8 Ocak 2019 Salı

ZEMHERİ DE UZADIKÇA UZADI


Milattan önce 1200'lerdi.
Truva savaşını kazananların gemileri dönüş yolunda Thracia'ya(Trakya) kıyılarına uğradı.
Thracia kralı Lycurgus kazananların onuruna bir yemek düzenlemişti.
Yemekte Truva'da büyük başarı elde eden kahraman Demophon da vardı.
Demophon sarayda kralın güzeller güzeli kızı Phyllis'le (Filiz) tanıştı.
İki genç o an yıldırım aşka tutuldu.
Yemekte yanyana oturdular.
Ertesi günü birlikte geçirdiler.
Bir sonraki gün yine birlikte.
Günler su gibi aktı.
Ayrılık vakti geldi.
Çünkü Demophon'un Atina'ya dönmesi gerekiyordu.
Demophon gemiye binmeden önce limanda Phyllis'e sarılıp söz verdi.
Atina'da işlerini halledip, hemen dönecekti.
Babasından Phyllis'i isteyecekti.
İki genç birbirine bağlılık yemini ettiler.
Demophon'un gemisi Thracia'dan ayrılırken, Phyllis'in gözlerinden iki damla yaş düştü.
Sonra günler haftaları, haftalar ayları kovaladı..
Demophon bir türlü dönmüyordu.
Phyllis her gemi geldiğinde limana koşuyor ama hayal kırıklığına uğruyordu.
Gemilerden Demophon inmiyordu.
Aylarca bekledi Phyllis.
Ama nafile.
Demophon yoktu.
Sonunda umutsuzluğa kapıldı.
Hayata küstü.
Ve bir kış günü kendini asarak intihar etti.
Tanrıça Athena bu aşktan çok etkilenmişti.
Phyllis'i yapraksız bir ağaca, badem ağacına dönüştürdü.
Aradan yine aylar geçti.
Demophon nihayet dönmüştü..
Ama neye yarar.
Phyllis ölmüştü.
Haberi duyar duymaz Phyllis'in dönüştüğü ağaca koştu.
Acı ve gözyaşıyla kuru ağaca sarıldı.
İşte o anda ağacın dalları yaprak yerine beyaz çiçeklerle doldu.
Badem çiceğiydi onlar.
Hüznün çicekleri.
O gece yıldızlı gökyüzünün tanrıçası Asterea tanrılar diyarından dünyaya doğru baktığında yıldızları değil, badem çiceklerini gördü.
Hüzünlendi.
Kim demiş tanrıçalar ağlamaz diye.
Arterea başladı ağlamaya.
Gözyaşları sel oldu.
Ve dünyaya düşen her damla yeryüzünde bir papatya oldu.
Bembeyaz badem çicekleri ve kar beyazı papatyalar.
Datça'da hava iyice soğudu.
Gocadağı kar bastı.
Meteoroloji don uyarısı veriyor.
Soğuk, yağış ve rüzgar.
Bugünlerde iktidarda kış var.


Ama umutsuzluğa yer yok.
Çünkü ömrü Şubat'a kadar.
Hele Şubat bir gelsin.
Hele toprak bir gülsün.
Hani Adnan Yücel der ya.
"İşte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar. “

Şubattır Datça'da ilkbahar.
Şubat'ta badem çiceklerin ile papatyaların seranatı var.
Bir de hafif bir rüzgar eserse.
Muhteşem ikilinin valsi başlar.
Ahmed Arif Diyarbakır zindanlarında yazmıştı.
“Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum.”

Baharı özlemek gerek.
Baharı düşlemek gerek.
(Fotoğraf: Muzaffer Özgen)

2 Ocak 2019 Çarşamba

HALKA İHANETİN BEDELİ


Norveç'in yetiştirdiği en önemli edebiyatçılardan biriydi.
Yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, çok sıkıntılı bir gençlik yaşamıştı.
İşsizliğin, açlığın ne olduğunu daha küçük yaşta öğrenmişti.
Ezen ile ezileni görmüştü.
Edebiyata da meraklıydı.
Bir kaç kitap denemesi oldu ama başarısızdı.
Sonra gerçeği yazdı.
Yaşadıklarını, yaşananları yazdı.
Kitabının adı, "Açlık"tı.
Büyük yankı yaptı.
Açlık romanıyla ünlendi.
Ardından Göçebe, Gizemler, Dünya Nimeti kitapları yok sattı.
1920 yılında yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı.
Norveç'in en sevilen ve okunan yazarlarından biri oldu.
Ünü Norveç'i aşmış, dünyaca tanınan bir yazar olmuştu.
Ancak...
1930’larda ülkesindeki faşist partiye katıldı.
II. Dünya Savaşı’nda Norveç’in işgali sırasında faşist Almanlar’ı destekledi.
Norveç hükümetinin Naziler'e teslim olması için kampanya yaptı.
Hitler'i öven yazılar yazdı.
İşgal sırasında hep Nazilerle birlikte oldu.
Kazandığı nobel ödülünü Hitler'e armağan etti.
Halkını sattı.
Norveçliler onu hayalkırıklığıyla izledi.
Yıllar sonra savaş bitip Almanlar Norveç'ten çekilince tutuklandı.
Yaşı ileri olduğu için para cezasıyla kurtuldu.
Ama Norveç halkından kurtulamadı.
Sonrasını Zülfü Livaneli anlatıyor.
Norveçliler, kendilerine ihanet eden bu yazara hiç bir şey söylemedi.
Tek kelime etmediler.
Ne bir protesto.
Ne bir yazı.
Ne saldırı.
Ama bir gün evinin önüne bir genç kız gelip onun kitaplarını bıraktı..
Biraz sonra yaşlı bir adam geldi ve o da kitapları bıraktı.
Derken insanlar ellerindeki kitaplarıyla akın akın gelmeye başladılar.
O bütün bunları penceresinden izliyordu.
Oslolular çıt çıkarmadan, en ufak bir tepki vermeden sakince kitapları bırakıyordu.
Birinci günün sonunda kitaplar koskoca bir yığın ediyordu artık.
Ertesi gün aynı durum devam etti.
Kitap yığını büyüdükçe, Norveç'e ihanet etmiş olan yazar küçüldükçe, küçüldü.
66 yıl önce böylesine bir Şubat gününde banyosunda ölü bulundu.
Yüzünde acı bir pişmanlık vardı.
Halkına ihanetin bedeli ağır olmuştu.
Tarih unutmuyor.
Tarih halkı için savaşanı da, halkına ihanet edeni de unutmuyor.
Günümüz Knut Hamsun'larına ve onun yolunda gidenlere ders ola.

1 Ocak 2019 Salı

SEN BAKMA NERGİS'İN BOYUN BÜKTÜĞÜNE..



Bilinen hikayedir.
Ekho ile Narkissos tanrıların dağı Olimpos'ta yaşıyorlardı.
Ekho güzeller güzeli ama lanetli bir kızdı.
Hera lanetlenmişti onu.
Öyle bir lanetti ki bu; Ekho duyduğu her konuşmanın sadece son kelimelerini tekrar ediyordu.
Bir gün avda gördüğü dağın yakışıklı delikanlısı Narkissos'a aşık oldu..
Narkissos kendini beğenmiş, herkeste kusur arayan bir delikanlıydı.
Burnundan kıl aldırmazdı.
Ekho'nun aşkını karşılıksız bıraktı.
Ekho bu kara sevdaya dayanamayıp acı çeke çeke öldü.
Kemikleri kayalara dönüştü.
Sesi ise o kayalardan dönen yansımalara.
Bugün "Eko" dediğimiz ses yansıması Ekho'dan gelir.

*. *. *

Ekho'nun acı ölümü Olimpos tanrılarını çok kızdırdı.
Narkissos cezalandırılmalıydı.
Bir gün Narkissos avda iken susuzluktan bitkin düştüı.
Bir nehir kenarına giderek su içmek için eğildi.
O anda suda yansıyan kendi yüzünü gördü.
Sanki büyülenmişti.
O güne kadar kimseyi sevmediği kadar sevdi kendi görüntüsünü.
Kendisine aşık oldu.


Dokunmak istiyor, dokunamıyordu.
Koklamak istiyor, koklayamıyordu.
Tıpkı Ekho gibi sevgisi karşılıksızdı.
Ömrünü nehir kenarında sudan yansıyan yüzüne baka baka, boynu bükük tüketti.
Orada öldü.
Bedeni nergis çiçeklerine dönüştü.
Bugün kullandığımız narsist, narkoz kelimeleri de Narkissos'tan gelir.
Yani nergis çiceğinden.

*. *. *

Nergis çiçeği Mart'ta açar aslında.
Baharın müjdecisidir.
Ana yurdu İzmir'in Karaburunudur.
Börklüce Mustafa'nın Karaburunu.
Homeros'un rüzgarlı Mimas'ı.
Gazetelerde okudum.
Karaburun'da Aralık'ta açmış Nergis çiçekleri.
İki gün lodos esince şaşırmışlar.
Sarı beyaz olmuş tarlalar.
Ne güzel kokuyordur şimdi o tepeler, dağlar.
Ama aldanmayın o kokuya..
Ne de olsa Narkissos işte.
Narsist yani.





Narsist kendisini dev aynasında gören ve gösteren bir cücedir, aslında.
Bencil ve sevgisizdir.
Aşağılık kompleksinin esiridir.
Sürekli onu yenmeye çalışır.
O yüzden hep kendi yaptıklarını yüceltir.
Yalan söyler, hikaye uydurur.
Yalnızlıktan kıvranırken bile kendisiyle yola çıkanları terk ederek, hayattan intikam almaya çalışır.
Hep ezen ve hükmeden taraftır.
Sürekli aşağılar, iğneler, imalarda bulunur.
Ve şiddetiyle iktidarını korur.
Siz siz olun narsist kişiliklerden ve iktidarlardan uzak durun..
Yoksa narkoz yemiş gibi olursunuz.
Uyandığınızda iş işten geçmiş olur.
Mutlu yıllar.

Öne çıkan

PİYANOLARI DA ZİNCİRE VURURLAR

Bir piyanoyu neden susturmak ister bir rejim? Bu sorunun cevabı, sadece müzikte değil, müziğin taşıdığı anlamda gizli. Çünkü b...