British Museum’un loş salonlarından birinde, bir mozaik zamanın gölgesinden çıkıp ziyaretçilerin ilgisini üzerinde topluyordu. İnce işçiliğiyle bezeli taşların arasına işlenmiş kelimeler, yalnızca bir dekor değil, geçmişten gelen bir hikâyenin taşıyıcısıydı.
Defne yapraklarının arasında dolaşan kelimeler şöyle diyordu.
“Sağlık”
“Yaşam”
“Neşe”
“Barış”
“Mutluluk”
“Umut”
Bu kelimelerin bir ruhu, derin anlamları vardı.
M.S. 4. yüzyıl… Roma İmparatorluğu’nun güneşle yoğrulmuş topraklarında yılın son günlerini kutlayan bir festival hüküm sürüyordu: Dies Natalis Solis Invicti(Yenilmez Güneş’in Doğum Günü). Güneş Tanrısı Sol Invictus’a adanan bu kutlamalar, kışın karanlığında insanlara yeniden doğuşun ışığını vaat ediyordu.
Bodrum’un limanında da festivalin yankıları hissediliyordu. İnsanlar dilekler tutuyor, yeni yılın bereketi ve zenginliği için adaklar sunuyordu. Altın keseleri ve servet hayalleri, tanrıya en çok sunulan dileklerdi. Ancak biri vardı ki, kalabalığın arasından farklı bir ışık saçıyordu: Şehrin hekimi Aelianus.
Aelianus yalnızca bir doktor değil, bilgeliğiyle de tanınan bir filozoftu. Ona göre sağlık, bedende çiçek açan bir ağaç değil, ruhun köklerinden yükselen bir yaşam ağacıydı. İnsanların zenginlik peşinde koşturduğu bu festivalde, Aelianus’un dileği bambaşkaydı.
Evinin girişine bir mozaik astırdı. Taş ustasına şunları söyledi.
“Defne çelengi yalnızca bir süs değil. O, yaşamın özü. İnsan, bu kelimelerin gölgesinde yaşarsa, hayatın anlamını bulur. Bu evden içeri giren herkes, burada yazanları hatırlamalı.”
Ve mozaik işlenmeye başladı. Her bir taş, insanlık değerlerini hatırlatan kelimelerle ruh kazandı:
“Sağlık”
“Yaşam”
“Neşe”
“Barış”
“Mutluluk”
“Umut”
Aelianus’un evine giren herkes bu mozağe bakar, bir an durup düşünürdü. Sağlık, insanın sahip olabileceği en büyük hazine değil mi? Yaşam ne kadar kısa ve değerli? Neşe, bu kısalığa tutunan bir çiçek gibi, neden bu kadar geçici? Barış, neden insanlığa hep uzak? Mutluluk ve umut... Gerçekten bizimle mi?
Ancak yüzyıllar geçti. Mozaik, evin duvarında yalnızlığa terk edildi. Bodrum’un taşlarının arasına gömülen bu şaheser, bir zaman sonra toprakla eşitlendi, unutuldu. Ta ki bir kış günü, yabancı eller onu keşfedip çekip çıkarıncaya kadar…
Gemilere yüklenip uzak diyarlara götürülürken, defne yapraklarının arasındaki kelimeler hüzünle fısıldadı.
“Beni buradan alıyorlar. Halkım nerede? Hikâyem burada kalmalıydı…”
British Museum’a ulaştığında, mozaik artık yalnızca bir sanat eseri olarak görülüyordu. Onun önünden geçen insanlar, hayranlıkla taşların işçiliğine bakıyordu. Ama mozaik kendi kendine soruyordu.
“Sağlık, yaşam, neşe, barış, mutluluk, umut… İnsanlar bu değerleri hâlâ hatırlıyor mu? Yoksa benimle birlikte toprak mı oldu?”
Mozaik hâlâ orada duruyor. Ziyaretçilerin gözleri onun güzelliğinde kayboluyor, ama kim bilir, belki biri bir gün defne yaprakları arasındaki kelimeleri fark eder ve hatırlar.
"İnsanlığın en büyük zenginliği, cebinde değil ruhunda saklıdır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder