeni bir nefes…
Ona bir armağan bırakmalıydı.
Şubat ayının soğuk rüzgarları Arles sokaklarında dolaşırken,
Van Gogh gözlerini badem ağaçlarına çevirdi.
Dallar çıplaktı ama umut çiçek açmıştı.
Bembeyaz çiçekler, kışın içinde baharı müjdeliyordu.
O an kararını verdi: İşte bu tablo, yeğenine sunulacak en güzel hediyeydi.
Ve fırçasını badem çiçeklerinin narin hatlarında gezdirerek,
"Almond Blossoms"u, badem çiçeklerinin zarif dünyasını,
yeniden doğuşun sessiz hikâyesini resmetti.
Ama badem çiçekleri yalnızca baharın değil, hüznün de çiçeğidir.
Bir zamanlar, efsanelerin fısıltılarla anlatıldığı devirlerde,
bir başka aşkla, bir başka kaderle filizlenmişti bu narin çiçekler.
MÖ 1200.
Truva Savaşı’nın ardından, kazananlar yorgun gemileriyle
savaşın külleri arasından yeni limanlara doğru yol aldılar.
Bir liman… Trakya kıyıları…
Ve bir aşkın, kaderle boy ölçüşmeye hazırlandığı an.
Thracia Kralı Lycurgus, zafer kazananları onurlandırmak için
bir şölen düzenledi.
Ve o gece, savaşın kahramanlarından Demophon gözlerini kralın kızı Phyllis’e kaldırdı.
Göz göze gelişleri bir hikâyenin başlangıcı oldu. Sonsuzluğa açılan bir pencere gibi.
O gece oturdukları masadan, ertesi gün el ele kalktılar.
Ve sonra bir gün daha, bir gün daha…
Fakat vakit geldi, Demophon Atina'ya dönmek zorundaydı.
Sözler verildi, yeminler edildi.
“Döneceğim.” dedi Demophon, “Beni bekle.”
Phyllis, limanda, her geçen gemiye umutla baktı.
Bekledi…
Bekledi…
Bekledi…
Ama Demophon’un gemisi bir türlü görünmedi.
Günler haftalara, haftalar aylara dönüştü.
Ve umut, zamanın içinde yavaş yavaş solmaya başladı.
Sonunda Phyllis, umutsuzluğun gölgesinde kendini asarak
bu dünyadan göçtü.
Fakat tanrılar, aşkın hatrına onu unutmadılar.
Athena, Phyllis’i yapraksız bir ağaca dönüştürdü.
Ve bir gün, Demophon nihayet geri döndüğünde,
sevdiğinin artık yalnızca bir kuru gövde olduğunu gördü.
Sarılıp ağaca yaslandığında,
mucize gerçekleşti.
Yaprakları olmayan o ağaç, bir anda çiçeklerle bezendi.
Bembeyaz badem çiçekleri…
Aşkın ve hüznün çiçekleri…
Şimdi yine bir kış vakti.
Rüzgarlar soğuk, dağlar karla örtülü.
Ama Datça’da badem çiçekleri açıyor.
Tıpkı Phyllis’in aşkını yeniden hatırlatır gibi.
Aziz Nesin’in dizelerindeki gibi:
"Sen ağaçların aptalı,
Ben insanların.
Seni kandırır havalar,
Beni sevdalar.
Açalım yine de çiçeklerimizi."
Ve Datça’nın tarlalarına, ovalarına, sokaklarına
bahardan önce yağan bu beyaz örtü,
bize şunu hatırlatıyor:
Bazı çiçekler umut için açar.
Bazıları hüzünle çiçeklenir.
Ama her biri, hayatın içinde bir yeniden doğuş hikâyesidir.
Şubat’ta Datça’ya gelin.
Datça Belediyesi'nin düzenlediği Badem Çiçeği Festivali'nde badem çiçeklerinin dansını izleyin.
Belki de, rüzgarın fısıltısında, Phyllis’in sesini duyarsınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder