SANA BUGÜN BİR TEPEDEN BAKTIM GÜZEL MESUDİYE



"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul" demişti Yahya Kemal Beyatlı.
Ben de bugün bir tepeden baktım güzelim Mesudiye'ye.
Malum hava bahardan kalma.
Önümüz kış.
Bu fırsat kaçmaz diye, kaptım fotoğraf makinası, vurdum kendimi dağlara.
Zirveler iyidir, huzur verir insana.
Bilge diyor ya.
"Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle huzurlu hissederiz ki."
Öyle bir huzur işte.
İsmi şimdi aklıma gelmiyor, bir dönem Knidos'ta yaşamış önemli bir filozof, canı sıkıldığında kendisini doğaya atarmış. Yabancı bir kaynakta okumuştum, "doğa insan yaşamının ilacıdır" diye bir sözü var hatta.
Kim bilir belki de 2000 yıl önce benim yürüdüğüm bu topraklarda dolaşırdı.
Coğrafya biliminin atası, antik çağ tarihçisi Strabon, "yarımadaların en güzeli" demişti bu topraklara.
Hiç de haksız değil, değil mi?
Buralarda kurak geçiyor havalar.
Yağmura hasret kaldı doğa.
Zeytinler henüz yağlanmadı, çoğu hastalıklı.
Ahlat olgunlaşmış, tek tek yerlere dökülüyor.
Keçiboynuzu ağaçları artık kel.
Yabani portakallar ise henüz şekerlenmedi.
Börtü böcek de bir damla suya hasret.
Su olmadığı için pek çiçek de yok etrafta.
Diken kelebekleri çalı çırpıyla flört ediyor.
Bir kaç Sarı Azamet çiftleşme yarışında.
Nedendir bilmiyorum, kara kertenkelelerinde bir telaş, bir panik var ki, sormayın.
Göçmen kuşlar da çoktan terketti buraları.
Terkederken, kuş gribi bıraktılar toprağa.
Köylü tavuğunu kurtarma derdinde.
Ne mutlu ki, alakargalar var, o cartlak ötüşleriyle sessizliği bozuyorlar.
Bir de karatavuklar.
İkisi de zeytine hastalar.
Biliyorsunuz, onlar olmazsa zeytin olmaz.
Zeytini giyip, çekirdeğini incelten ve dışkılarıyla toprağa atan onlardır.
O çekirdek inceldiği için filiz verir, yoksa toprakta çürür gider.
Bu arada bir müjdem var. Yanan alanlarda makiler filizlenmeye başlamış. Kapkara bir tablo içinde yemyeşil bir yaşam savaşı.
Yaşama tutunmak bu olsa gerek.


Mevsim ne kadar kurak olsa da, Mesudiye'de yukarıdan manzara bir harika.
Solumda Kızılbük, karşımda Hayıtbükü, sağımda da Ovabükü.
Üç pırlanta.
Bük, koy demek buralarda.
Aslında iç Anadolu'da kullanılan bir sözcük.
Göl ya da akarsu kıyılarında, oldukça geniş yer kaplayan, içine girilmesi zor, diken, saz ve çalı topluluğu.
Yöre halkının geniş bölümü yörük olduğu için koylara bük demişler.
Bu üç bük Mesudiye'nin can damarı.
Yazları iğne atsanız yere düşmez.
Şimdi sessiz, sakin, terkedilmiş gibi.
Ama ben bu halini daha çok seviyorum.
Hep makro böcek,çiçek çekecek değiliz ya, bugün de biraz manzara çekelim dedim, bastım deklanşöre.
Alın size manzara.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHMET KAYA İLE FİKRET KIZILOK TAŞLAMASI

..VE O ANDA GÖKTEN BİR GEYİK DÜŞTÜ.

TÜRKİYE'NİN BİR NUMARALI KADINININ SIRLARLA DOLU YAŞAM ÖYKÜSÜ.