26 Ekim 2019 Cumartesi

BİR ZAMANLAR BİR LİG TV VARDI



Elimde bir fotoğraf karesi. 
Boş masalar, boş sandalyeler.
2001 yılına ait.
Show Tv'nin Maslak'taki binasında spor servisinin ofisiydi orası.
Şansal Büyüka ve arkadaşlarının çalıştığı yerdi.
O ofiste spor haberciliğinin yanı sıra efsane Maraton ve Televole programları yapıldı.
Türk Futbolunun kalbi o ofiste attı.
Türkiye sporla ilgili ilk haberleri o ofisten yapılan yayınlarla öğrendi.
Rating rekorları o ofiste kırıldı.
Ve yine o ofiste Lig Tv kuruldu.



Bir hafta ortasıydı.
Show Tv'nin sahibi Mehmet Emin Karamehmet Süper Lig maçlarının yayın haklarını almıştı.
Ancak maçların başlamasına da 3 gün kalmıştı.
Televizyon yönetimi 3 gün içinde naklen yayınların yapılacağı  şifreli bir kanal kurulmasını istedi.
3 günde bir televizyon kanalı kurulabilir mi?
Kuruldu.
Evet 3 günde bir televizyon kanalı kuruldu.
Bir sabah vakti Şansal Büyüka'nın odasında toplandık.
Oğuz Tongsir, Ercan Taner, Ferhan Tezcan, Aybars Hünalp yönetmen Musa Çözen ve bendeniz.
Hemen programlar belirlendi.
Yayın akışı hazırlandı.
İş bölümü yapıldı.
Ve Lig Tv kuruldu.

İşimiz zordu ama başaracağımıza inanıyorduk.
Çünkü yanımızda onlarca emekçi arkadaşımız vardı.
Ve hepsi Türkiye'nin en iyileriydi.
Birlikte gülen, birlikte üzülenler geceli gündüzlü, bayram tatil demeden yoğun bir çalışma sonrası haberleriyle, programlarıyla ve naklen yayınlarıyla Lig Tv’yi kısa sürede Türk Futbolu'nun adresi yaptılar.
Sporseverlerin buluştuğu tek kanaldı.
Digiturk platformunun lokomotifiydi.
Üye sayısı milyonlara ulaşmıştı.
2001 yılından 2017 yılına kadar başarılı yayınlarıyla adını Türk Televizyon tarihine altın harflerle yazdırdı.
Katarlılar alınca da Lig Tv adı 2017 yılında Beinsports olarak değiştirildi.

Bazı isimler yıllar geçse de unutulmaz.
Çünkü buzun üzerine yazılmamışlardır.
Gönüllere kazınmışlardır.
Lig Tv ismi de hafızalardan silinmedi.
Bugün hala Beinsports isminden daha çok Lig Tv ismini kullanılıyor.
Zaman içinde bu kanalı kuran insanlar bir bir ekipten koptu.
Benim yolum 2011 yılında ayrılmıştı.

Son Şansal Büyüka kalmıştı, o da geçtiğimiz günlerde görevi bırakmış.
Böylece kurucu kadrodan kimse kalmadı.
Denilebilir ki, Lig Tv artık tarihe karıştı.
Katılmam.
Çünkü Lig Tv bir okuldu ve bu okuldan yetişen bir çok televizyoncu hala çeşitli kanallarda, etkin görevlerde yayın hayatlarına devam ediyor.
Kimi genel müdür, kimi haberci, kimi spiker, kimi yönetmen.
İnanıyorum hepsi de o günleri özlemle anıyor.
Yeni çalışma arkadaşlarına o günleri örnek gösteriyor.

Sosyal medya paylaşımlarında gördüm
Lig Tv çalışanları Şansal Büyüka'nın yemeğinde buluşmuş.
Ne güzel bir buluşma bu.
Eski dostlarım, eski çalışma arkadaşlarım var o fotoğraflarda.
Hepsi mutlu, hepsi heyecanlı.
Yıllar sonra biraraya gelmenin mutluluğu bu.
Gözlerinin içi gülüyor.
Belli ki hasret gideriliyor.
Çok sevindim.
Gerçi kurucu kadrodan bazı önemli isimleri göremedim.
Belki işleri vardı.
Belki unutuldular.
Belki de gözden uzak, gönülden ıraktılar.
Fotoğraflara baktıkça eski anılar canlandı gözümde.
Zorlu günlerdi o günler.
Adrenalinin yüksek olduğu günlerdi.
Ama güzel günlerdi.
Çünkü ekip ruhu vardı.
Dayanışma, paylaşım, dostluk, kardeşlik vardı.
En önemlisi vefa vardı!
Vefanın sadece bir bozacı markası olmadığını bilenlere Datça'dan selam olsun.

24 Ekim 2019 Perşembe

AT İZİ, İT İZİNE KARIŞIRSA.



Fethullah Gülen hayranıydı.
Gazetesindeki köşesinde Gülen'e güzellemeler yağdırıyordu.
FETÖ'nün Türkçe Olimpiyatlarını hiç kaçırmıyordu.
İki kere Pelsinvanya'ya, hocasının ayağına gitti.
Karşısında el pençe divan durdu.
Elini öptü.
"Biz sizin değerinizi bilmemişiz hoca efendi" dedi.
Şebnem Bursalı'dan söz ediyorum.
ATV'nin Ankara Temsilcisi ve Basın Kartları Komisyonu'nun yetkilisinden.
Bu hanım efendi bugün onlarca gazeteciye basın kartı verdirmiyor.
Gerekçesi; onlar FETÖ'nün gazetesinde çalıştılar, FETÖ'cüler!
Düşünebiliyor musunuz?
Bir zamanların bir numaralı Fethullah Gülen hayranı, şimdi meslektaşlarını FETÖ'cü diye karalayıp, cezalandırıyor.
Bazılarıların suçu, Gülen'in finanse ettiği bir gazetede iş bularak, ekmeğini kazanmak.
Bazılarının suçu da iktidara muhalif olmak.
El insaf.

*.   *.   *

Bu Basın Kartları Komisyonu Türkiye'de gazeteciliğin ne hale geldiğinin en belirgin kanıtı aslında.
Bakın komisyonda kimler var.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkan Yardımcısı Zahid Sobacı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Danışmanı Mücahit Eker.
Sürekli Basın Kartı sahiplerini temsilen ATV Ankara Temsilcisi Şebnem Bursalı.
Basın Kartı sahiplerini temsilen Star Gazetesi yazarı Halime Kökce.
Basın Kartı sahiplerini temsilen TRT Haber Koordinatörü Yahya Bostan.
Medya İş Sendikası’nı temsilen Anadolu Ajansı Finans Haberleri Editör Yardımcısı Hasan Arslan.
Medya Derneği’ni temsilen Daily Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Zahid Altay.
Televizyon Yayıncıları Derneği’ni temsilen Doğuş Yayın Grubu Ankara Temsilcisi Murat Baran Şevişoğlu.
Anadolu Yayıncıları Derneği Başkanı,  Altındağ Belediye Meclis AKP’li üyesi, 24 Haziran seçimleri AKP’den milletvekili aday adayı Sinan Burhan.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nden kimse yok.
Türkiye Spor Yazarları Derneği'nden kimse yok.
Türkiye Gazeteciler Sendikası'dan da yok.
Hepsi iktidar yanlısı.
Hepsi havuz medyası.
İşte bu beyefendiler, hanımefendiler son dönemde 3 binden fazla basın emekçisinin basın kartını iptal ettiler.
Hakettiği halde onlarca gazeteciye sürekli basın kartı vermiyorlar.
Gerekçe aynı, onlar FETÖ'cüler.
Oysa aralarında tanıdığım isimler var.
Onlar ocu bucu değil gazeteci.
Muhalifler.
Palto tutan değil, kafa tutanlardanlar.
Bu zihniyet iki yıl önce benim sürekli basın kartımı da iptal etmişlerdi.
Bana da FETÖ'cü demişlerdi.
Duyduğumda beni bir gülme tutmuştu ki sormayın!
CHP İzmir milletvekili meslektaşım, arkadaşım Atilla Sertel olayı mecliste gündeme getirince "pardon isim benzerliği, yanlışlık oldu" demişlerdi.

*.  *.  *

Atila Sertel iki gün önce mecliste bu basın kartları komisyonunun bütün günahlarını masaya döktü.
Söyledikleri şamar gibiydi.
Ama sözde FETÖ ile mücadele ettiklerini söyleyen iktidar milletvekilleri bu şamarla bile uyanmadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan iki yıl önce, "At izi, it izine karıştı; FETÖ'cü diye suçladıkları bazı insanların bu işle hiç alakası yok!" demişti.
Bu sözleri bir de basın kartları komisyonu için söylemesinde yarar var.
Çünkü bugün basın kartı konusunda yaşanan aynen budur.

*.   *.  *

Şimdi bunları yazdım ya.
Bir bakarsınız yarın bu komisyon benim sürekli basın kartımı yine iptal edebilir.
Sürpriz olmaz.
Etmezlerse hatırım kalır.
Neyse.
Aşık Serdari ile bitirelim sözü.
"Serdarı halimiz böyle n'olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Mamurlar yıkılıp viran olacak
Akibet dağılır ilimiz bizim."

18 Ekim 2019 Cuma

MUSTAFA KEMAL YOLDAŞ!


Tarih 18 Ekim 1920 idi.
99 yıl önce bugün.
Bir Cumartesi günü.
Ankara'da hareketli saatler yaşanıyordu.
Ulus meydanındaki Taşhan binasında Türkiye'nin ilk resmi Komünist Partisi kuruluyordu.
Adı, Türkiye Komünist Fırkası.
Kurduran Mustafa Kemal Atatürk'tü.
Evet Atatürk.
Partinin ileri gelenleri de Refik Koraltan, Kılıç Ali, Yunus Nadi, Tevfik Rüştü Aras, Hakkı Behiç Bayiç gibi cumhuriyetin kurulmasında payı olanlardı.
İlk üyeleri ise Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebelioğlu, Refet Bele ve Kazım Karabekir'di.
Kendilerine "Kızıl Kalpaklılar" dediler.
İlk bildirileri şöyleydi.
"Sevgili Yoldaş,
Doğrudan 3. Enternasyonal'e bağlı bir Türkiye Komünist Fırkası oluşturularak Hükumetçe de onaylanmıştır. Fırkanın askerlik işleri şubesi, siz kumandan yoldaşımızı da üyeleri arasında görmekle iftihar eder. Fırka resmen kurulmuş olup, faaliyetini düzenlediğinden ve eskiden kurulmuş olan gizli Yeşil Ordu örgütü de fırkaya dönüştüğünden dolayı artık Bolşevizm, Komünizm fikir ve esasları üzerinde hiçbir cemiyet, heyet veya kişi fotoğraflı belge ve yetkinamesi olmaksızın faaliyette bulunamayacaktır. Şimdiden ilgilenenlerin dikkatlerinin çekilmesini rica ederiz. "
Ancak bu partiyi kuranların hiç biri komünist değildi.
Öyleyse neden kurmuşlardı?.
*. *. *
1917 Ekim Soyvetler Devrimi, dünyanın ezilen halklarında ve işçilerinde büyük bir umut yaratmıştı.
Her yerde olduğu gibi Anadolu'da sol akımlar ortaya çıkmıştı.
Üstelik Sovyetler Birliği Lideri Lenin, Türkiye'nin emperyalizme karşı verdiği savaşı destekleyeceklerini açıklamış, ancak Anadolu'daki komünistlerin örgütleneceği bir partinin kurulmasını istemişti.
Şöyle demişti.

"Mustafa Kemal Paşa tabii ki sosyalist değildir ama, görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı... Kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare ediyor. İlerici, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkılabımızın önemini anlamış olup, Sovyet Rusya'ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Kapitalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikle silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyüklük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız. İngiltere onların üzerine Yunanistan'ı saldırttı. İngiltere ile Amerika bizim üzerimize de sürü ile memleket saldırttı.."
Lenin'in bu sözlerinden sonra 10 Ekim'de Mustafa Suphi Bakü'de ilk Türkiye Komünist Fırkası'nı kurmuştu.
Ankara yönetimi telaşa düştü..
Apar topar resmi bir komünist parti kurdular..
Böylece Anadolu'daki sol hareketleri kendi kontrollerine alacak, başta Çerkez Ethem'in Yeşil Ordusu olmak üzere içerideki diğer Komünist faaliyetleri etkisizleştireceklerdi..
*. *. *
Plan tuttu..
Ankara'da herkes yoldaş oldu..
Kalpaklar kızıla boyandı..
Mustafa Kemal Ekim ayında Ankara'ya gelen ilk Sovyet heyetini "Hoş geldiniz yoldaşlar" diye selamladı.

Ardından Sovyetier Birliği Türkiye'ye altın ve silah yağdırdı..
10 milyon altın rublenin yanısıra 40 bin tüfek, 50 bin sandık mermi, 66 top, 150 bine yakın top mermisi gönderildi.
Sovyet Yardımı Kurtuluş Savaşı'nda alınan toplam dış yardımın yüzde 83'üne eşitti..
Artık Anadolu'daki komünistlerin tek resmi adresi Mustafa Kemal'in kurdurduğu Türkiye Komünist Fırkası'ydı.

*. *. *
Ancak bir süre sonra şartlar değişti.
1921 yılının hemen başındaki 1. İnönü Zaferi İtilaf devletlerini Ankara'yı tanımaya zorladı..
Artık Batı ile ilişkiler yoluna girmişti..
Özellikle Londra Konferansı öncesi sola yönelik büyük bir temizlik hareketi başladı.
Türkiye Komünist Fırkası hemen kapatıldı.
Bu cumhuriyetin kapattığı ilk partiydi.
Meclis'teki Halk Zümresi lav edildi, temsilcileri tutuklanarak İstiklal Mahkemeleri'nde yargılandı..
Sonraki meclislerde Halk Zümresi'ne izin verilmedi..
28 Ocak'ta Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı Karadeniz'de katledildi.
Olay faili meçhul(!) kaldı..
Ardından Çerkez Ethem'in Yeşil Ordusu da dağıtıldı.
*. *. *
Sonra ne mi oldu?..
Nazım Hikmet ne olduğunu Kuvai Millici Kartallı Kazım için yazdı..
“Dövüştü pir aşkına,
Yaralandı birkaç kere
Ve saire.
Ve kavga bittiği zaman
Ne çiftlik sahibi oldu,
Ne apartıman.
Kavgadan önce Kartal’da bahçıvandı,
Kavgadan sonra Kartal’da bahçıvan."

15 Ekim 2019 Salı

BİR TOPAL OSMAN GEÇTİ DATÇA TOPRAKLARINDAN.



1900'lü yılların başıydı.
Datça'nın Sındı köyünde güzel bir Rum kızı yaşıyordu.
Eleni.
Papaz Dimitri'nin torunuydu, Eleni.
Gönlünü yakışıklı bir Türk delikanlısına kaptırmıştı.
Sındılı Osman'a.
Osman'ın da gönlü ondaydı.
Çocuktan aşıktılar birbirlerine ama.
Zaman kötü zamandı.
Bir gavur ile bir Türk evlenemezdi o yıllarda.
O yıllar savaş yıllarıydı.
Osmanlı imparatorluğu'nu parçalamak için uğraşan emperyalist ülkeler yüzlerce yıl kardeşçe yaşayan Türk ile Rum'un arasını açmıştı.
Birlikte gülen, birlikte üzülen iki toplum yavaş yavaş birbirlerine düşmanlaştırılmıştı.
Bu yüzden Eleni ile Osman'ın aşkı, imkansız aşktı.
Osman evlilik çağına gelince Türk kızı Hesna ile nikahladılar.
Davul zurna ile kutladılar,
Eleni kahrolmuştu, o gece hiç uyumamıştı.
Sabah gün ağarır ağarmaz "marya başı" denilen eşarpla saçlarını kapamıştı.
Marya Başı müslüman kadınların başörtüsünün benzeriydi.

Günler ayları, aylar yılları kovaladı.
Datça insanı tarlada, bahçede karnını doyurmaya çalışırken, emperyalist güçler dünyayı paylaşıyordu.
İngilizler Saros Körfezi'ne dayanmıştı.
Çanakkale'den geçip İstanbul'u işgal edeceklerdi.
Osmanlı İmparatorluğu Almanya ile birlikte savaşa girmişti.
Ülkede seferberlik ilan edilmişti.
Çocuklar  ihtiyarlar hariç bütün erkekleri askere almışlardı.
Bizim Osman'ı da.
Datça'da hemen hemen her erkek artık askerdi.
Koskoca yarımadada erkek sayısı parmakla sayılacak kadar azalmıştı.
Reşadiye nahiyesinde çocuk, ihtiyar, sakat sadece 14 erkek kalmıştı.
Savaşa giden yıllarca dönmüyordu.
Çanakkale'den Filistin'e cepheden cepheye koşuyorlardı.

Yıl 1916'ydı.
Aylardan Temmuz.
Osmanlı sarayından emir geldi.
Osmanlı askerleri Alman emperyalizminin çıkarlarını korumak için Galiçya'da Ruslarla savaşacaktı.
Sındılı Osman da.
Yıllarca Çanakkale'de savaşmıştı.
Şimdi uzaklarda bir yerde, başka bir ülkenin toprağında azraille dans edecekti.
Piyadeydi Osman.
Süngüyle savaşanlardandı.
Bir trene bindirdiler.
Vagonlar tıka basa doluydu.
Osman gibi yüzlerce asker, hiç bilmedikleri diyarlarda ölüme gidiyordu.
Uzunköprü, Karaağaç, Filibe, Sofya, Niş, Belgrad derken cepheye ulaştılar.

Cehennem gibiydi Galiçya.
Almanlar en ölümcül cephelere Osmanlı askerini sürüyordu.
Galiçya'da ölüm kol geziyordu.
Azrail yorulmak bilmiyordu.
Çanakkale'de vatanı savunanlar, burada Almanlar'ın kazanması için ölüyordu.
Top atışları, mitralyöz kurşunları altında Osman ve kaderdaşları süngüyle hayatta kalmaya çalışıyordu.
O günlerde Datça'yı da bir salgın hastalık sarmıştı.
Eleni'nin annesi ve babası bu hastalığa dayanamamıştı.
Eleni yetim kalmıştı.
Teyzesinin evine sığınmıştı.

Galiçya'da aylarca sürdü savaş.
Aynı güneşin altında, aynı havayı soluyup, aynı suyu içen insanlar, birbirlerini hiç tanımamalarına ragmen, üstlerinden gelen emirlerle birbirlerini acımadan öldürüyordu.
Savaşın kanunu buydu.
Öldürmeyen ölürdü.
Osmanlı askerleri 15 binden fazla kayıp vermişti.
Osman defalarca ölümle burun buruna gelmiş ama şansı hep yaver gitmişti.
Çanakkale'deki gibi nice kurşunlardan, top mermilerinden kurtulmuştu.
Ama bir gün.
O kahrolası gün,  bir şarapnel parçası bir ayağını söküp diz üstünden aldı.
Osman bir tarafa, kopan bacağı bir tarafa savruldu.
Kanlar içinde feryat ederken, bir arkadaşı imdadına koşup, sırtladı.
Hemen savaş alanından çıkardılar Osman'ı.
Yarasını temizlediler, sardılar, sarmaladılar.
Günler sonra da taburcu ettiler.
Bir baston sayesinde ayağa kalkmıştı Osman.
Çünkü o artık topal Osman'dı.
Çürüğe çıkardılar, Datça'ya geri yolladılar.

Bir bacağını Galiçya'da bırakarak döndü ata toprağına Osman.
Gazi ünvanı almıştı ama devletin verdiği rapor "çürük"tü.
İş göremez durumdaydı.
Bir elinde baston, sendeleye sendeleye yürürken kim iş verirdi ki ona.
Badem, zeytin silkemezdi.
Tarlada, bahçede çalışamazdı.
Dağ tepe keçi otlatamazdı.
Peki ne yapacaktı?
Ailesini nasıl doyuracaktı?
Bunları düşünüp çare ararken, karısı Hesna çocukları alıp Osman'ı terketmez mi?
Artık sadece topal değil, yapayanlız bir adamdı Osman.
İtten aç, yılandan çıplaktı.

Savaş büyük yaralar bırakmıştı geride.
Rumlar'ın çoğu atalarının yüzlerce yıl yaşadığı Datça'yı ağlaya ağlaya terketmek zorunda kalmıştı.
Rumlar gidince bir çok iş artık yapılmıyordu.
Değirmencilik mesela.
Yarımadadaki yel ve su değirmenlerini hep Rumlar işletirdi.
İnsanlar buğdaylarını o değirmenlerde una çevirirdi.
Oysa şimdi değirmencilikten anlayan kalmamıştı.
İşte bu gerçek,  belki de topal Osman  için bir şanstı.
Rumlar'ın bıraktığı bir un değirmenini düşük fiyatla satın aldı.
Kendisine yardımcı ararken, çocukluk aşkı Eleni gelmez mi?
Sarıldılar birbirlerine.
Osman ayağı koptuktan sonra sadece yatarken bastonu bırakmıştı.
Eleni'ye sarılırken de bıraktı.
İki eliyle Eleni'yi kucakladı.
Eleni artık onun dengesiydi.
Birlikte yaşayıp, birlikte çalışacaklardı.
Un değirmeninden ekmeklerini çıkaracaklardı.
Çalıştılar.
Gece gündüz durmadan çalıştılar.
İyi para kazandılar.
Betçe'nin en zenginlerinden oldular.
Artık acı günler geride kalmıştı.
Şimdi mutluydular.

Ama bir gün Osman'ı terkeden nikahlı karısı Hesna çocuklarla birlikte çıkıp geldi.
Osman şaşırmıştı.
Ne yapacaktı?
Kabul etse Eleni'yi kaybedebilirdi.
Etmese çocuklarını.
Kara kara düşünürken Rum kızı Eleni girdi devreye.
"Çocukların hatırı var, aç kapılarını ailene, hepimiz burada yaşayıp gideriz işte."
Açtı değirmenin kapılarını Osman ailesine.
Hep birlikte değirmende yaşayıp gittiler.
Ve bir bir bu dünyadan göç ettiler.

Derler ki, Rum kızı Eleni, Lozan anlaşmasından sonra  doğup büyüdüğü vatan topraklarında ölmek için kerhen Müslüman oldu. Ama aslında ölünceye kadar dedesi Dimitri'nin dinine sadıktı.
Öldüğünde ağlayanı çoktu.
"Cavur Nine" diyorlardı ona.
Müslüman mezarlığına gömüldü.
Ya topal Osman?
Acı, hüzün, ayrılık dolu yaşamında hoş bir seda bırakıp gitti.
Bugün Sındı Mezarlığı'nda yatıyor.
Torunları hala yaşıyor.

Not 1: Bu öykü gerçek kişi ve olaylardan Yekta Kolcu'nun bilgileri ve Yusuf Ziya Özalp'in yazılarından esinlenerek kurgulanmıştır.
Not 2: Resim temsilidir.
Not 2: Resim temsilidir. TOPAL OSMAN GEÇTİ

Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...