Empedokles Antik Çağ'ın çılgın filozoflarından biriydi.
Dört temel unsur teorisini (hava, su, toprak, ateş) geliştiren ilk düşünürlerdendi.
Ayrıcalıklı insanların bir gün tanrılaşacaklarına inanıyordu.
Kahinler, ozanlar, hekimler ve krallar ilahi varlıklardı. Kendisi de. Onun bu tanrılaştırılma umudu efsanelere bile konu oldu.
Söylenceye göre, Empedokles, hekimlerin ölüme terk ettiği Pantheia adlı bir kadına felsefesiyle yeniden hayat vermişti. Bunun üzerine olağan üstü güçleri olduğuna inanıp Etna Yanardağı'na çıkmış kendisini kratere içindeki lavların arasına bırakmıştı.
"Artık atmayacak bu yürek; canlı bir insandın sen, Empedokles, ama artık değilsin!
Artık yalnızca bir solukta yutan alevden bir düşüncesin, çırılçıplak, sonsuzca huzursuz bir zihinsin!
Her şey, vücut bulduğu köklere geri döner, bedenimiz toprak olur, kanımız su, ısımız ateş, soluduğumuz hava.
Ahenkle doğanlar, ahenkle ölürler.
Peki ya zihin?"
Bu dizeler, yalnızca bir filozofun fiziksel ölümüne değil, aynı zamanda zihnin sonsuz sorgusuna açılan bir kapıdır. İngiliz şair Matthew Arnold’un dile getirdiği bu satırlar, Empedokles’in trajik sonunu yalnızca bir efsane olarak anlatmaz, aynı zamanda insanın varoluşsal yalnızlığını, doğa ile olan kaçınılmaz ilişkisini ve bilincin ölüm sonrası akıbetini sorgular.
Empedokles, felsefesini dört temel unsurun (hava, su, toprak, ateş) döngüsel hareketi üzerine kurmuştu. Doğadaki her şeyin bu elementlerden türediğini ve sonunda onlara geri döneceğini savunuyordu. Arnold’un şiirinde de bu görüş kendisini gösterir. İnsan bedeni dağılıp doğaya karışır, her şey başladığı yere döner. Ama asıl soru şudur: Zihin nereye gider?
Arnold’un Empedokles’i, fiziksel dünyanın katı yasalarını kabullenirken, zihnin akıbeti konusunda bir belirsizlik içindedir. Bu, yalnızca bir bireyin ölümüyle ilgili değildir. Bu, insanlığın en büyük varoluşsal sorularından biridir. Bedenin elementi toprağa, suya, ateşe ve havaya dönüşürken, insanın düşünceleri, arzuları, korkuları, hayalleri ne olur?
Bu soru, çağlar boyunca pek çok filozof ve edebiyatçı tarafından ele alındı. Platon, ruhun bedenden bağımsız bir varlık olduğunu savunurken, Lucretius gibi Epikürcüler, bilincin de bedenle birlikte yok olduğunu ileri sürdü. Arnold’un şiirinde ise, Empedokles’in zihni ölümü kabullenirken bile huzur bulamaz; "çırılçıplak, sonsuzca huzursuz" bir varlık olarak tasvir edilir. Bu, belki de modern insanın bilim ve rasyonalitenin ışığında bile içinden çıkamadığı bir bilmece.
Empedokles’in efsanevi ölümü, Etna Yanardağı’nın alevleri arasında kayboluşu, onun ilahi bir varlık olduğu iddiasıyla birleşir. O, kendisini tanrı olarak mı görmüştü, yoksa yalnızca insanın doğayla birleşerek sonsuzluğa karışacağını mı düşünüyordu?
Arnold’un şiiri, bu efsaneye trajik bir boyut katar. Empedokles, bir tanrı olmadığını biliyor olabilir, ancak yine de insani varoluşun sınırlarını aşmaya çalışır. Alevlerin içinde eriyerek, doğanın kendisiyle bütünleşmeyi seçer. Fakat burada ironik bir gerçek saklıdır. Onun ölümü, bir yüceliş değil, bir kayboluştur. Eğer gerçekten tanrı olsaydı, fiziksel dünyaya tabi olmazdı. Ama sandaletinin Etna’nın yamacında bulunması, onun insan oluşunun son kanıtı gibiydi.
Arnold, Viktorya döneminin entelektüel bunalımını ve modern insanın inanç krizini yansıtan bir şairdi. Empedocles on Etna şiirinde ele aldığı varoluşsal sorgular, yalnızca Antik Yunan filozoflarıyla sınırlı değildi. Bunlar, Tanrı’nın ölümünün ilan edildiği, bilimsel ilerlemelerin metafiziksel düşünceleri sorguladığı bir dönemin yansımasıydı
Bu bağlamda, Empedokles’in kendini ateşe bırakışı, yalnızca bir bireyin trajedisi değil, modern insanın Tanrı ile olan bağının kopuşunun da bir metaforudur. Eskiden doğa ve tanrılar arasında bir bütünlük hisseden insan, artık bilinmezliğin içinde kaybolmuş bir zihin
Arnold’un sorusu hala yanıtlanmayı bekliyor: Peki ya zihin? Eğer insan bedeni doğanın unsurlarına geri dönüyorsa, bilinç nereye gider? Bir düşünce, bir hatıra, bir duygu, bunlar fiziksel dünyanın içinde yok olup gider mi, yoksa başka bir düzlemde yaşamaya devam mı eder?
Empedokles’in trajik sonu, belki de yalnızca onun değil, tüm insanlığın kaçınılmaz kaderini gösteriyor. Bir gün hepimiz doğanın içinde eriyip gideceğiz. Fakat zihnimiz?
Onun kaderi hala belirsiz, hala huzursuz, hala sonsuzluk içinde bir cevap arıyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Öne çıkan
BİR EFSANE, BİR ŞİİR VE ÇÖZÜLEMEYEN BİR BİLMECE
Empedokles Antik Çağ'ın çılgın filozoflarından biriydi. Dört temel unsur teorisini ( hava, su, toprak, ateş ) geliştiren il...
-
"10 Kasım'da her yer kapalıydı, genelevler kapalı mıydı bilmiyorum?" diyen her devrin iktidar borazanı, sözde gazete...
-
Tarih MÖ 1184 ’tü. Truvalı Paris , o dönemin en güzel kadını olarak kabul edilen Sparta Kralı Menelaus ’un karısı Helen ’i...
-
Sokakta tozlu topun peşinden koşan çocuklar, hayallerinde onun adını mırıldanırlardı. " Ver Lefter’e, yazsın deftere! ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder