19 Şubat 2019 Salı

BİR SOĞUK YEL ESER.


1943 yılının soğuk bir kış günüydü.
Şubat'ın 11'iydi.
Bosna'nın Bosanska Krupa kentinde bir hangarın önünde kurulmuştu idam sehpası.
Sabahın erken saatleriydi.
Halkın meraklı bakışları arasında Nazi askerleri göründü sokak başında.
Bir kız çocuğunu getiriyorlardı, ölüm sehpasına.
Henüz 17 yaşında bir kız çocuğunu.
Buz kesmişti ortalık.
Öyle ki, kentin içinden geçen Una nehri bile donmuştu.
Çocuğun elleri elektrik kablosuyla bağlıydı.
İşkencelerden yüzü, gözü morarmıştı.
Yorgun, bitkin ama gururluydu.
Naziler soğuktan titrerken, o başı dik yürüyordu son durağına.
Üstelik ayakkabıları yoktu.
Çoraplarıyla çıktı idam sehpasına.
Nazi Albayı Smithuber sordu.
"Sığınakların, silahların yerini söyle, seni bağışlayayım."
"Hayır" dedi, 17 yaşındaki kız çocuğu, "hayır."
Albay yine sordu.
"Liderinizin, işbirlikçilerin ismini verirsen, seni bağışlarım?"
Yine "hayır" dedi çocuk.
Ve ekledi.
"Çok merak etmeyin, yerlerini sorduğunuz yoldaşlarım eninde sonunda karşınıza çıkacak ve kendilerini göstereceklerdir. İşte o zaman bu sizin sonunuz olacak.”
Albay kükredi, "asın!"
Cellat ipi geçirdi, narin boynuna.
Astılar.
Bosnalılar'ın korkak bakışları altında astılar.
Lepa Svetozarovna Radic idi adı.
Hayat dolu bir kızdı.
Edebiyat, müzik, spor ve sanata ilgiliydi.
Özellikle el sanatlarına.
Ama ülkesi Naziler tarafından işgal edilince, silaha sarılmak zorunda kaldı.
Bir komünist oldu.
7. Partizan bölüğünün savaşçısıydı.
Naziler'e büyük kayıplar verdiren baskınlarda başröldeydi.
Bosna Kartal'ı diyorlardı ona.
Yugoslavya’nın yiğit kızına.
Gestopa ne kadar uğraşsa, yakalayamıyordu.
Onu yakalayıp, Naziler'e teslim eden kendi insanları oldu.
Ustaşalar.
Bosnalı Faşistler.
Yakalandıktan idam sehpasına çıkana kadar 3 gün ağır işkence gördü.
Defalarca tecavüze uğradı.
Sorulan her soruya cevabı şuydu.
"Ben hain değilim."
*. *. *
76 yıl önce bugün.Bosna'da bir soğuk yel esiyordu.
Una nehri donmuştu.
Ölüm bile üşüyordu.
Naziler Bosanska Krupa kentinde bir kız çocuğunu astılar, halkın gözleri önünde.
Sehpadaki bir komünistti.
Naziler'e göre bir haydut, onlarla işbirliği yapan ustaşalara göre ise bir vatan hainiydi.
İdamı seyredenler korkudan titrerken, boynuna ilmik geçirilen hain(!) kız son nefesinde haykırdı.
"Ey halkım özgürlüğünüz için kavga edin, asla teslim olmayın."

YILDIZLARIN ALTINDA


Dün gece hava kapalı da olsa, zaman zaman yıldızlar parlıyordu bulutların arasında.
Büyük Ayı Takım Yıldızı.
Büyük kepçe.
Yedi ışık kümesi.
Yedi parlayan yıldız.
*. *. *
Yedi kız kardeştiler.
Yedisi de güzel, sevimli, neşeliydi.
Bakireydiler.
Bir gün köylerinin uzağındaki bir ormanda dolaşmaya çıktılar.
Çicek toplayıp, şarkılar söylüyorlardı.
Bir anda bir boz ayı çıktı karşılarına.
İri ve heybetli.
Pençeleri dev gibi.
Kızlar kaçtı, ayı kovaladı.
Kızlar çareyi bir ağaca tırmanmakta buldu.
Ancak, ayı da pençeleriyle ağaca tırmanmaya başladı.
Kızlar korku ve panik içinde büyük ruha (Wakan Tanka) yalvardılar.
Wakan Tanka seslerini duydu çaresizlerin.
Ağacı yükseltti, yükseltti ve sonunda kızları gökyüzünde yanına aldı.
Yedi yıldız yaptı.
Ve Büyük Ayı dediğimiz takım yıldızı böyle oluştu.
Kızılderili Kiowa kabilesinin binlerce yıllık bir efsanesidir bu.
Şamanlar binlerce yıl böyle anlattılar torunlarına Büyük Ayı Takım Yıldızı'nın öyküsünü.
Kızılderililer Amerika'nın Wyoming eyaletinin kuzey doğundaki şeytan kulesi kayalıklarının yedi kızkardeşi boz ayıdan kurtaran ağaç olduğuna inanır.

Yine binlerce yıl öncesiydi.
Ege kıyılarında yedi kız kardeştiler.
Atlas ve Pleione'nin kızları.
Maia, Taygete, Elektra, Alkyone, Kelano, Sterope ve Merope.
Yedisi de güzel, sevimli ve neşeliydi.
Bakireydiler.
Tanrılar güzelliklerine sevdalandılar.
Her birini kendilerine eş alıp, gökyüzünde birer yıldız yaptılar.
Bugün Koç Burçu'ndaki Ülker(Süreyya) yıldız kümesi işte böyle oluştu.
Yunan Mitolojisi böyle yazar olayı.
Kahinler buna inandılar, böyle anlattılar yeni kuşaklara.
*. *. *
Binlerce yıl önce.
Aralarında binlerce kilometre mesafe olan, birbirinden habersiz iki kültür.
Yedi kızkardeş.
Yedi bakire.
Ve yedi yıldız.
Nasıl oluyor da benzer hikayeler oluşturabiliyor?
Nasıl oluyor da aynı hayalleri üretebiliyor.
Acaba diyor insan kendi kendine.
Ülkeler, sınırlar, bayraklar olmadan önce, insanlar arasında bir iletişim mi vardı bu yer kürede?
Teknolojinin olmadığı devirlerde, kültürlerarası bu etkileşimin nedeni neydi?
Yoksa insanoğlu kadim bir kültürün, dünyanın dört köşesine savrulan nesilleri miydi?

BADEM AĞACI İLE ARININ ÖYKÜSÜ




Hikaye bu ya.
Badem ağacı dedi ki arıya;
"Neyi paylaşamıyoruz ki, şu üç günlük dünyada.
Al çiceklerimin özünü,
Al götür, bal yap yavrularına."

Arı teşekkür etti, badem ağacına.
Ve dedi ki;
"Bu cömertliğin karşısında, ben de senin polenlerini karşı tarladaki ağaçlara taşıyacağım.
Neslin çoğalacak buralarda."



*.  *. *

Bir şaman öğretisi şöyle der.
“Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz.
Nehirler kendi suyunu içemez.
Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez.
Güneş kendisi için ısıtmaz.
Ay kendisi için parlamaz.
Çiçekler kendileri için kokmaz.
Toprak kendisi için doğurmaz.
Rüzgar kendisi için esmez.
Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz.”


Doğanın anayasasında ilk madde budur.
Herşey birbiri için yaşar..
Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur.
Bunu bir anlayabilse insanoğlu.

15 Şubat 2019 Cuma

GÖKOVA'DA YASA TANIMAZ BİR OTEL VE İBRETLİK BİR KARAR




"Kocaman bir tablo yapmışlar
Sakar'dan aşağı atmışlar 
Öptüm başıma kodum
Kaldırıp astım duvara 
Bakınca dilim tutuldu 
Gökova'yı gördükten sonra 
Daha bir sevdim yurdumu."

Ali Yüce "Yolkesen" şiirinde böyle anlatmıştı Gökova'yı.
Gerçekten de öyle.
Sakar'dan ilk baktığınızda, yer mi gökte, gök mü yerde anlayamazsınız.
Yer gök birbirine girmiştir adeta.
Karşınızda muhteşem bir tablo.
Yeşilden yeşil çam ormanları, bir dantel gibi işlenmiş koylar, mavinin mavisi bir deniz, dağlar, ovalar, bulutlar.
İşte bunun için demişti Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı, o tarihe geçen sözü.
"Roma'yı gör de öl derler, Gökova'yı gör de yaşa a canım."
Peki yaşıyor muyuz?





Gökova'nın nadide köşelerinden Akyaka'da bir otel.
Elif Hanım Butik Otel.
Kadın Azmağı'nın hemen yanında.
36 odalı.
Havalı mı havalı.
Luxury Travel Guide'e göre Avrupa’nın en farklı lüks butik otelleri listesinde.
Ama derler ya.
İçi seni yakar, dışı beni.

*.  *.  *

Elif Hanım Otel 2016 yılında inşaata başladı.
Daha ilk kepçe girdiğinde, çevreye verdiği zararla gündeme geldi.
İnşaatının yapıldığı parselin dışında, kamuya ait olan Azmak kenarındaki sazlık ve ağaçlık alanda büyük katliam gerçekleşti.
Ağaçlar kökünden söküldü.
Sazlar kesildi.

Harfiyat azmağa döküldü.
Belli ki otel sahibi, inşaat bittiğinde müşterilerine Azmağa kolay  erişim ve ağaçlarla engellenmeyen ova manzarası sunmak istiyordu.
Tahtibat yüzünden Azmak günlerce çamur renginde attı.

Oysa otelin bulunduğu yer Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesiydi.
Yasalar, bölgedeki hassas eko-sistemi koruyordu.
Ama yasalar kimin umurunda.
Halkın itirazlarına, karşı çıkmalara ragmen inşaat devam etti.
Okaliptuslar kesildi, otelin Azmak kıyısına kadar olan alan yerle bir edildi.
Bunun üzerine Gökova Ekolojik Yaşam Derneği, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne oteli şikayet etti.
Kamuoyunun baskısı üzerine, otele sadece idari para ve kesilen okaliptus ağaçlarının yerine 25 tane günlük ağacı dikme cezası verildi.
Neye yarar, inşaat ve tahbirat devam ediyordu.
Tepkiler artıyordu.
Gökova Ekolojik Yaşam Derneği bu kez elindeki belgelerle otele dava açtı.
Dava görülmeye başlandığında otelin inşaatı bitmişti.
Kadın Azmağı'na verilen zarar bitmemişti.
Gerçi Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün kestiği ceza doğrultusunda kesilen ağaçların yerine  25 tane fidan dikilmişti ama küçük bir alandı.
Asıl tahribat ağaç ve sazlıklardan temizlenen büyük alandaydı ve otel yetkilileri bu alanı çakıl taşı ile müşterilerinin kullanımına açmıştı.
Tepkiler daha da artıyor ama otel sahibi umursamadan oteli işletmeye devam ediyordu.

Bu kez Gökova Ekolojik Yaşam Derneği ikinci davayı açtı.
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü de davaya  müdahil oldu.
Mahkeme iki davayı birleştirip, bir bilir kişi atadı.
Bilir kişi, bölgede yaptığı inceleme sonra gerçekleri raporuna şöyle yazdı.
"Söz konusu alanın Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi içerisinde kaldığı, Elif Otelin inşaatı sırasında sazlıkların ve okaliptus ağaçlarının kesilerek, inşaatın yapımı sırasında temelden çıkan bir kısım hafriyat atığının azmak içine dökülüp dolgu yapılması ve ayrıca zemine çakıl taşı döşenmesi ile ilgili mevzuata aykırı olarak korunması gereken doğal yapıya kasten müdahele edildiği tespit
edilmiştir."
Ancak bilirkişi tahribatın geçici olduğunu belirtiyordu.
O günlerde mahkeme hakimi değişti.
Yeni hakim yeni ve kapsamlı bir bilirkişi raporu istedi.
Bu kez farklı mesleklerden seçilen üç uzman 20 sayfalık kapsamlı bir rapor hazırladı.
Rapor,  önceki bilirkişi raporundaki ekolojik tahribat tespitlerini aynen onaylamakla kalmıyor, “geçici” olduğu ifade edilen tahribatın da
“kalıcı” olduğunu belirtiyordu.
Şöyle deniliyordu.
“Dava konu kirletildiği iddia edilen alan, Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesinde ve mutlak korunması gereken alanlar içindedir.
Azmağın akışı ve çevresinde geniş bir alanda yayılım göstermesi büyük bir sulak alan oluşumuna neden olmuştur. Bu sulak alan içerisinde birçok doğal bitki türü ve fauna (hayvan) çeşidi bulunmaktadır. Azmak içine moloz ve toprak dökülmesi azmağın fiziksel olarak kıyı yapısını bozduğu, bu nedenle de akış rejimini etkileyebileceği, binlerce yılda oluşan ve çok özel bir oluşuma sahip olan yatak yapısının dökülen toprak ve molozlarla bozulduğu/kirletildiği sonucuna varılmıştır. Sonuçta Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi içinde bulunan Azmak ile otel inşaatı arasında kalan ve mutlak korunması gereken
doğal flora ve fauna yapısının yaşam bulduğu sulak alan içindeki sazlıkların dolgu yapılmak ve kesilmek sureti ile zarar gördüğü ve burada tekrar doğal yaşamın yenilenmesinin mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır."

Ve mahkeme 13 Şubat tarihinde yaptığı duruşmada kararı verdi.
"Otel sahibi Aynur Çakır’ın sabit olan çevreyi kasten kirletme suçundan eylemine uyan TCKnun 181/1-2 maddesi uyarınca olayın oluş ve işleniş biçimi, meydana gelen zarar, cezanın sanık üzerinde yeterli uyarıcı etkisi dikkate alınarak takdiren öngörülen cezanın asgari sınırından uzaklaşılmak suretiyle 3 YIL DOKUZ AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
Olayın oluş ve işleniş biçimi, meydana gelen zarar, cezanın sanık üzerinde yeterli uyarıcı etkisi dikkate alınarak  cezasından takdiri ya da yasal başkaca indirim ya da artırım yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.”

Sonuçta yine direnenler kazandı.
Ancak, mücadele daha bitmedi.
Davadan örnek bir karar çıkartan Gökova Ekolojik Yaşam Derneği kamuoyuna şöyle seslendi.
"Mücadele elbette bitmedi. Öncelikle otelin tahrip ettiği alanın doğal yapısının iyileştirilmesi,  yeniden  ağaçlandırılması,  sazlıkların yeniden gelişebilmesi için koruma bandı oluşturulması gibi çalışmaların yapılması gerekiyor. Bu konuda Muğla Çevre Platformu'nun Gökova bileşenleri olarak Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü'ne bir yıl önce bir dilekçe vermiş ve talep etmiştik. ÇŞB İl Müdürlüğü konuyu Ula Belediye'sine yönlendirmişti ama geçen süre içinde herhangi bir çalışma yapılmadı. Bu konuyu yeniden gündeme getirmeli, gerekirse sivil toplum örgütleri ve halk olarak bu çalışmaları bizler birlikte yapmalıyız.
Azmak kenarındaki birçok işletme ne yazık ki benzer şekilde Azmağa zarar veriyor. Bütün bunlar gözlerimizin önünde oluyor. Elif Hanım Otel bir örnek. Bu örnekten yola çıkarak doğayı rant aracı olarak gören bu saldırgan anlayışa karşı daha kapsamlı bir mücadele süreci  başlatmanın tam zamanı. Eminiz ki, Elif Hanım Otel davasında çıkan karar benzer davalarda emsal teşkil edecektir.  Azmağa, Gökova'ya, doğal sit alanlarımıza sahip çıkmak için hepimizin yapabileceği şeyler var. El birliği ile çok daha fazlasını başarabiliriz.
Dayanışma ile kalın."

Evet, el birliği ile bu cenneti korumak hepimizin görevi.
Dünyayı gezen ilk denizcimiz Sadun Boro'nun ölmeden bir yıl önce söylediği şu sözler unutulmamalı.
"60 yıl dünyanın tüm sularında dolaştım, dolaşmadığım deniz, koy, ülke kalmadı. Doğasına, denizine, ülkesine böylesine hoyrat kötü ve vahşice davranan millet görmedim."
Doğasına, denizine, ülkesine böylesine hoyrat,  kötü ve vahşice davrananlara göz açtırmayalım. 

Sözü doğma büyüme Gökovalı Prof.Dr. @Şadan Gökova'nın şiiriyle bağlayalım.

"Biz kadın azmağı deriz
Sazlıkların arasında
Yeşil bir yılan gibi kıvrılan nehir
Üstünde birkaç yaban ördeği
Yılan balıkları
Ve kalabalık ayakları ağaçların
Karya'dan Likya'dan sesler gelir
Gökyüzünü sürükler ayaydın gecelerde
Soyunup dalaşım gelir
Aslında tertemiz, buz gibi bir sudur
Akar sessiz ve ürkek
Akar söğüt dallarını öperek
Sessizce alır yol
Deniz duymuş mudur bilinmez
Sanki bir çocuk uykusudur
Kucağıma alıp sarasım gelir
Uzaklarda Okluk koyu
İngiliz limanı Sedir
Bitkilerin yeşil çığlığı yamaçlarda
Kızıla boyanır gökyüzü
Güneş denize girmek üzeredir
Bir yanda Kıran dağları
Denizden fışkırmış hançer gibidir
Longöz koyunu hiç görmedim
Bir bilene varıp sorasım gelir
Gözümün avlusunda Gökova Körfezi
Baktıkça bakasım gelir."

NOT: Bilgi ve inşaat yapımı sırasındaki fotoğraflar nedeniyle Gökova Ekolojik Yaşam Derneği Başkanı Serdar Denktaş'a teşekkürler. Gökova fotoğrafı instagramda InstaMuğla'ya aittir.

Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...