DALGALAR BİR ÇOCUK GETİRDİ DATÇA'YA


Bundan 50 yıl öncesiydi.
Bir kış sabahı.
Simi adasında balıkçı Aristo, minik oğlu Vasili ile ava çıkmıştı.
Aristo'nun ata mesleğiydi bu.
Oğlu Vasili'ye de öğretecekti.
Hangi balık nerede avlanır, ağ nasıl atılır, sırti nasıl yapılır tek tek anlatacaktı.
Yüzlerce yıllık deniz bilgisi dededen toruna geçecekti.
Aristo'nun kayığı Simi'den ayrıldıktan bir süre sonra hava bozdu.
Hem de fena bozdu.
Rüzgar lodostu.
Üstelik gittikçe şiddetleniyordu.
Aristo geri dönmek için hemen  küreklere asıldı.
Ama nafile.
Esen artık fırtınaydı.
Deniz beşik misali.
Kayık beşikteki bebek.
Nazım Hikmet Hazer şiirinde der ya.
Kayık,  devrilen bir atın  sırtından inip, şahlanan bir ata biniyor gibiydi.
Her indiğinde sanki alabora olacaktı.
Yağmur da sicim gibi iniyordu.
Minik Vasili korkudan dilini yutmuş, iki eliyle sandalın kenarları tutmuştu.
Parmakları sanki mengeneydi.
Bedeni kaskatı, yüzü beyazdı.
Bembeyaz.
Yüreğindeki korku gözlerini büyütmüştü.
Aristo oğluna "korkma" dedi, "sakın korkma."
Bir kez daha küreklere asıldı.
Yine nafile.
Çünkü rüzgar ve akıntı sandalı Simi'den uzaklaştırıp, Datça karasularına itiyordu.

*. *. * 

Aynı saatlerde karşı yakada Datçalı balıkçı Süleyman Badal da avdaydı.
O da atadan avcıydı.
Kardeşi Mehmet ile geçimlerini denizden çıkarıyordu.
Süleyman Badal hava bozunca oltaları topladı, geri dönmek için küreklerin başına geçti.
Onun işi kolaydı.
Fırtına güneyden esiyor ve Süleyman'ın Kara Mehmet isimli sandalını Datça'ya itiyordu.
Süleyman Badal kürekleri çekerken, gözü ileride dev dalgalarla boğuşan bir kayığa takıldı.
İçindekiler zor durumdaydı.
Yardım etmeliydi.
Hemen onların yanında aldı soluğu.
Kayıktakiler Aristo ile oğlu Vasili'ydi.
Bu havada Simi'ye dönmeleri imkansızdı.
Datça'ya sığınmak zorundaydılar.
Süleyman "benim misafirim olursunuz, hava düzelince gidersiniz" dedi.
İki kayık yanyana Kargı koyuna yaklaşırken, sahil korumanın hucüm botu kesti önlerini.
Rüzgar da olsa Aristo suç işlemişti.
Türk karasularına izinsiz girmişti.
Hem ya casus ise.
Tutukladılar Aristo'yu.
Oğlunun gözünün önünde tutukladılar..
Minik Vasili ağlamaya başladı.
Süleyman Badal "ağlama" dedi.
Vasili, "babam yok ben ne yapacağım" diye hıçkırıklara boğuldu.
Süleyman Badal "sana ağlama dedim, baban yoksa ben varım" diye sarıldı Vasili'ye.
Sonra evine götürdü.
Bir kaç gün sonra Aristo mahkemeye çıkarıldı.
İlk celsede suçlu bulundu ve Datça'daki 8 mahkumluk cezaevine kapatıldı.
Vasili babasının hapisten çıkacağı günü beklerken, Badallar'ın evinde ikinci bir aileye kavuşmuştu.
Hep el üstünde tutuluyordu.
Bir dediği iki edilmiyordu.
Vasili sanki Süleyman Badal'ın öz evladıydı.
Günler haftaları, aylar yılları kovaladı.
Aristo nihayet serbest kalmıştı.
Oğlu Vasili'yi alıp yurduna, Simi'ye geri döndü.

*. *. *

Yıllar sonra Vasili Simi'de Süleyman Badal'ın ölüm haberini aldığında feryat etti.
Rivayet odur ki, o an lodos öyle şiddetlendi ki, Vasili'nin feryatı Datça'ya kadar ulaştı.
"Babaaaa!"


Not: Datça'da yaşanmış olan ve dilden dile dolaşan bu hikaye, Turgut Ünsal'ın "İki yaka bir deniz" isimli çalışmasından derlenmiştir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHMET KAYA İLE FİKRET KIZILOK TAŞLAMASI

..VE O ANDA GÖKTEN BİR GEYİK DÜŞTÜ.

TÜRKİYE'NİN BİR NUMARALI KADINININ SIRLARLA DOLU YAŞAM ÖYKÜSÜ.