20 Eylül 2020 Pazar

KNİDOS'TAN DATÇA'YA BİR GERİLEMENİN ÖYKÜSÜ.




MÖ 5'nci yüzyıldı.
Milet(Aydın) kenti Persler tarafından yıkılmış, yerle bir edilmişti.
Miletliler Pers istilası bittikten sonra kenti yeniden kurmaya karar verdiler.
Bir plan gerekiyordu.
İşte o anda tarihin ilk kent planlayıcısı çıktı ortaya; Tiryes Hippodamos.
Hippodamos müthiş bir plan yaptı.
Literatüre ızgara plan diye geçen bu sistem Milet'i döneminin en uygar kenti yaparken, diğer antik şehirlere de örnek oldu.

Tarih MÖ. 4'dü.
Dorlar Ege ile Akdeniz'in buluştuğu Datça yarımadasının ucuna muhteşem bir kent kurdular.
Adını Knidos koydular.
Şehir planlaması muhteşemdi.
Hippodamos'un ızgara plan düzenine göre kurulmuştu.
Geniş ana caddeler.
Caddelere dik inen sokaklar.
Hem caddeye, hem sokağa cephesi olan evler.
Doğu-batı doğrultusunda birbirine paralel dört geniş cadde, kuzey-güney doğrultusundaki bir cadde ile dik açılı olarak kesişmişti.
Arazi konumuna uygun bir biçimde cadde ve sokaklar bazen merdivenle, bazen de dik olarak birbirlerini kesmişlerdi.
Hakça ve adaletli bir şehir planıydı.
Ve de her ev kanalizasyona bağlıydı.
Knidos bu kent planıyla çağının en önemli bilim, sanat, kültür ve ticaret merkezi oldu..

Güzel kokulu ağaçlarla yemyeşildi.
Daima çiçek açan ve yemiş veren mersin ağaçlarıyla çevriliydi.
Defnenin anavatanıydı.
Tarihçi Lusien'e göre, buradaki ağaçların hiçbirisi yaşlanmıyor, hep genç kalıyordu.
İki tiyatrosu vardı.
Gezegenlerin hep aynı yörüngede hareket eden yuvarlak cisimler olduğunu ilk söyleyen astronom, matematikçi ve filozof Eudoxus,  döneminin en iyisi,  Çıplak Afrodit Heykeli ile bilinen yontucu Praxiteles, diğer ünlü heykeltıraşlar Skopas, Bryaxis ile dünyanın yedi harikasından biri olan Mısır’daki İskenderiye Feneri’nin mimarı Sastratos, doktor Euryphon ve ünlü ressam Polygnotos Knidos'da yaşamıştı.

Yıl 1615'di.
Amerika Kıtasındaki Hollandalılar Kuzey Atlantik kıyısında bir kent kurdular.
Adına New Amsterdam koydular.
Kent Knidos'un şehir planlamasına göre kurulmuştu.
Knidos'un yerleşimi bire bir uygulanmıştı.
Izgara plandı ve hakça bir yerleşimdi.
Kent 1664 yılında Birleşik Krallığa geçince New York adını aldı.
New York bugün dünyanın en önemli bilim, sanat, kültür ve ticaret merkezlerinden biri.
Özgürlük Heykeli, Empire State Binası, Central Park ve Times Meydanı, Modern Sanat Müzesi, Guggenheim Müzesi ve Modern Tarih Müzeleri her yıl milyonlarca turist çekiyor.

Yıl 1862'ydi.
Ortaçağdan kalma Paris adeta bir bataklığı andırıyordu.
Plansız yapılanma, dar sokaklar, altyapı eksikliği, su ve kanalizasyon sorunu yaşamı zorlaştırıyordu..
Üstelik açlık kol geziyordu.
Yoksul halk isyanlardaydı.
Her yerde direniş vardı.
Devlet güçleri dar sokaklarda direnişçilere müdahale edemiyordu.
İmparator III.Napolyon Paris'in yıkılıp yeniden yapılmasını istedi.
Meydanları, geniş caddeleri, ulaşımı ve altyapısı olan bir kent.
Kent yöneticisi ve şehir planlamacısı Georges Eugene Haussmann'ı görevlendirdiler.
Haussman Napolyon'un nasıl bir kent istediğini ilişkin sözlerini dinledikten sonra şu cevabı verdi.
 “Yüce imparatorum, en ufak bir kuşkunuz olmasın ki, yepyeni bir Paris yaratacağım. Antik çağın kentçilik harikası  Cnide kadar güzel, görkemli ve zengin bir başkentimiz olacak”
Haussman'ın Cnide dediği yer Knidos'tu.
Fransızlar Knidos'un kent planlamasını örnek alarak Paris'i yeniden inşa ettiler.
Paris bugün Avrupa'nın en önemli kültür sanat merkezlerinden biri.

Yıl 2020.
Knidos'un olduğu topraklarda bugün Datça var.
Datça'nın doğal güzelliklerini, bereketini, kültürünü anlatmaya gerek yok.
Türkiye'nin ender kalan cennetlerinden biri.
Öyle bir yarımadaki burası, Sakar'dan bakınca, gök mü aşağıda, deniz mi yukarıda, anlayamazsın ilk bakışta.
Ama...
İki gün önce tiyatro sanatçısı Levent Üzümcü bir tweet atmış.
Bu hepimize bir uyarı aslında.
"Akıllı olmak lazım" demiş ve fotoğraflarla Datça'nın betonlaşmasına dikkat çekmiş.
Üzümcü'nün Twitter'de 5.5 milyon takipcisi var.
Yorumları okuyun, ülke genelinde Datça'yı sevenlerin  bu konuya nasıl üzüldüklerini göreceksiniz.

Datça ne acı ki, her geçen gün plansızca, hukuk dışı projelerle, kaçak inşaatlarla  betonlaşıyor.
Konut edinme bahanesiyle rant için yağmalanıyor.
Özellikle son yıllarda yasaları yönetmelikleri hiçe sayan 1+1 odalı sitelerle kuşatılıyor.
Köylerin doğal yapısı bozuluyor.
Sokağı, altyapısı, parkı olmayan arsalara,  dağlara tepelere çok konutlu siteler yapılıyor.
Datça Bodrum ve Marmaris olma yolunda koşar adımlarla ilerliyor.
Buna kim dur diyecek?
El Alem Knidos'un şehir planlamasını alıp, binlerce kilometre uzaklarda çağdaş kentler kurarken, Datça yanı başındaki Knidos'u neden örnek almıyor?
Gerçekten neden?
Üstelik henüz kurtarılma şansı da varken.
Bu gerileme neden?
Dünyayı tekne ile gezen ilk denizcilerimizden rahmetli Sadun Boro, ölmeden şöyle demişti.
Dünyanın hemen hemen tüm koylarını gezdim. Doğaya bizim kadar kötü davranan bir toplum görmedim. Daha beş nesil önce birbirini yiyen yamyamlar bile çevreye bizden daha duyarlı. İnanın bu ülke işgal altında olsa, düşman doğaya bu kadar zarar vermez.”
Haksız mı?



17 Eylül 2020 Perşembe

SELAM OLSUN SANA PETRO KARDEŞİM





Sabah sabah bir not düştü, Messenger'da gizli mesaj bölümüne.
Biliyorsunuz, Facebook'ta arkadaşınız olmayanların mesajları gizleniyor.
Ancak, o bölümü açarsanız, okuyabilirsiniz.
Açtım.
Mesajı gönderen bizim devletin “gavur!” diye ayrıştırdıklardan.
Kafir diye hor görülenlerden.
İsmi Petro Bülbüloğlu.
Bir İstanbul Rumu.
1952 yılında Yedikule’de doğmuş, çok yoksul bir ailenin çocuğu olarak. 
Panagia Kilisesi'nin hemen yayındaki evde.
Bir Ruhban okulunda okumuş.
Henüz 3 yaşındayken. 6-7 Eylül’de ailesinin ve soydaşlarının uğradığı zulme tanık olmuş.

Korkudan günlerce ağlamış.
Sonra askerlik.
Ver elini Erzurum Aşkale.
Tam 20 ay askerlik yapmış bu vatana.
Herşeye rağmen “vatan sağolsun” diye diye.
Askerlik bitimi Kıbrıs Harekatı, karşılıklı ekilen düşmanlık tohumları sonunda terketmek zorunda kalmış vatanım dediği toprakları.
Babası biletleri borç parayla alabilmiş.
Sonra çalışıp borçlarını ödemişler. 
Almanya’da Frankfurt’ta yaşıyor.
Beni Facebook’tan tanıyor,  soydaşlarının paylaştığı yazılarımdan.
Geçtiğimiz hafta tatil için Yunanistan’a gitmiş Petro.
Ve onun soydaşı, benim çok değerli dostum Alekos Papadopulos’u arayıp bulmuş.
Tanışmışlar.



Saatlerce oturup sohbet etmişler.
Türkiye’yi İstanbul’u anmışlar.
Çocukluklarını, gençliklerini yadetmişler. 
Ve de ne mutlu ki, benim kulağımı da çınlatmışlar.
Sonra Petro bana bir mesaj atmak istemiş.
Sabah gelen mesaj bu işte.
Hala unutmadığı Türkçe’siyle yazmış.
Virgülüne, satırını dokunmadan sizlerle paylaşmak istiyorum. 

        

  

“Saygı değer SEDAT KAYA bey efendi . Adım petro istanbul yedikule Belgradkapı kilise yanı evde 1952 dogmuşum , Zamanın en fakir RUM aile Bireyinden biriyim. Önce size minnet borcumu ele aldıgınız , duyarlılıgınızı yansıtıgınız Eylül ayı 6 - 7 1955 vukutları için teşşekürlerimi dile getiriyorum .SAĞOLASINIZ.
SEVERiM EYLÜL ayını, 1 Eylül dünyada BARIŞ günüdür , akabinde 4 Eylül doğum günümdür .
6 - 7 Eylül ise bize yapılmış olan , büyük ACILARIN yaşandığı talihsiz gün. Doğup büyüdüğüm 20 ay vatani görevimi AŞKALE ERZURUM da yaptığım tarih 1972 dir . Ama burada tabii gerçek askerlikten bahis ediyorum acemi birliği , usta birliği , Kariyer zırhlı amfibik sürüçüsü , eğitim , tatbiat , sonbahar ve KAR , GECE ve GÜNDÜZ YÜRÜYÜŞLER , Nevzat BÖLÜGiRAY ,ın tugayında zor şartlarda bitirilmiş görev. TEKRAR almanya dönüşü bugüne dek.ARADAN eylül 1955 den bugüne , büyük sorunlar boğuşan bir TÜRKiYE.
iNANMIŞTIM AK parti diye adlandırılan bir yeni partiye . NETiCE, de AK lekesiz bembeyaz anlama gelen söze. SiZiN tarafınızdan dinlendirdiğiniz KARŞI KIYININ AK iNSANI SAYIN SAYGI DEĞER ALEKOS PAPADOPULOS bey efendi gibi . Yazınız akabinde tanıma fırsatı buldum , kendisi bana KARDEŞ GiBi kitabını hediye etti .ilk fırsatta TÜRKiYE tatilimde türkçesini alacagım . dürüst ,mütevazi , muhteşem güzel insanımız . Kendisi ile ONURLU,ve GURURLUYUM elini öpmüş olmanın mutluluğu içindeyim.imlâ hatalarımdan dolayı , eğer oluşmuş ise ÖZÜR dilerim . 10 gün önce beraber idik resmi HATIRA KALMASI dileğiylen gönderiyorum.
SEDAT bey biraz dağıtmış olabilirim kusura bakmazsınız , tahsilim az ilkokul sonrası işe ÇALIŞIP aileye katkı sağlamaktı.Dönüyorum AK partiye , komşularla SIFIR sorun , ERMENi , Kürt , alevi , işsizlik ,ekonomi , KIBRIS , EGE sorunları için ÇÖZÜM Vaatleri, inanmıştım reformlarla Avrupa hayali dahada yeşermişti. SONRASI HÜSRAN , BU günün gergin ortamı gözler önünde BARIŞA HASRETLiK büyüdü . Artık bir gün her şeyin daha güzel olması UMUDUNA kaldı . Neticede misafiriz  yeryüzünde kimsenin ölümsüzlüğü,  egemenliği söz konusu değil.Türkiye ve Yunanistanda  zelzele olduğunda  karşılıklı fedakârlılıklar.  normal yaşamdada  yaşanmalı diye düşünüyorum.
Başınızı şişirmiş olabilirim, onun için MAZUR görün beni . Ben GÂVUR .KEFERE , KÂFIR diye dışlanmama râğmen dogup büyüdüğüm topraklarda AZINLIK oluşturan DOĞU ROMA BIZANSLI RUM HRiSTIYAN ORTHODOKS olarak , yazma gereğini yerine getirdim. Size tekrar teşşekürler ediyor tüm ailenize saygi , sevgi , hürmetlerimizi sunuyoruz . 
Petro ve ailesi
Bir gün yolunuz Frankfurt, a düşerse evimin kapısı ardına dek AÇIKTIR .”

Düşünebiliyor musunuz?
Yüzünü görmediğim, sesini duymadığım bir insan Frankfurt’daki evimin kapıları sana açıktır diyor.
Ne kadar mutlu olduğumu, ne kadar umutlandığımı anlatamam.
Sevgili Petro.
Ben sana yüzlerce kez teşekkür ederim.
Egemenler halkları ne kadar birbirine düşürürse düşürsün, onlara koltuk değneği olan devletler iktidarlarını sürdürebilmek için ne kadar düşman yaratırsa yaratsın, içimizdeki insanı asla öldüremeyecekler.
Bir gün mutlaka Ege Denizi’nde, antik çağda iki yakanının da kullandığı ortak dille Arşipel’de, bugünkü gibi savaş rüzgarları değil, barış fırtınaları esecek.
“Hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekeceğiz ağı.”
Bizler elbette o günleri göremeyeceğiz ama görmüş gibi yaşayıp, yaşamış gibi yazacağız.
Sevgili Petro.
Belki bir gün yolun Datça’ya düşer, benim gibi onlarca arkadaşın olur.
Kimbilir.


15 Eylül 2020 Salı

NE "MUSTAFA KEMAL", NE DE SADECE "ATATÜRK"




CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun "Ben Atatürk yerine Mustafa Kemal demeyi tercih ederim" sözü ortalığı karıştırdı.
CHP'li Bakanlar, milletvekilleri "Atamızın adı Mustafa Kemal Atatürk'tür" diyerek Kaftancıoğlu'nu topa tuttu.
Sosyal medyada millet birbirini yedi.
Karşılıklı saçmalamalar, karalamalar, vatan hainliğine kadar giden suçlamalar.
İnanılacak gibi değil! 
Sanki Akıl tutulması yaşanıyor.
Birinin çıkıp demesi gerekiyor ki; Siz kardeşsiniz. İncir çekirdeğini doldurmayan meseleler yüzünden birbirinizi üzmeyin.
Üstelik iki taraf da Atatürk'e saygısızlık yapıyor.
Çünkü Atatürk 1935 yılında Arapça olduğu gerekçesiyle, kendi isteğiyle Mustafa ve Kemal isimlerini atıp, "Kamál Atatürk" ismini almıştı.
Yeni nüfus kağıdını çıkarmış ve yeni ismini 5 Şubat 1935 tarihinde Anadolu Ajansı aracılığıyla tüm yurda duyurulmuştu.

"Bugünkü tebliğde Önder Atatürkün öz adının Kamâl olarak yazılmış ol­duğunu gördük. 
Bu hususta yaptığı­mız tahkikten böyle yazılışın sebep ve temeli anlaşıldı.

İstihbaratımıza nazaran, Atatürkün taşıdığı Kamâl adı bir Arapça kelime olmadığı gibi, Arapça Kemal kelimesi­nin delalet ettiği manada da değildir.
"Atatürkün muhafaza edilen öz adı, Türkçe "ordu ve kale" manasına olan "Kamâl"dır. Son (â) üstünde tahfif işareti (1) i yumuşattığı için telâffuz hemen hemen Arapça "Kemal" telâffuzuna yaklaşır. Benzeyiş bun­dan ibarettir. (A.A.)"

Yani Atatürk tüm kamuoyundan kendisinden "Kamàl Atatürk" diye söz edilmesini istemişti. 
Bu duyurudan sonra da tüm gazeteler "Kamàl Atatürk" ismini

kullanmaya başladı.
CHP seçim bildisini "Kamàliz" diye değiştirdi.
Hatta Fransızca yayınlanan Türk Gazetesi "La Turquie Kemalist" bile ismini "La Turquie Kamâliste" yapmıştı.
Atatürk vefat ettiğinde de bu ismi kullanıyordu.
Ama ölümünden sonra nedense "Kamâl" silindi, tekrar "Kemal" kullanılmaya başlandı.

CHP'liler bunu çok iyi bilmesine rağmen parti içinde neyin kavgası yapılıyor acaba?
Rövanş mı bu?
Kayıkçı kavgası mı yoksa?



Biliyorsunuz "Kayıkçı Kavgası"nda olan izleyene olurdu.
Aman dikkat.






NOT:
"Kamàl Atatürk" yazılı nüfus kağıdı Anıtkabir'de Atatürk'ün özel eşyalarının saklandığı müze­nin birinci bölümünde yer almakta.

13 Eylül 2020 Pazar

DEVLETİN BİZİ KORUMASINI DEĞİL DEVLET KAVRAMININ KORUNMASINI İSTİYORUZ.


Tarih 14 Eylül 1955'ti.
65 yıl önce.
Kaç gündür uykusuzdu.
Korku, endişe ve çaresizlik içinde umuda sarılmak istiyordu.
O gün de heyecandan sabaha kadar uyuyamamıştı.
Gün ağarmadan kalktı, yüzünü yıkadı, işe bir an önce gidebilmek için kendisini sokağa attı.
Her zamanki gibi Sıraselviler'den İstiklal Caddesi'ne yürüdü.
Bu cadde onun mutluluk hormonu gibiydi.
Her sabah esnafla günaydınlaşır, hal hatır sorar, dert dinlerdi.
Çoğu arkadaşı, akrabasıydı.
Bazen oturup, çaylarını, kahvelerini içerdi.
Ama son bir haftadır kimseler yoktu  kocaman caddede.
Sağlı sollu tüm dükkanların camları kırılmış, yağmalanmıştı.
Dükkan sahipleri canlarını kurtarmak için kaçmıştı.
Ortalık yağmadan kalan çöplerden geçilmiyordu.
Bir kaç çöpçü artıkları topluyordu.
Devrilmiş arabalar lastiklerine kadar soyulmuştu.
Güzelim cadde enkaz halindeydi
Baktıkça morali bozuldu, adımlarını hızlandırdı, bir an önce işe varmak istedi.
Gazeteciydi kendisi.
İstanbul'da yayın yapan Rum Gazetesi Embros'un yayın yönetmeniydi.
6-7 Eylül'de İstiklal'deki azınlıkların dükkanları gibi gazetesinin matbaası da saldırıya uğramıştı.
Eli sopalı yağmacılar baskı makinasına zarar vermişti.
O yüzden 8 gündür gazeteyi basamamışlardı.
Neyse ki, matbaa tamir edilmişti ve 8 gün aradan sonra nihayet gazeteyi basabileceklerdi.
Bunları düşünürken daha da heyecanlandı.
Adımlarını biraz daha hızlandırdı.
İstiklal'in sonundan Galata Kulesi'ne doğru yöneldi,  Galipdede Sokak 103 numaradaki ofise ulaştı.
Çayını içerken, yazacaklarını düşündü.
Aklındakileri çalışma arkadaşlarıyla paylaştı.
Ve daktilonun başına geçip Embros Gazetesi'nin baş makalesini yazdı.

"Burada, yerimizde kalacağız. Kiliselerimizi yeniden yapmak, ölülerimizi gömmek, okullarımızı, işyerlerimizi, evlerimizi toparlamak için düştüğümüz yerden doğrulacak ve yerimizde kalacağız. Doğduğumuz, büyüdüğümüz, dedelerimizin ve babalarımızın şimdi kırık dökük de olsa mezarlarının bulunduğu bu ülkede kalacağız. Kırık mezarlardan, harabeye dönmüş kilise, okul, dükkan ve evlerimizden yeni bir dünya yaratacağız. Sebat ve cesaretle o harabelerin arasında yine yaşantımızı düzene koyacağız.
Sesimizi yükselteceğiz ve başımıza gelen bu felâketin gelmemiş olması gerektiğini haykıracağız. Üzerinde yaşamakta olduğumuz ve bizim de vatanımız olan bu ülkede rehine ya da esir olmadığımızı ve bazıları bizi kovmak istiyor diye gitmek zorunda olmadığımızı haykıracağız. Burada kalacağız. Büyük bir çınarın toprağı kökleri ile sarması gibi, bu ülkede köklerimiz olduğunu devamlı söyleyeceğiz. Dallarımızı budayabilirler ama yaşlı ağacımızın köklerine kimse ulaşamaz.
Bizler bu ülkede lütuf ve keyfi kararlarla kalmıyoruz. Kalmaya hakkımız olduğu için buradayız. Devletin bizi korumasını istemiyoruz. Ancak bu ülkenin vatandaşları olarak devlet kavramının korunmasını istiyoruz.
Güvenlik olmayan bir ülkede devlet kavramından söz edilemez Türk devleti var oldukça onun içinde bizler de olacağız.
Yaşadıklarımızı unutacağız ve burada kalacağız. Ancak yarınımız için garanti istiyoruz. Tanrı'nın manevi desteği ve devletin korunması ile Rumlar kısa zamanda kendilerini toparlamayı başaracaklardır. "

Bu satıların yazarı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve bir İstanbul Rumu olan @Alekos Papadopoulos'tu.
Ataları yüzlerce yıldır İstanbul'daydı.
1934 yılının 25 Mayıs'ında İstanbul'da, Sıraselviler'deki Alman Hastanesi'nde doğmuştu.

Çocukluğu, gençliği
Beyoğlu'nda, İstiklal'de geçmişti.
İlk aşkı bir Türk kızıydı; Türkan..
Platonik aşktı..
Sevgisini bir türlü açamadı kıza.
Çünkü aynı mahallenin ayrı insanlarıydılar.
İmkansız bir aşktı.
İstanbul'da okudu..
Sonra askere aldılar..
Erzurum 220. Piyade Alayı’nda yedek subay yaptılar.
Askerde azınlık olmak zordu ama Alekos şanslıydı.
Ondan öncekiler 1940'larda askere alınıyor, amele yapılıyordu..
Badem içi sarısı tek tip üniformalarla "Amele Taburu"nda ağır işlere soyunduruluyorlardı.
Alekos askerde ötekiydi ama bunları yaşamadı..
Vatan görevi biter bitmez yine İstanbul'a döndü..
Gazeteci olmuştu.
6-7 Eylül olaylarından bir hafta sonra da bu cesaretli yazıyı kaleme almıştı.
"Bizler bu ülkede lütuf ve keyfi kararlarla kalmıyoruz. Kalmaya hakkımız olduğu için buradayız. Devletin bizi korumasını istemiyoruz. Ancak bu ülkenin vatandaşları olarak devlet kavramının korunmasını istiyoruz."



Ama maalesef.
Devlet ne azınlıkları korudu, ne  de devlet kavramının korunmasını sağladı.
Aksine sermayenin millileştirilmesi için plan üstüne plan yaptı.
Alekos ve yüzlerce soydaşı ısrarla kalmak istedikleri ata toprağında kalamadı.
1974 yılındaki Kıbrıs olaylarında Türkiye'den gitmek zorunda kaldılar.
Alekos kucağında 3 yaşında bir yavruyla, çocukluğunu, gençliğini, aşklarını, hayallerini bırakıp Yunanistan'a sığındı.
60 yıla yakın gurbette.
Bugün 86 yaşında.
Yunanistan'ın Voullagmeni kentinde.
Torun sahibi, ak saçlı bir dede.

Hala gazeteci, hala yazar.
Ve benim samimi arkadaşım.
Sık sık yazışıyoruz kendisiyle.
Onca zülme, yağma ve şiddete rağmen hala çok seviyor Türkiye'yi ve Türk insanını.
Her konuşmasında özlemle anıyor İstanbul'u, Türk komşularını, anason kokusunu, cacığı. 
Her konuşmasında herkese selam söylüyor, yine söyledi.
Son mesajında da büyük harflerle şöyle yazdı.
Η ΕΙΡΗΝΗ ΘΑ ΝΙΚΗΣΕΙ.
Türkçesi;
BARIŞ KAZANACAK

Alekos'un 15 Eylül 1955 yılında yazdığı yazıyı bir daha okuyun derim.
Bugünlere nasıl geldiğimizi  göreceksiniz.
İyi pazarlar.


NOT: Alekos Papadopoulos'un yazar İbrahim Dizman ile birlikte kaleme aldıkları "KARDEŞİM GİBİ" isimli kitabı tavsiye ederim.




Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...